Hemen söyleyeyim: Pek beğendim.
Habertürk programcı-sunucusu Mehmet Âkif Ersoy iyi hazırlanmıştı.
Belli ki başkanla bir yakınlıkları da var.
Onun için sıcak ve rahat bir görüşmeydi.
Güzel sorulardı, güzel cevaplardı.
2.5 saatin 2 saati dinin insan ve hayat boyutu üzerinden konuşmakla geçti.
Öyle olmalıydı.
Hep öyle olmalıydı.
Diyanet Reisi iken de tam bunu işlemeliydi, işletmeliydi.
Doğru, ama.. işin içinde iş var.
Yunus gibi, bir kalp kırarsanız, edeceğiniz bütün ibadetlerin iyiliğinden mahrum olursunuz, dedi.
Kim kime nasıl din konusunda talimat verebilir? dedi.
Din adamı diye bir tabir bizde olamaz, dedi.
Herkes kendi dininin adamıdır dedi.
Ben de sizin gibi ahh dedim, bu bakış iş başında da işleyebileydi..
Hayır işlemez, işletmezler diyeceksiniz, haklısınız.
O çoook başka bir iş.. maalesef!
Orası şekli kovalıyor.
Müşteri toplamaya bakıyor.
Mehmet Görmez’in dediği gibi şekil önemlidir, ruhu saklayan vücuddur; ritüeller önemlidir, ama asıl önemli olan içidir, rûhudur.
İçi de bu dünyayı iyileştirmektir.
Dinler bunun içindir, özellikle son din İslâmiyet, bu iyiliği tamamlamak için gelmiştir.
Bizim için herşey bu hayattadır, dünyadadır.
Neyi kazanacaksak burada kazanacağız.
Gel gör ki, böyle değil, dedi Mehmet Hoca.
Böyle uygulamıyoruz,
Böyle yaşamıyoruz.
Mehmet Âkif tam bunlar konuşulurken bizim diyeceğimizi dedi:
“İyi de Hocam, din bu ise, bunlar ne sizin zamanınızda, ne de şimdi camilerde konuşulan şeyler değil.. Bunun sebebi ne ola ki?”
İşte zurnanın zırt dediği yer.
Bunları dinlerken dönüp dolaşıp oraya geliyoruz.
Hoca’nın buna “Maalesef” demekten öte bir söz diyememesi, içine düştüğümüz hali gösteriyor.
Sohbetin bütün başlıkları bugünün temel meselelerindendi.
Hepsinden bahsedebilecek durumda değilim.
Hoca bana Diyanet ve siyaset sorma demiş fakat konuşmanın arka planında her ikisinin gölgesi hissediliyordu.
Zaman zaman da çok açıktı.
Bir seyirci sorusu bunlardandı.
Soruda, bugün çok konuşulan kamu mallarını çarçur etmek, yakınlarına menfaat sağlamak, kişi haklarını gözetmemek gibi ona yakın madde sayıldı.
Bu soruya, “Hiç tereddütsüz, bunların hepsi dinin reddettiği hallerdir ve yapanların da dinleri adına bütün ibadetlerinin manası kalmaz.” mealinde cevap verdi.
Daha ne desin?
Sohbetin sonlarına doğru, malum Vip Cuma Namazı üzerinde duruldu.
O benim fikrimdi, fakat yanlış uygulandı, dedi.
Diyanet Reisi’ne destek veren sözler etti.
Buna bağlı bazı sözlerinde yine Diyanet’in başındaki ismin endişeleri öne çıktı.
Cami ve dinin ritüellerini biraz abartılı bir dille anlattı.
Mevcud yapının kolayca kullanabileceği, zaten devam ettirdiği bir anlayışa da yüksek prim verdi.
Ama, sonunu yine iyi bir soruyla esasa dönerek bağladı.
Bütün konuşmanın özeti şuydu: Hazreti Ömer’in dediği gibi biz kimsenin orucuna namazına bakmayız, davranışlarına bakarız.
Bu fıkrayı arada söylemişti ve sohbetin özü buydu.
Son sözünü de vereceğim, tam derdimize dokunan bir cümleydi:
“Kimse dini taraftar toplamak için kullanmamalıdır!”
Diyanet ve siyaset konuşmayacağım demişti ama, Diyanet için de siyaset için de en güçlü bir mesajı verdi.
Bilenler hemen anlamışlardır.
Bu söz tam manasıyle laiklik vurgusudur.
Dini kurtarmak için din bezirgânlarının kullanma alanını daraltmak lazımsa, bu ancak böyle olur.
Şâhâne bir finaldi.
İşte denecek de edilecek de budur!