Gaflet kelimesi; terk etmek, önemsememek, dalgınlık, dikkatsizlik, ihmalkârlık, unutmak, derin uyku anlamlarını taşır. Yeterince uyanık ve dikkatli davranmamak, yanılgı hâli gibi daha geniş ifadeleri de bulunmaktadır.
Gaflet kelimesini bu yazımızda; farkında olmamak, farkına varamamak, şuurunu kaybetmek, tehlikeyi sezememek, bir konunun gerçek mahiyetini bilememek gibi mânâlarda kullanacaktır.
Uyku hâli, bilinci gideren, aklın ve iradenin kullanılmasını engelleyen bir durumdur. İnsan uykuda iken hareketleri durur, durgunluk meydana gelir.Uyku, organizmanın faaliyetlerinin, merkezî sinir sisteminin ve bedenin dinlenmeye geçtiği, dış uyarılara karşı algının iyice zayıfladığı geçici ve bir bilinçsizlik sayılır.
İnsan için biyolojik bir gereksinim olan uyku, günlük hayatın üçte bir vaktini almaktadır. Uyku, her kültürde farklı değer ve normların oluşmasına da zemin hazırlamıştır. Uyku, Türk kültüründe de geniş bir ifade, sembol, metafor ve algı gibi anlatım yollarıyla izah edilmiştir. Uyku, destanlarımızda yeni oluşumların müjdeli habercisi olmuştur. Oğuz Kağan ile Osman Gazi’nin rüyaları buna örnektir. Uyku; edebi metinler, halk inançlarına da konu edilmiştir. Türkçe’de sık kullanılan; ölüm uykusu, ecel uykusu, ebedî uyku, gaflet uykusu, tavşan uykusu, taş uykusu, sak uyku, kan uykusu tamlamaları uykunun farklı yönlerini belirtir.
Keza, deyim ve atasözlerinde de bu konuda pek çok örnek bulunur:
Uyku çekmek, uykusu ağır olmak, uykusu kaçmak, uykusunu almak, uykusunu alamamak, uykuya dalmak, gözüne uyku girmemek, deliksiz uyku, gözünden uyku akmak, uyku bastırmak, uykusu gelmek, uykuda olmak, tilki uykusu, uyku kestirmek, uyku tutmamak, uykusu bölünmek…
Yılan sokan uyumuş, aç kalan uyumamış. Ver yiyeyim, ört uyuyayım; gözle, canım çıkmasın. Sü uyur, düşman uyumaz. Kısmetsiz köpek, sabaha karşı uyuyakalır. Az yiyen az uyur, çok yiyen güç uyur. Aça dokuz yorgan örtmüşler, yine uyuyamamış. Acıyan uyumuş, acıkan uyumamış. Az uyku az yemek insanı eder melek, çok uyku çok yemek insanı eder helâk. Çok uyku eziyettir, az uyku meziyettir. Az uyku kalbe ciladır, çok uyku başa beladır. Aç katık, uyku yatak istemez. Uyku baldan tatlıdır. Uyku bir kantar, uyudukça artar. Uyku uykunun mayasıdır. Uyuyan yılanın kuyruğuna basılmaz. Uyku yorgansız, kahve dumansız olmaz. Nasibi kesilen it kurban bayramında uykuya yatarmış. Çocuklar uyuya uyuya büyür, yaşlılar uyuya uyuya ölür. Akıl başa, uyku göze. Unutma ki uyku ölüme eştir, gafletle yatanın sonu ateştir. Sanma çok yemek kan olur, çok uyuyan unutkan olur.
Uyku; ölümün kardeşi, küçük ölüm olarak tanımlanır. Oğuz uykusu sözü, Dede Korkut Hikâyelerinde motif olarak kullanılır. Oğuz erlerinin başına ne geldiyse uyurken gelmiştir.
Kanturalı boyunda; uyku insanoğlunun düşmanıdır. Uyanıkken atılgan, gözü açık, mert olan gençler, beyler uyurlarken savunmasız kalır. Bu sebeple ; “o zamanda Oğuz yiğitlerine ne kaza gelse uykudan gelirdi.’’
Seyrek boyunda; düşman elinde olan ağabeyi Eğrek’i kurtarmak için yola düşen Seyrek, yorgun düşer, yatıp uyur. Seyrek’in uyuduğunu haber alan düşman onun üzerine yürür. Atı Seyerek’i uyandırır. Kâfirleri tepeleyen Seyrek tekrar uykuya dalar. Karşısına çıkarılan Eğrek, kopuzla Seyrek’i uykudan kaldırır.
Uruz boyunda;Salur Kazan’ı Oğlu Uruz’un gözünü uyku bürür. Düşman gelir, bir arabaya elini ayağını sımsıkı bağlayıp götürürler. Uykudan uyanan kahramanlar, içinde bulundukları durumdan kurtularak başarıya ulaşırlar.
Son sözü yine Korkut Ata söyler. Bu söz çağları aşarak gelen bir uyarmadır: “Oğuz’un başına ne gelirse uykuda gelir.”
Atatürk, Gençliğe Hitabe’de :… iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.’’ diyerek bir derecelendirme yapmaktadır. İktidara sahip olanların hürriyet ve bağımsızlığı koruyamama, kaybetme konusundaki davranışları önce gaflet (ihmalkârlık), ikinci safhada dalâlet ( yanılmak) ve sonunda hıyanete (hainlik) kadar varabilir.
Konunun gaflet safhasında, Bilge Kağan’ın asırlarca önce söylediği altın sözü hatırlamamak mümkün değildir: ‘’ Çin halkının sözleri tatlı, ipeklileri yumuşakmış. Tatlı sözle, yumuşak ipeklilerle kandırıp uzaktaki halkları bu şekilde kendilerine yaklaştırırlarmış. Yakına yerleştikten sonra da gereken kötülüğü orada düşünürlermiş.’’
Ülkenin en zor dönemlerinde; “Ben bir Türk’üm dinim cinsim uludur.’’ diyerek Türk’ün küllenen közünü alevlendiren Mehmet Emin Yurdakul; her şiirinde, yazısında, nutkunda halkı “uyku”dan uyandırmak için çırpınıp haykırır. Gençliğe ithaf ettiği Anadolu şiirinde, sıraladığı olumsuzluklardan kurtulmak için uyanmak gerektiğini dizelere döker.
“Ne vakte dek bu acıklı sefalet
Bu virânlık, bu inilti, be kaygı?
Ne vakte dek bu uğursuz cehalet.
Bu taassup, bu görenek, bu uyku?”
1914 yılında Türk Ocakları Mehmet Emin Yurdakul adına bir şölen düzenler. Şair, bu şölende içinde; “Bugün senin ölüm müdür, uyuduğun bu uyku?” dizesinin de yer aldığı “Ey Türk Uyan” başlıklı uzun şiirini okur.
Uyku metaforunu en çok kullanan şairin başında Mehmet Akif Ersoy gelmektedir. Bunun pek çok örneğini Safahat’ta görmek mümkündür.
Ya Rab Bu Uğursuz Gecenin Yok Mu Sabahı? şiirinde;
“Eyvah! Beş on kâfirin imanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık.”
Milletin kaldırılarak uykuya daldırıldığını söyler. Ersoy, Uyan başlıklı şiirinde de milletle diyaloğa girer:
“Bunca zamandır uyudun kanmadın,
Çekmediğin çile kalmadı, uslanmadın.
Çiğnediler yurdunu baştan başa.
Sen yine bir kerre kımıldanmadın.
Ninni değil dinlediğin velvele,
Kükreyerek akmada müstakbele.
Bir ebedi sel ki zamandır adı,
Haydi katıl sen de o coşkun sele.”
Şair, “Hiç Bilenle Bilmeyen Bir Olur mu?” şiirinde ise uykuya dalmış milleti sarsıcı sözlerle uyandırmaya çalışır:
“Yıllarca, asırlarca süren uykudan artık,
Silkin de muhitindeki zulmetleri yak, yık!
Bir baksana: gökler uyanık, yer uyanıktır;
Dünya uyanıkken uyumak, maskaralıktır!
Eyvah! Bu zilletlere sensin yine illet…
Ey derd-i cehalet, sana düşmekte bu millet,”
İkbal de Müslümanları gaflet uykusundan uyandırmak için çırpınır, feryat eder:
“Bak bütün Şark ne hâlde,
Külü göğe savrulmuş.
Boğulmuş bir inilti, susuyor…
Eseri yok. Bu kaybolmuş bir feryat.
Bu toprakta her zerre bir mustarip nazardır.
Hindistan’dan isyan et; Semerkand’dan,
Irak’tan, Hemedan’dan tuğyan et;
Bir hayat göster, canlan.
Uyan derin uykudan,
Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan!”
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, milletin gaflet uykusundan uyanacağı hususunda ümitvârdır:
“Destanlar yazılır şanına layık
Yine de erişmez ününe layık
Olasın soyuna, dinine layık
Geçer bu gafletin, sürmez çok sene
Uyan durma uyan, uyumak nene”
Cengiz Aytmatov “Gün Olur Asra Bedel” romanında Nayman Ana, mankurtlaşmış oğlunu; “Adını hatırla, kim olduğunu hatırla” diyerek uyarır. Bu sözler, Nayman Ana’nın mankurtlaştırılan oğluna ağıdıdır. Çünkü anaların oğullarının acılarını haykıran yaraları kabuk bağlamaz, sürekli kanar…
“Ah, oğul, karanlığın örtüsü işkencenin sakatlığı aklını ağır ağır dışarıya kapadığı, zorla elinden alınan belleğin geçmişle bağlantısın geriye dönülmez bir biçimde kopardığı, yaban hayvanları gibi çırpındığın sırada annenin bakışın, yaz günlerini oyun yerin olan dağın dibinde akan derenin şırıltısını unuttuğun, harap olmuş bilincinde kendi adın, babanın adı kayıplara karıştığı, aralarında büyüdüğün insanların yüzü, sana utangaç utangaç gülümseyen kızın adı zihinden silinip gittiği, anımsamamanın uçurumuna yuvarladığı zaman seni karnında filizlendiren, sonra da böyle bir gün için dünyaya getiren annene lanetlerin en korkuncunu yağdırmadın mı?”
20. yüzyıl Türk dünyasında üç büyük gafletten uyanış hareketi meydana gelmiştir. Bunlar; Mustafa Kemal önderliğinde Milli Mücadele Hareketi, İsmail Gaspıralı önderliğinde Ceditçilik Hareketi ve Mustafa Kocabey önderliğindeAlaş Orda Hareketidir.
Ceditçilik Hareketi, Kırımlı Düşünür İsmail Gaspıralı (1851-1914) tarafından sistemleştirilerek ‘Dilde, Fikirde, İşte Birlik’ ilkesiyle bütün dünya Türklüğünün kurtuluşunu amaçlıyordu. Ceditçilik Hareketi; soy, din, dil, kültür ve ideal birliğinden dolayı Rus egemenliği altındaki Türkler arasında süratle yayılmış, Kazan’ın yanı sıra özellikle Azerbaycan ve Türkistan’da tesirini göstermiştir. 1905 yılına kadar ilkokulları ıslah meselesinden ibaret olan Ceditçilik, bu tarihten sonra sosyal ve kültürel hayatta da yeniliği savunan bir hareket hâline geldi. Kazan, Kırım, Azerbaycan ve Türkistan’da yaşanan uyanış hareketleri tarihî-siyasî köklerini Ceditciliğe dayandırmaktadır.
1905 yılında Mustafa Kocabey tarafından organize edilip “Hepimiz Alaş’ın oğullarıyız.” başlığı altında Taşkent’te yapılan Türkistan Müslümanları Kongresinde Kazak ve Kırgız önderler Alaş adı altında birleşmişlerdir. Bu harekete Kırgız ve Kazak aydınları da katılmıştır. Alaş Orda, 1905 yılında ortaya çıkmış ve 1912 yılında kurulan siyasi Alaş Partisi ile güçlenmiştir. Alaş Orda Hareketi, 1937 yılına kadar varlığını sürdürmüştür.
Ceditçilik ve Alaş Orda Hareketleri maalesef amaçlarına ulaşamamıştır. Ama tesirleri ve varlıkları düşünce olarak hâlâ yaşamaktadır.
Mustafa Kemal önderliğindeki Milli Mücadele Hareketi, Türk İstiklal Savaşını kazanarak gerçekleştirilen inkılaplarla sonsuza dek yaşayacak olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuş ve zafere ulaşmıştır.
Türk milleti, tarihi ve sosyal olaylarda farklı sebeplerden dolayı çok kere gaflete düşmüş, dalâlete saplanmış ve ihanete uğramıştır. Ama milletimiz her zorluğun üstesinden de gelmesini bilmiştir. Ancak temenni edelim ki, atalar öğüdü tutar, yeni tuzaklara düşmeyiz.