Osmanlı Devleti, fethettiği topraklarda Türklük Töre’si mucibince “toprak mülkiyeti” esaslı bir devlet ve yönetim teşkilâtı kurmamış, bilâkis sınıfsız bir toplum yapısına özen göstermiştir.
Dîne ve insanlığa bakışı, farkları yok etmek üzerine değil, farkların birliğinden Tevhid esaslı bir İnsanlık Medeniyeti kurmaya ayarlıdır. Bu itibarla dîni bir yaptırımlar bütünü olarak görmemiş, toplum ahlâkını Yesevî dergâhında mayalanan ontik anlayış ile terbiye yoluna gitmiştir.
Tekkeler ve Tasavvuf Terbiyesi, Devleti ve toplumu bütün kurumları ile terbiye eden bir ahlâk ve muhabbet öğretisidir. Osmanlı, bünyesinde ağırladığı farklı din ve mezhepten toplulukları toplumsal barış ile kucaklamış, muhabbeti âdeta içtimâileştirmiştir.
Osmanlı Devleti, Muhabbeti içtimâileştiren sistemi ile tekkelerde Müslümanları adet olarak saymamış, fark gözetmeden hizmete muhtaç insanları tespit etmiştir. Yâni günümüz televizyon vaizlerince cehennem zebânilerinin yeryüzündeki temsilcisi gibi günahkâr tespiti yapmıyor, âsi mücrim, gayri müslim demeden açları doyuruyor, sokak hayvanları için dahî tekke ve hastahaneler kurarak canlı-cansız bütün varlığa hizmet gayesi güdüyordu.
Müslüman Türklüğün “ontik kavrayışı” yeniden anlaşılıp güncellenmeden sadece “islâm ve Müslümanlık adına yapılan ve yapılacak her şeye makul bakan bir yeni nesil, âdeta genetiği bozulmuş tohumlar gibi Türk yurdunu istilâ etmektedir.
İnsan bozulursa her şey bozulur!
Kâinatın mayası İNSANLIKTIR.
Kendi ontik kavrayışından uzak, selefî ve mücaddidî anlayışla yetişen İslâmcı nesillerin “şekil”den ve “obje”den başka sahip oldukları bir değerleri olmadığı içün ülke ve dünya ruznamesinı okuyup anlamada hangi noktada oldukları bugün medyanın çamuru ve günlük tahrîratın basiretsizliği olarak önümüzdedir.
Bizler “komşusuna zarar verme” iblisliğini Sırp ve önüne Ermeni kavramını yapıştıran kriptolaşmış satanist siyonistlerin vahşetinden tanıyoruz. Böyle bir İblisliği “darbe karşıtlığı ve ülke savunması olarak” milyonların önünde Müslüman Türk toplumuna şırınga etmek, en başta onun “varlık anlayışına, kendisine hainlik eden devlet adamlarına dahî şol zümrüt bakışlı türbeler bahşederek lütufkârlıkta bulunmuş ecdâdımız için bir nahakşinaslık ve terbiyesizliktir!
Aziz Türk Milleti târihinin hiç bir döneminde aile aile, fert fert silâh ve hain komşu öldürme talimi yapmamış, devletin beyi ne vakit takdir buyurursa o vakit harekete geçmiştir.
Bu itibarla Kuvay-ı Milliye hareketi dahî başı bozuk ve münferit savunmaların değil, merkeze bağlı kadim bir istihbarat ağı ve teşkilâtlanmanın tezahürüdür.
Son 15 Temmuz haçlı kuduruşu göstermiştir ki bu millet genetik hâfızasını hâlâ özünde barındırmaktadır ve “ülkenin beyinin” tek bir talimatı ile derhal harekete geçip, ânında sözleşmiş gibi teşkilâtlanmış ve şahlanan imanı karşısında hiç bir dünya silâhının duramayacağını cümle âleme bir daha göstermiştir.
Asırlardır muhabbetin içtimâileştiği bir toplumda devletini ve ülkesini müdafaa şekli silahlanma ve komşularını listeleme değildir hiç kuşkusuz! Ülke düşmanlarının “darbe” tehdîdide karşı vatanını sevenlerin ayrı bir cephe ile silahlanma eylemi her şeyden evvel o devletin, ordu, güvenlik güçleri ve istihbaratını yok sayma cüretidir ki bu affedilmezdir!
Devlet bugüne değin, iç ve dış tehditlere karşı halkın aile aile, fert fert silâhlanıp bir savunma oluşturmaya ihtiyaç duymuş mudur? Bu kabil bir yozlaşmayı “darbe karşıtlığı ve ülke liderini koruma meşruiyetine” dayandırarak taraftar toplama kurnazlığı ancak iblislere mahsus bir akıl olsa gerektir.
Kendi varlık anlayışında “komşusunu öldürme” değil, bizi öldürmeye gelen, bizde dirilmelidir” düsturunu unutmuş siyâsal islâmcılığın bu tuzağa düşmesi pek tabiîdir.
Tıpkı ne kadar Araplaşırsa o kadar Müslüman olacağını zanneden şekilci zihniyet için “darbe karşıtlığı ve liderini savunma” kodlarını beynine verdikten sonra arkasına istediğin yapıyı yerleştirme o kadar kolaydır.
Sayfamızı tâkip eden değerli siyâsetçilerimize şunu demek isteriz;
Çürüyoruz!
Siyâsal İslâmcılığın tahrip ettiği Kültür ve Medeniyet yozlaşmasından sonra sıra bizâtihi “İNSANIMIZA gelmiştir!
Devletin ve onun başının bu kabil aile cephaneliği kurarak insan indirme söylemlerine ihtiyacı yoktur!
Bu Aziz, mütevekkil Millet, devletinin başında kim bulunursa bulunsun, genetik hafızasına nakşolmuş kadim Töre’si gereğince işaret ettiği vakit fert fert canını ortaya koymaya hazırdır.
“Sokağa çıkın, meydanlara inin!” demiştir ve bu Millet inmiştir! “Savaşın!” deseydi sabaha kadar Kudüs’e kadar yol alırdı, bundan da kimsenin şüphesi olmasın!
Millet görevini yapmış ve tekrar toplumsal hayâtına dönmüştür. Devletin devam eden süreçte halkından silâhlanma ve hazırlık yapma gibi bir talebi olmadığına göre, bunun dışındaki söylemler ve kodlar hangi taraftan gelirse gelsin Aziz Türk Milletini ve Devlet geleneğini temsil etmemektedir, derhal gereği yapılmalıdır!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir Ortadoğu toplumu değildir ve irfâni ve entelektüel hiç bir alt yapısı ve geçmişi bulunmayan, geçmişi münevver mes’uliyeti ve şuurundan uzak her devrin gücüne yaklaşmayı başarmış yanaşmaların elinde oyuncak da değilidir!
Müslüman Türk Münevveri olarak reddediyoruz!
Bu kabil istismarların önünü tıkayacak kadim ontik kavrayışımızın yeniden güncellenerek nesillerin nazarına ve tedrîsine alınmasının artık zaruri olduğunu, Kültür katliamının “bekâ meselesi” boyutuna vardığı ikazını da ülkeyi yöneten kadrolara hatırlatmakta beis görmüyoruz.
Devlet;, “devleti ve liderini koruma” alt başlığı ardında tahrip edilemez!
Ülkemiz ve devletimiz tehlikeye düştüğü anda bizim de parmaklarımız sadece kalem tutmaz!
Elverir ki o gün gelmeden Müslüman Türk Münevverin aslî görevi “suçluları” değil, bizâtihi “suçu mayalayan deccâli anlayışı” bu topraklardan ve dünya ruznamesinin fikriyâtından ve nesillerin ruhundan silip atmaktır!
Kadirşinaslıkla efendim!