Bütün ümitler tükenmişti.
En vatanperver bilinen insanlar dahi, artık yolun sonuna gelindiğine inanmıştı.
“Artık, yapacak bir şey kalmadı, demek bizim de sonumuz böyle olacakmış.” diye düşünmekteydiler.
Balkan faciasının üzerine, -kazanılan onca zafere, çekilen onca meşakkate, katlanılan onca fedakârlığa rağmen- umûmî harbin kaybedilmesi, son ümit kırıntılarını da tüketmişti.
Artık kimse -bir kişi hâriç- “bir şey yapılabileceğine” inanmıyordu.
“Bu şartlarda direnmek, milletin ölümüne sebep olmaktır.” diye düşünmekteydiler.
Milletin yok olmasına sebebiyet vermektense, “şerefli bir barış yapmanın” daha uygun olacağı, inancındaydılar.
Bir adam, yalnızca bir adam, böyle düşünenlere acıyordu.
Şerefli bir barış, ancak güçlülerin harcıydı. Gâlipler, mağluplara hiçbir zaman bu imkânı tanımazdı.
Galiplerin âlicenaplığına sığınan mağluplar, kendilerine lütfedilenlere râzı olmak zorunda kalırlardı.
Yâni, “direnmeyelim” demek, “onursuzca yaşamaya râzı olmak” demekti.
Yenilgiyi kabullenmeyen adam için, onursuzca yaşamaktansa, silâh elde, son nefesine kadar dövüştükten sonra, beline sardığı al sancak kanını yavaş yavaş emerken bu hayata gözlerini şerefle -ve görevlerini yapmış insanların iç huzuruyla- yummak gerekirdi.
Bu kararla çıktı yola…
Milletine güveniyordu.
Binlerce yıllık târihinde -Ergenekon ile sembolleşen- nice bâdireleri, ölümün/yokolmanın kıyısına gelmişken atlatmayı başaran bu asil milletin evlâtlarını o harp meydanlarında tanımıştı. Öyle ya, -insanın, azrailin nefesini her an ensesinde hissettiği- harp meydanları, bir adamın taa ciğerini tanıyabileceğiniz en iyi yerdir.
Hastaydı, parasızdı, yalnızdı. Ama, inançlıydı. Vatan semâlarında korkusuzca dalgalanan bir bayrağın altında huzurla, hür ve müstakil yaşamanın hayâlini hiçbir şeye değişmiyordu.
Bu inançla ve hayâlle yürüdü. Ve, sonra, birer-ikişer O’na inananlar etrafında toplanmaya başladı.
İnandılar, birlik oldular, savaştılar ve kazandılar…
Yaklaşık 100 yıl süren bir ölüm-kalım savaşının ardından üç yıl müddetle bütün vatan sathında -vatanın her karışında- verilen ve zaferle neticelenen bu korkunç kavganın ilk adımının atıldığı günün 101. yıldönümü, bu gün.
Ve, ne mutlu/kutlu tevâfuktur ki, bin aydan daha hayırlı olduğuna inandığımız Kadir Gecesi ile aynı güne denk gelmiştir.
Kadir Gecemiz mübârek olsun.
16 Mayıs 1919 günü o kutlu yolculuğu başlatan ve zaferle sonuçlanmasını sağlayan; yaklaşık bin yıl boyunca her karışını asil kanlarımızla suladığımız vatan topraklarında bir sığıntı gibi yaşama zilletine düşmemize ramak kalmışken, vatanımızı bize yeniden hediye eden ve alsancağın gölgesinde hür, müstakil ve huzurla yaşama hakkını/imkânını bize bahşeden o müstesnâ insana; Türklerin Yüce Başbuğu Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK’e ve silâh arkadaşlarına, hadsiz-hesapsız minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun…