Bireysel ve Toplumsal Hayatta Sosyal Adaletin Yeri[i]
Prof.Dr. Aygün AKYOL[1]
Özet:
Çalışmada sosyal adalet kavramı teorik ve pratik yönleriyle ele alınmaktadır. Öncelikle kavramsal alt yapısı incelenmektedir. Adalet, Eşitlik ve Özgürlük kavramlarının sosyal adalet açısından ne anlam ifade ettiği müzakere edilmektedir. Bu kavramlar netleştirildikten sonra, sosyal adalet tasavvurunun gelişimi müzakere edilmekte, tarihsel süreç ortaya konulmaktadır.
İnsan, toplumsal bir varlık olduğundan sosyal yaşamda adaletin tesisi de önem arz eder. Çalışmanın ikinci kısmında sosyal adalet ve sosyal devlet ilişkisi müzakere edilerek, emeğin korunması, kadın erkek eşitliği noktasında sosyal adaletin ve sosyal devletin yapması gerekenler analiz edil- mektedir. Özellikle Türk İslam kültüründe sosyal adaletin teorik ve felsefi temelleri ortaya konularak, bireysel mutluluğun ve toplumsal huzurun elde edilmesinde gelenek ve geleceğin birlikte değerlendirilmesinin imkânı müzakereye açılmaktadır. Son olarak eşit ve özgür bir toplumun tesisinde sosyal adalet konusunda yapmamız gerekenlere değinilmektedir.
Abstract:
In the article, the concept of social justice is discussed with its theoretical and practical aspects. First, its conceptual infrastructure is examined. The meaning of the concepts of justice, equality and freedom in terms of social justice is discussed. After these concepts are clarified, the development of social justice imagery is negotiated and the historical process is put forward. Since human is a social entity, it is also important to establish justice in social life. In the second part of the study, the relationship between social justice and social state is analyzed and the things that social justice and social state should do in terms of protection of labor, equality of women and men are analyzed. Especially in the Turkish Islamic culture, the theoretical and philosophical foundations of social justice are put forward and the possibility of evaluating the tradition and the future together in achieving individual happiness and social peace is opened to negotiation. Finally, what we need to do about social justice for the establishment of an equal and free society is mentioned.
Giriş:
Toplumsal bir varlık olan insan, yaptığı tüm eylemlerinde birbiriyle etkileşim içindedir. Bu etkileşim, toplumun diğer fertlerine karşı tutum ve davranışlarında insana bir takım sorumluluklar yüklemektedir. İnsanın bu sorumluluklarıyla ilgili kullanılan kavramlardan biri de adalet kavramıdır. O kadar ki adalet kavramı, bireyin toplum içinde sağlıklı bir fert olarak yaşayabilmesinin en önemli şartlarından bir tanesi olarak görülmüştür. Adaletin bireysel ve toplumsal yönleri olduğundan, gerek insan yetiştirirken gerekse kurumları şekillendirirken adalet kavramı sadece bireysel olarak değil, toplumsal sahadaki etkisi açısından da incelenmek zorundadır. Bu da sosyal adalet kavramını ortaya çıkarır.
Toplumsal yaşamda sosyal adalet sağlanamadığında sosyal yapıdaki çatlaklar ve bozulmalar hız kazanacaktır. Sosyal adaletin sağlanması, toplumsal kazanım- ların ortak kullanılması anlamına geldiğinden toplumun refah ve huzurunun dengeli dağılımının yanı sıra, insan unsurunun da eşitlik ve özgürlük merkezli kurgulanması anlamına gelmektedir. Zira ne kadar zengin olursa olsun, birçok toplum sosyal adaleti sağlayamadığından sorunlarla boğuşmaktadır.
Çalışmamız; sosyal adaleti müzakere ederek, bunun gerçekleşmesindeki temel unsurları araştırıp, bunlardan hareketle toplumsal hayatımızda sosyal adaleti sağlamada nasıl bir yol izleneceğine dair katkı yapmayı amaçlamaktadır. Öncelikle sosyal adaletin en temel kavramlarını inceleyip konuya giriş yapmak istiyoruz. Kavramları netleştirdikten sonra sosyal adaletin gelişimi ve imkânını, bu bağlamda toplumsal sahada adaletin gerçekleştirilmesinde nasıl bir yol izlememiz gerektiğini müzakere etmek istiyoruz.
Toplumsal yaşamda sosyal adaletin tesis edilebilmesi için bir bilinç ve ortak anlayışın egemen olmasına ihtiyaç duyulur. Bu da toplumda temel bir takım değerlerin kabulü ve bunlara dair zihniyetin hayata geçirilmesiyle gerçekleşecek bir durumdur. Bu nedenle de sosyal adaletin en temel unsuru birey kavramı üzerinden şekillenir. Sağlıklı bireylerden oluşan, eşitlikçi ve özgürlüğü merkeze alan bir toplumsal yapıda toplumsal adaleti müzakere etme imkânı vardır. Bu noktada yeterli alt yapı sağlanamadığında toplumdaki farklılıklar zenginlik olarak görülmekten çıkıp, aykırılığa dönüşecek, sosyal insicam bozulacak ve toplumsal çatışmalar artacaktır.
Sosyal adaleti müzakereye geçmeden önce adalet, eşitlik ve özgürlük kavramlarının anlam dairesini belirlemeye çalışacağız. Bunlar netleştirilmediği takdirde herkesin sınırlarını kendi özel durumuna göre genişletip daraltabildiği anlayışlarla karşı karşıya kalacağımızdan sosyal adalet de gerçeklikte karşılığı olmayan bir yapıya dönüşecektir.
1.1 Adalet Kavramı
Adalet, toplumsal yaşamı şekillendiren en önemli kavramdır. Toplumsal yaşamın şekillenmesinde ve sağlıklı bir sistem üzerine oturtulmasında adalet kavramı belirleyicidir. Bu nedenle de ahlak ve siyaset felsefesi ile ilgili müzakereler adalet kavramıyla başlar. Adalet kelimesi Arapça “a-d-l” fiilinin mastarı olup, zulmün zıddı olarak tarif edilmektedir. Ayrıca “hakikat” üzere hüküm verme olarak da ifade edilmiştir.
Terim olarak ise, bireysel ve toplumsal yapıda dirlik ve düzeni, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan, insanın davranışını ahlaki açıdan inceleyen ve eleştiren erdem olarak ifade edilebilir.[2]
Platon (Ö. MÖ. 347) ve Aristoteles (Ö. MÖ. 322) ahlak ve siyasetle ilgili açıklamalarında “adalet” erdemine diğer erdemler arasında “orta yol”u bulduran bir denge unsuru olarak en temel rolü verirler.[3] İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an’a baktığımızda ise, pek çok yerde adalet kavramı üzerinde durulduğu görülmektedir. Kuran’da adalet kavramı, Allah’ın hükümleri ve emirleri[4], insanlar arasındaki ilişkilerde şahitlik[5], insanların birbirleri hakkındaki hükümleri[6] ve yetimler[7] gibi konularda pek çok defa kullanılmıştır. Adalet kavramıyla ilgili olarak ifade edebileceğimiz, Kur’an’da zikredilen “orta bir ümmet” kavramı da İslam filozofları tarafından önemsenmiştir. Zira Kuran’da “Böylece biz sizi, insanlara şahit ve örnek olmanız için “orta bir ümmet” kıldık”[8] şeklindeki ayette “orta” kavramı adalet kavramının bir açılımı olarak düşünülebilir. Bir başka ayette ise, “Artık onlardan kimi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır…”[9] ifadeleriyle, “orta yol” kavramı “zulmün” zıddı olarak kullanılmıştır. Yukarıda verdiğimiz tanım göz önünde bulundurulduğunda “orta” kavramının âdil, mu’tedil olarak da ifade edilebilmesi mümkündür.[10]
İslam filozofları da felsefi düşüncelerinde fizik, matematik ve metafiziğe yer verdikleri kadar, siyaset ve ahlakla ilgili tartışmalara da yer vermişlerdir. Zira ahlak ve siyaset onların felsefi düşüncelerinin bir parçasıydı. “Adalet” kavramı, İslam filozofları tarafından hem bireysel nefsin gelişimi noktasında, hem de toplumsal düzenin sağlanması noktasında en çok kullanılan kavramlardan birisi olmuştur.[11]
Görüldüğü üzere tüm sistemler adalet kavramını merkeze alarak görüşlerini ve uygulamalarını ortaya koymuşlardır. Adalet kavramı, bireysel ve toplumsal yaşamın sağlıklı kurgulanabilmesi için en temel erdemlerden birisi olmakla birlikte, adaletin bütün olarak sağlanabilmesi eşitlik ve özgürlük kavramlarının da müzakere edilmesini gerektirir.
1.2. Eşitlik Kavramı
Geleneksel toplum yapısı ağırlıklı olarak tebaa ve cemaat kurgusu üzerinden şekillendirilmektedir. Bunun temel belirleyicisi de kişinin aidiyetini belirleyen nesep ve mezhep gibi duygularıdır. Ancak modern toplumsal yapı, bireyi merkeze alan, eşitlik ve özgürlük gibi değerler üzerinden bir sistem kurmaktadır. Bu nedenle geleneksel yapıdan gelen anlayışların bugünkü koşulları kavraması ve kurgulayabilmesi, yeni bir ahlak ve toplumsal adalet tasavvurunun geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Bu noktadaki en temel kavram eşitlik ilkesidir. Eşitlik ilkesi anayasamızın 10. Maddesinde, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” ifadeleriyle açık ve net bir şekilde vurgulanmıştır.[12]
Eşitlik ilkesi değerlendirirken kavramın delaleti tam anlaşılmadığından yorumu çok farklı şekillerde karşılık bulmaktadır. Eşitlik ilkesinin dar anlamda yorumlanması, çok büyük bir yanılgıya sebep olmaktadır. Eşitlik, herkese aynı biçimde davranmak değildir. Eşitlik, toplumdaki farklı grupların fırsat eşitliğine sahip olma noktasında karşılaştıkları engelleri çözümlemeyi ve bunlarla ilgili tedbirler almayı gerektirir.[13]
Sosyal adalet konusu merkeze alındığında eşitliğin detaylı olarak müzakere edilmesi gerekmektedir. Özellikle toplum içinde dezavantajlı durumda olan grupların, bu dezavantajlı durumlarından kurtulmalarını sağlayabilmek için eşitlik ilkesine uygun bir usul belirlenmesi büyük önem arz etmektedir. Bu anlamda eşitlik ilkesinin ilk basamağı Hukiki Eş/tl/k’tir; bu, temel hakların elde edilmesiyle gerçekleşir. Seçme ve seçilme hakkı, eğitim hakkı, çalışma hakkı bu gruba girer. Eşitlik ilkesinin ikinci basamağı ise Pozitif Ayrımcılıktır. Bunun temel amacı var olan eşitsizliğin ortadan kaldırılmasıdır. Eşitlik ilkesinin üçüncü basamağı ise kimlik, kişilik ve cinsiyet gibi Kişiye Yüklenen Roller noktasındadır. Özellikle kadın erkek eşitliği noktasında karşımıza çıkan bu basamak, geleneksel toplum formlarından gelen kadının eğitim, iş ve hayata katılım noktasındaki dezavantajlı durumunun giderilmesi için alınacak tedbirleri kapsar. Bu noktada kadın ve erkek arasındaki rol dağılımı dengeli bir şekilde kurgulanmaya çalışılır. Bu manada çocuğun bakımının sadece anneye yüklenmemesi, annenin üstlendiği kadar babanın da bu rolü üstlenmesi eşitlik ilkesinin gereği olarak görülür. Bu nedenle çocuk doğduğunda babaya da doğum izni verilmesi, ya da çocuğun bakımı için ücretsiz izin hakkının babaya da tanınması bu türden eşitlik kavramına örneklik teşkil eder.[14]
Toplumsal adaletin gerçekleşmesi bağlamında eşitlik ilkesini ana hatlarıyla değerlendirecek olursak, eşitlik ilkesinin varlığın doğal durumu olarak eşitliğin olmasından dolayı değil, özellikle eşitsizliğin hâkim olduğu bir durumda eşitliği sağlamaya, sosyal ve ekonomik dengesizlikleri en aza indirgemeye yönelik kurgulanan bir ilke olduğunu söyleyebiliriz. Eşitlik ilkesi; cinsi yet, nesep ve mezhep gibi insanın içine doğduğu ortamdan kaynakla- nan durumların evrensel insanlık mirasına katkı yapmasına engel olmayacak şekilde yorumlanması olduğundan sosyal adaletin de en temel unsurlarından birisidir.
Sosyal adaletin temel kavramlarından birisi de özgürlük kavramıdır. Adaletin sağlanabilmesi için insanların öncelikle kendilerini ifade edebilecekleri, hak ve özgürlük talebinde bulunabilecekleri bir hukuki zemin olması gerekmektedir. Bu nedenle özgürlük kavramının analizi bu noktada önem arz etmektedir.
Özgürlük, bir eylemi yapmak ya da yapmamak yönünde karar verdiğimizde herhangi bir zorlama ile karşılaşmaksızın kararımızı uygulamamız noktasındaki hukuki ve insani güvencedir. Bu güvencenin sonucu olarak insan gerçekleştirdiği eylemlerin sorumluluğunu da üstlenir. Burada dikkat çeken nokta, özgür bir eylemin aynı zamanda gönüllülük esasına dayalı gerçekleşmesidir. Bu nedenle de baskı, şiddet ve tehdit yoluyla dayatılan eylemler insani bir eylem olarak nitelenemez. Zira insanı insan kılan, özgürlüğü ve akabinde gelen sorumluluğudur.[15]
Eşitlik ve özgürlük ilişkisi noktasında da bir takım tartışmalar söz konusudur. Eşitliğin mutlak eşitlik olarak alınması durumunda, sosyalizm örneğinde olduğu üzere özgürlüğe kısıtlamalar gelebilir. Aynı şekilde özgürlük, mutlak özgürlük olarak alındığında kapitalizmde olduğu üzere, bu da yeni sınıflar, oligarşik yapılar ortaya çıkarabilir.[16]
Eşitlik ve Özgürlük ilişkisinin düzenlenmesinde bu kavramların mutlak olarak anlaşılması yerine zayıf olanın güçlendirilmesi, güçlü olanın zorbalığa evrilmesine engel olacak bir hukuki ve adli sistem geliştirilmesi gerekmektedir. Bu sağlandığı takdirde toplumdaki eşitlik ve özgürlük talepleri huzurun ve toplumsal birlikteliğin teminatı olacaktır. Bu da aslında insanların gelir düzeyiyle alakalıdır. Toplumsal zemin alt gelir grubu üzerinde şekilleniyorsa bu, sosyal adalet noktasında eksiklikler olduğunun göstergesidir. Bu nedenle sosyal adaletin gerçekleşmesi, sadece ilke ve kanun üzerinden şekillenen bir durum olmayıp kişinin gelir düzeyiyle de alakalıdır. Sosyal adaletin sağlanabilmesi için alt ve üst gelir gruplarından ziyade orta sınıfın oluşumu ve gelişimi önem arz eder. Bunun sağlanması noktasında sosyal devletin koordinasyonu büyük önem arz etmektedir. Bu da özgürlük ve eşitlik ilişkisinde dengeli ve seviyeli bir düzeyi gerektirmektedir. Mutlak eşitlik ya da mutlak özgürlük amacıyla yola çıkıldığında kavramlardan beklenen sağlıklı sonuçlar elde edilememektedir. Bu nedenle bunların hukuki ve insani bir sistem üzerinden dengeli bir şekilde kurgulanması gerekmektedir.
Bugün eşitlik ve adalet ilişkisi bir takım çevreler tarafından kendi bağlamından çıkarılarak müzakereye açılmakta ve adalet ilkesi eşitsizliğin temellendirilmesinde kullanılmaktadır. Zira eşitlik ve özgürlük tanımlarının, mutlak eşitlik ve mutlak özgürlük olarak anlaşılmasından doğan sorunlar sosyal adalet teorisinin bir problemi gibi gösterilmekte; bunlar eşitlik ve özgürlüğün aleyhine sonuçlar için yorumlanmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere bugün bizlerin eşitlik ve özgürlük taleplerimizin arka planında mutlak anlamda eşitliğin ve özgürlüğün olması değil, aksine bunların hayatın içinde olmaması yatmaktadır. Bu olmadığı için de eşitlik ve özgürlük ilkeleriyle, bu konuda dezavantajlı olanların bu dezavantajlarının giderilmesi ve kendini gerçekleştirmelerine imkân tanınması amaçlanmaktadır.
Burada şöyle bir soru yöneltilebilir, “Eşitlik mi Adalet mi tercih edilmeli?” Bu sorunun cevabı doğal olarak adalettir. Ancak bu sorunun kurgusunda bir yanlışlık var. Zira sorudaki eşitlik ve adalet kıyaslamasındaki eşitlik ilkesi mutlak eşitliği merkeze almaktadır. Hâlbuki sosyal devlette ortaya çıkan eşitlik ilkesi adaletin gerçekleşmesi için ortaya konulmuş bir ilkedir. Eşitlik ve özgürlükten bahsedilirken bu herkesin her şeyi yapabileceği bir durum değil, haklar ve özgürlükler bağlamında eşit haklara sahip olmaktır. Bu anlamda düşünüldüğünde ne mutlak eşitliğin açmazlarına ne de mutlak eşitsizliğin açmazlarına düşülmektedir. Herkes kendi bilgi ve becerisine göre hak ettiğini elde etmektedir. Bu anlamda eşitlik kavramı müzakere edilirken, eşitliğin bir paylaştırmadan ziyade haklar ve özgürlükler bağlamında dezavantajlı olanların bu durumunun giderilmesi anlaşılmalıdır. Yoksa insanların elde ettikleri hakların başkalarına aktarılması değildir. Her kesimin hakkının korunması eşitlik ve adalet ilkesinin de bir gereğidir.
2. Sosyal Adalet Kavramı
İnsan, kelime kökünden hareketle, “birlikte yaşayan sosyal bir varlık” olarak tanımlanır.[17] Bu tanımlamada insanın kendi kendine yeterli olmaması ve yaşamak için benzerlerine ihtiyaç duyması sebebiyle, tek başına mutlu ve huzurlu bir yaşam sürdürmesi mümkün görülmemektedir. İnsanları toplum içinde yaşamaya ikna eden erdem ise, birlikte yaşama isteğidir. Bu anlamda en mutlu ve en iyi insan, insanlarla birlikte yaşayan, yani sosyal, toplumsal hayatın içindeki insandır.[18]
İnsanların birlikte yaşamaları ve etkileşimleri sonucunda ya kültürel farklılıkların öne çıkartılmasıyla belirginleşen bir takım sorunlar ya da farklı kültür gruplarının bir arada yaşadığı birbirini anlayabilen toplumlar ortaya çıkmıştır. Son yıllarda gerek iletişim ve ulaşım imkânlarındaki gelişmeler, gerekse kişilerin daha iyi bir yaşam ümidiyle nüfus hareketleri neticesinde ortaya çıkan yeni durum, kültürel çeşitliği ve bunun görünümlerini arttırmıştır. Ancak bireysel ve toplumsal sahada sağlıklı ve uyumlu ilişkiler ağı geliştirilemediğinde sorunlar artmaktadır. Bu noktadaki sorunların önlenmesinin en önemli unsuru öncelikle sağlıklı bir bireysel gelişim, ikinci olarak da sosyal adaletin sağlandığı bir toplumsal düzendir. Çalışmamızın bu bölümde sağlıklı toplumun olmazsa olmazı olan sosyal adalet kavramı üzerinde durmak istiyoruz.
2.1 Sosyal Adalet Tasavvurunun Gelişimi
Sosyal adalet tasavvuru insanın hak ve özgürlüklerinin farkına varmasıyla gelişen bir sürece işaret eder. Kavramsal olarak incelendiğinde sosyal adalet tanımında iki husus öne çıkar. Bunlardan birincisi kanun önünde eşitlik; ikincisi ise üretim sürecinde ve üretim sonrasında paylaşımın mümkün olduğu kadar topluma yayılması ve sosyal farklılaşmaların mümkün olduğunca azaltılmasıdır. Görüldüğü üzere sosyal adalet kavramı denildiği zaman, aslında adaletin toplumsal sahaya yaygın ve etkin bir sistem üzerinden aktarılması anlaşılmaktadır. Esasında adalet kavramı, ilk bölümde de incelediğimiz üzere, oldukça zengin bir tarihsel gelişim sürecine sahiptir. Ancak adaletin toplumsal bir taleple ortaya çıkması sınıf çatışmalarının neticesinde olmuştur. Eski burjuva toplumu ve onun sınıfları yerlerini, bireyin özgür gelişimini bütün toplumun özgür gelişiminin şartı olarak gören yeni bir sosyal anlayışa bırakmaktaydı.[19]
Adalet kavramının toplumsal ve siyasal hayata yön verme noktasında sosyal adalet olarak anlaşılması son iki yüzyıllık bir süreçte zemin bulmuştur. Bu anlamda sosyal adalet kavramının gelişimi felsefi bir düşüncenin kendi doğal gelişim seyri gibi olmamıştır. Bu kavram sanayileşmede ortaya çıkan kitlelerin fakirliği, hiçbir mülke sahip olamayan işçi sınıfının hayat mücadelesi gibi acı tecrübelerin sonucu ortaya çıkmıştır. Bu durumdan etkilenen J. Stuart Mill (1806-1873) üretim sürecinde açığa çıkan verim ve karlılığın sadece sermaye sahiplerine değil, onları çalışarak ortaya çıkaran işçi sınıfına da dağıtılması gerektiği inancındadır. Ona göre paylaşım adil olmalıdır ve burada ortaya çıkan pürüzler tamamen insanidir. Yani adil olmayan paylaşım sisteminden insanlar sorumludur. Mill’e göre sosyal adaletin sağlanması için Marx’ın aksine özel mülkiyetin ve kapitalist üretim biçiminin ortadan kaldırılması da gerekmez. Mill’e göre bu noktada yapılması gereken, eşitliğe dayalı sendikal birliklerin kurulmasıdır.[20]
Sosyal adalet kavramının gelişim sürecinde II. Dünya Savaşı ve sonrasında ortaya çıkan geniş çaplı sosyal, ekonomik ve siyasi gelişmelerin de büyük etkisi olmuştur. Nazi rejiminin son bulmasından sonra birçok Avrupa devleti ve Almanya, anayasalarına “sosyal” kavramını eklemişlerdir. 1949’da kabul edilen ilk Alman anayasası Alman devletini “sosyal hukuk devleti” olarak tanımlar. Bunda amaç, o zamana kadar yaşanan çöküntünün, kitleler halinde fakirliğin, mal ve sermaye dağılımındaki eşitsizliğin devletin bu konudaki sorumluluğunu yerine getirmemesinden kaynaklandığı düşüncesidir.[21]
Sosyal devlet anlayışını tamamlayan hukuk devleti ibaresi ise, devlet gücünü sınırlayan hukuk karşısında bütün bireylerin mutlak eşitliğini sağlayan temel ilkedir. Böyle bir devlet, üyelerinin ekonomik ve toplumsal ilerlemelerini de garanti altına almakla yükümlüdür. Bu anlayışın gelişmesiyle birlikte ilk defa işçilerin sosyal durumlarını iyileştirmek üzere emeklilik, hastalık ve iş kazası sigortası (1883-1884) kanunlarıyla, bunları takiben yaşlılık ve iş göremezlik (1891) sigortaları çıkarılmıştır. Özellikle sosyal sigorta, sosyal devletin en önemli kurumsal bulgusu olarak değerlendirilmiştir. Bu amaç bağlamında fakir ve muhtaç insanlara yardım, her insanın var oluşunu devam ettirmek için asgari geçim şartlarının sağlanması, ekonomik eşitsizliğin mümkün olduğunca giderilerek asgari refahın temini, ekonomik büyümenin desteklenerek bu refahın toplumun bütün kesimlerine yayılması sosyal devletin amaçları arasında kabul edilmiştir.[22]
2.2 Sosyal Devlet ve Sosyal Adalet İlişkisi
Sosyal devlet; [a] Bireyin refah düzeyini piyasadan bağımsız olarak şekillendirme, [b] Hastalık ve işsizlik gibi muhtemel sorunlardan kaynaklanan riskleri minimum seviyeye indirerek aile içi krizleri engelleme, [c] Dini, dili ve ırkı ne olursa olsun, herkesin sıkıntı yaşamaksızın sosyal hizmetlere erişimini mümkün kılma hedefinde ilerleyen bir yönetim anlayışını merkeze alır.[23]
Sosyal devletin sosyal adaleti gerçekleştirirken özgürlük ve eşitlik ilişkisini nasıl yorumlayacağı da büyük önem arz etmektedir. Zira sosyal devlet denildiğinde yönetimsel açıdan bir takım müdahalelerin olacağı da aşikârdır. Bu noktada da özgürlük ve eşitlik ilkelerinin sosyal devlette nasıl kullanacağı tartışma konusu olmuştur. Bu konuyla ilgili tartışmalarda öne çıkan isim Isaiah Berlin, biri pozitif diğeri negatif olmak üzere iki farklı özgürlük olduğunu vurgular. Pozitif Özgürlük, birtakım haklarını kullanabil- koşulların bireye sunulmasıdır.
Berlin’in pozitif özgürlük tanımı, bireyin özgürleşmesi ile devletin müdahalesi arasında doğru yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğuna ilişkin yaklaşımı desteklemektedir. Negatif Özgürlük ise, devletin kimi zaman yok sul kesimlerin medeni ve politik haklardan daha fazla istifade edebilmeleri için özgürlükler alanını daraltmasıdır. Devletin bu alanda bir takım müdahalelerde bulunması yoksul kesimlerin refah düzeyini yükseltme amacına matuftur.[24]
Görüldüğü üzere sosyal devlet anlayışında, devletin sosyal adaletsizlikleri giderme hedefi merkeze alındığından devlet müdahaleciliği temelinde geliştirilmiştir. Bir başka ifade ile liberal/piyasacı ekonomi uygulamalarının beslediği dengesiz gelir bölüşümü olgusu, devletin müdahalesini bir seçenek olarak ön plana çıkarmıştır. Müdahale ile kastedilen, devletin sosyal sorumluluklar üstlenerek, gelirden yeterince pay alamayan bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılayacağına dair birtakım güvenceler vermesidir. Kaldı ki işsizlik sigortası, sağlık sigortası, bedava eğitim, aile ve çocuk yardımı ve ucuz konut sağlama gibi uygulamalar, bu güvencenin tezahürleri olarak bazı ülkelerde yoksulluğun azaltılmasını mümkün kılmıştır.[25]
Sosyal devlet, piyasa güçlerinin işleyişini değiştiren bir devlet modelidir ve en temel özelliği sosyal ve ekonomik yaşama müdahale ederek denge sağlamaktır. Sosyal devlet, vatandaşların belirli bir yaşam seviyesinin altına düşmeden yaşayabilmeleri ve sosyal ve ekonomik haklarla desteklenmesi temeli üzerine kurulmuştur. Bireylerin sosyal refahının arttırılması için uygulanan programlardan yararlanma hakkı, sosyal devlette temel vatandaşlık hakkı olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte, sosyal devlet toplumsal birlik ve dayanışmanın, toplumun bütün bireylerinin ekonomik özgürlüklerinin arttırılması, toplumsal eşitliğin ve adaletin gerçekleştirilmesiyle bağlantılı olduğu düşüncesiyle benimsen- miştir.[26]
Toplumların sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir birliktelik yürütebilmeleri için eşitlik ve özgürlük merkezli bir toplumsal yapı oluşturarak sosyal adaletin temel şartı olan cinsiyet, nesep ve mezhep ayrımcılığı yapmaksızın bütün insanlara yaşanılabilir, insani bir çalışma ve yaşam alanı sunmak gerekmektedir. Bugün gerek emek ve sermaye dengesinin bozulması gerekse toplumsal yaşam biçiminden kaynaklanan sorunlar sebebiyle sosyal adaletin yakalanması noktasında büyük sıkıntılar ortaya çıkmaktadır. Bu noktada sosyal adaletin sağlanması noktasındaki temel hareket noktalarını analiz etmek istiyoruz.
2.3 Emek ve Sosyal Adalet Teorisi
Sosyal adalet ve imkânını müzakere ettiğimizde ilk karşımıza çıkan işçi ve emekçinin haklarının korunması meselesidir. Yaşanabilir bir dünya hedefleniyorsa, adil bir iş bölümü ve adaletli bir ücret sisteminin toplumsal yaşamda hâkim olması gerekmektedir. Adil iş bölümü, liyakat sistemine dayalı bir toplumsal düzenin kurgulanmasını gerektirmektedir. Bu sağlanamadığında toplum üzerinde yapılması gereken doğru uygulamalar da hayata geçemeyeceğinden baştan, sistem çöküşe mahkûmdur. Özellikle yetişmiş insan gücünün doğru değerlendirilmesi, görevlendirmelerde liyakat ilkesine dikkat edilmesi sosyal adaletin en temel şartıdır. İkinci husus ise adil bir gelir dağılımının merkeze alınmasıdır. Zira toplumun ekonomik dengesi bozulduğunda, gelir adaletsizliği yaygınlaştığında, maddi imkânlar bir grup azınlığın elinde olduğunda toplumsal huzur da bozulmaktadır.
Bu nedenle sosyal adaletin gerçekleştirilmesinde en temel unsur, çalışanların haklarının belirlenmesi ve korunmasıdır.
Bu noktada en temel hak, çalışma hakkı ve özgürlüğüdür. Çalışanların temel hakları kadın ve genç işçilerin korunmasına bağlı olarak zaman içinde gelişme göstermiş; sosyal güvenlik hakkı, örgütlenme hakkı, toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı, iş güvencesi hakkı, dinlenme hakkı, işçi sağlığı ve güvenliği hakkı temel sosyal haklar olarak kabul edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti de kendisini “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak tanımladığından herkese insan onuruna yaraşan asgari bir yaşam düzeyi sağlamayı amaçlamaktadır.[27] Bu noktada anayasamızın 49. Maddesine göre; “Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır” ifadesi emeğin ve emekçinin korunmasına yönelik devletin teminatıdır.[28]
İşçi ve Emekçinin Anayasal haklarına kısaca değinecek olursak:
- Sosyal güvenlik hakkı: Anayasa’nın 60. maddesinde düzenlenmiştir: “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir.”
- Örgütlenme hakkı, toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı: Anayasa’da, çalışanların ve işverenlerin, üyelerinin çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için, önceden izin almaksızın, sendikalar ve üst kuruluşlar kurma hakkına sahip bulundukları hükme bağlanmıştır (AY/m.51/1).
- Angarya yasağı: Angarya yasaktır (AY/m.18).
- Asgari ücretin sağlanması ve adil ücret hakkı: Anayasa’nın 55’inci maddesine göre; “Ücret emeğin karşılığıdır. Devlet, çalışanların yaptıkları ise uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır. Asgarî ücretin tespitinde ülkenin ekonomik ve sosyal durumu göz önünde bulundurulur. ”
- Dinlenme hakkı: Anayasa’nın “Çalışma şartları ve Dinlenme Hakkı” başlıklı 50/3. maddesinde; dinlenmenin çalışanların hakkı olduğu ve bundan vazgeçilemeyeceği belirtilmiştir.
- Kadın ve çocukların çalışma şartları açısından korunmasına ilişkin haklar: Anayasa’nın “Çalışma şartları ve Dinlenme Hakkı” başlıklı 50. maddesi uyarınca, “Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz” (AY/m.50/1). “Küçükler ve kadınlar ile bedenî ve ruhî yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar” (AY/m.50/2).[29]
Yukarıda işaret ettiğimiz üzere Türkiye Cumhuriyeti; laik, sosyal hukuk devleti olması vasfıyla vatandaşları arasındaki farklılıkları nesep, mezhep ve cinsiyet farklılıklarını dikkate almaksızın eşit ve özgür yurttaşlık çerçevesini kendisi için belirlemiştir. Bu noktada sosyal devletin sıhhatli bir şekilde işlemesi için bu temel ilkelerin yönetim ve organizasyonlarda dikkate alınması, vatandaşların eğitim ve öğretim süreçlerinin de bu ilkeler çerçevesinde yönlendirilmesi gerekmektedir. Bu yapılmadığı takdirde gerek her grubun kendi aidiyet ve kimlik tasarımlarını merkeze alarak diğerlerini yok sayması, gerekse sosyal ve ekonomik anlamda ortaya çıkacak dengesizlikler toplumsal barışı ve huzuru bozacaktır.
2.4. Kadın Erkek Eşitliği ve Sosyal Adalet Teorisi
Sosyal adalet teorisi birey kavramı üzerinden şekillenmektedir. Birey kavramını kabul ettiğinizde nesep, mezhep ve cinsiyet ayrımcılığı yerine eşit yurttaşlık ilkesini benimsemiş olursunuz. Bu noktada bir diğer husus da eşit yurttaşlık ilkesini benimseyen sosyal devletler, vatandaşları arasındaki dezavantajlı durumları ortadan kaldırmayı ve onların sosyo ekonomik durumlarını belli bir dengeye kavuşturmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle toplumsal hayatta sosyal adalet sağlanmak isteniyorsa, öncelikle özgür ve eşit birey kavramının temellendirilmesi gerekmektedir.[30]
Geleneksel formlardan çıkarak yeni bir boyut kazanan günümüz insanının ilişkiler ağı toplumsal yaşamda da kendisini yeni bir yaklaşım ve anlayışa bırakmaya zorlamaktadır. Ancak geleneksel formlardan kurtulamayanlar bu sorunlara karşı gerçekçi bir tutum sergilemek yerine geriye dönüş ve geçmişin idamesini savunarak sorunlardan kurtulmaya çalışmaktadırlar. Bu da bireyde, ailede ve toplumsal hayatta pek çok sorunun ve kırılmanın tetiklenmesine sebebiyet vermektedir. Geçmiş toplumsal yaşam ile bugünkü toplumsal yaşam arasındaki en belirgin farklılık, kadının aile ve toplumsal sahadaki rolü üzerinde gerçekleşmektedir.
Birey kavramını toplumsal alanda temellendirmediğimizde bunun olumsuz yansımalarını doğrudan kadının eğitim, iş ve yaşam alanlarında görebiliyoruz. Bilgi, görgü ve birikim noktasında iyi yetişemeyen bu kişiler, kendi zihinlerindeki problemleri etraflarındaki ve sorumluluk alanlarındaki insanlara yansıtmakta, kadınların eğitim, iş ve sosyal hayatlarında gelişimlerine engel olmaktadır. Bu da sadece kadının değil, toplumun tamamının olumsuz yönde etkilendiği bir durum ortaya çıkarmaktadır. Özellikle kadın erkek eşitliğine karşı bir tutum sergileyen, bunu yaparken de dini kendisine paravan kılan birçok grup, kadının eğitim ve iş hayatından çekilmesinden, kadına yönelik şiddete ve kız çocuklarının evlendirilmesine kadar varan akıl ve izan dışı söylemleri dillendirmektedir. Bu noktada yapılması gereken bunların anayasaya dayanılarak engellenmesidir.
Kadın erkek eşitliği noktasındaki eksiklikler toplumun en temel sorunlarından birisidir. Yönetimlerin vatandaşlarına karşı uygulamalarında mezhep, nesep ve cinsiyet üzerinden kimlik merkezli bir yaklaşımı benimsemesi, sosyal adalet konusunda pek çok sorununun ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren laiklik ilkesini ve kadın erkek eşitliğini benimsemiş, bunu anayasasının amir hükümleri arasına almıştır.
Son zamanlarda belli kesimler tarafından kadın erkek eşitliği üzerinde söz söylenildiğinde, eşitlik kavramının bu konunda yeterli olmayacağı, bunun adalet kavramıyla karşılanabileceği vurgulanmaktadır. Bu kişiler tarafından gerek örtük, gerekse açık bir şekilde kadınla erkeğin eşit olamayacağı, bunun daha da büyük sorunlara sebebiyet vereceği dillendirilmektedir. Kadın erkek eşitliğini hedef alan bu söylemler geçersiz ve tutarsız bir mantığa dayanmaktadır.
Kadın erkek eşitliğinde hedeflenen, gerek bireysel gerekse toplumsal yapıdan kaynaklanan dezavantajlı durumların, yani eşitsizliğin giderilmesidir. Temel amacı da insanların birbirlerine karşı yaptıkları haksızlıkları ve zulümleri önlemektir. Bu nedenle “kadın erkek eşit değil!” diyenlere aynı şekilde “Bir erkek de diğer erkekle eşit değildir!” denilebilir. Burada bahsedilen eşitlik vurgusu yukarıda da ifade edildiği gibi kanun önünde eşitliktir. Kadının ev yaşamında, iş yaşamında, sosyal hayatında kanunlar tarafından korunması, içinde bulunduğu şartlardan kaynaklanan dezavantajların ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Kadın erkek eşitliğine aykırı söylem ve eylemler, kadının toplumsal yaşamda ayrımcılığa, şiddet ve istismara maruz kalmasına sebebiyet vermektedir.
Sosyal devletin temel vazifelerinden birisinin işçinin ve emeğin korunması olduğunu yukarıdaki bölümde ifade etmiştik. Kadın istihdamı noktasında son yıllarda bir ilerleme olduğu, ancak bu ilerlemenin çoğunlukla yarı zamanlı işlerde gerçekleştiği ifade edilmektedir. Bu tür işlerin genellikle güvencesiz, düşük statülü, düşük ücretli olması ve nitelik gerektirmemesi nedeniyle maddi ve manevi tatmin yaratmadığından, kadının dezavantajlı konumunu giderecek bir çözüm olmadığı görülmektedir.[31]
Kadın istihdamına yönelik yapılan değerlendirmelerde, bu konudaki uygulamaların kadın istihdamını teşvik etmekten ve istihdamda olan kadınlara eşitlik sağlamaktan uzak; hatta bazı yasal düzenleme ve uygulamaların istihdam edilen kadınları çalışmaktan caydırıcı nitelikte olduğu, birey tasarımı üzerinden bir kimlik kurgusu yerine cinsiyet vurgusu ve kurgusu üzerinden bir yaklaşımın öne çıktığı kanaati ifade edilmiştir. Hal böyle olunca anayasamızda ve kanunlarımızda var olan eşitliği teşvik edici yasalar ise kadınların hayatını doğrudan etkilemekten uzak, soyut yasal düzenlemeler olarak kalmakta, uygulamada kadınlara karşı var olan ayrımcı ve dışlayıcı tutumlarda bir dönüşüm yaratmamaktadır.[32]
Esasında yasal düzlemde ulusal ve uluslararası normlar kadın erkek eşitliği ve buna dair sosyal politikalar oluşturulması noktasında belli bir altyapı sunmaktadır. Ancak zihniyet ve uygulama noktasında birey kavramını şekillendirememiş, anlam- landıramamış insanlar kendi uygulama ve sorumluluk alanlarında kanuni ve hukuki alanların dışına çıkarak bu noktadaki kaza- nımları geriye götürmektedir. Bu nedenle öncelikle sosyal adaletin gereği olan bu konudaki kanunların uygulanması, kadın erkek eşitliğine aykırı eylem ve söylemlerde bulunanların engellenmesi gerekmektedir.
Kadın erkek eşitliği ile ilgili alanda sosyal adalet sağlanacaksa, çalışma yaşamı bu konuda büyük önem arz etmektedir. Çalışma yaşamı, toplumsal yaşamın diğer alanlarında da varlık gösterebilmenin temel koşullarından birisidir. Nitekim çalışma yaşamı, sağladığı statü, gelir, sosyal ilişkiler, sosyal güvence, sendikal örgütlenme, yönetime katılma gibi olanaklar ile bireylerin toplum içinde yer almaları gereken süreçleri belirli ölçülerde sunmaktadır. Çalışma yaşamının dışında olmak ise kadınlar için gelir, statü ve sosyal ilişkilerde sosyal dışlanma riski barındırır.[33]
Bugün kadın erkek eşitliği tecrübemize baktığımızda bir taraftan yasalar ve amir hükümler bunu emrederken, buna uygun olmayan söylem ve uygulamalar meseleyi içinden çıkılamaz hale sokmaktadır. Osmanlı Modernleşmesi ve Cumhuriyet Türkiye’sinde birçok aşama kat edilen kadın hakları konusunda, köyden kente yoğun göçün ve bu göçe ilave olarak da kimlik ve yaşam biçimi olarak modernleşme tecrübesi geçirmemiş mülteci akınıyla karşılaşıldığı için büyük bocalama yaşanmaktadır. Bu nedenle ivedilikle bu noktadaki kaza- nımların korunması ve ilerletilmesi noktasında önlemler alınması gerekmektedir. Bu noktadan sonra geleneksel toplum koşullarına dönülemeyeceğine göre bireyde, ailede ve toplumda derin toplumsal yaralar açılmak istenmiyorsa, konunun uzmanları tarafından yapılan değerlendirmelere, tarih ve toplum tasavvuruna sahip bilim insanlarının konu hakkındaki görüşlerine müracaat etmek gerekmektedir.
2.5. Türk İslam Kültür Tasavvurundan Hareketle Sosyal Adaletin İmkânı
Türk İslam kültürü, sistemini adalet ilkesi üzerinden kurgulamayı hedeflediğinden, sosyal adaletin tesisi noktasında teorik temellendirmeleri geleneğimizdeki alt yapıdan hareketle de kurgulayabiliriz. Gerek İslam’daki adalet tasavvuru, gerekse Türk kültüründeki Töre kavramı, adaletin Türk kültürü ve siyasal yapısı açısından önemini ortaya koymaktadır. Özellikle hakkın, hukukun ve adaletin sağlanması, Türk ve İslam Kültürü açısından vaz geçilmez temel değerlerdir. Emeğin hakkının korunması, işin bilene verilmesi, toplumda zayıf ve kimsesizlere destek olunması bizim kültürümüzün esaslı unsurlarıdır. Bugün yapılması gerekense geleneğimizde vücut bulan bu unsurlara modern dönemdeki birikimden de istifade ederek hukuki zeminin sağlamlaştırılması ve toplumsal hafızadaki yerini koruyarak daha ileriye taşınmasını sağlamaktır.[34]
Özellikle kadın hakları konusunda kendi geleneğimizdeki birikimden yararlanılmalı, gerek Türk kültürünün gerekse İslam kültürünün kendi dönemine göre ilerici bakış açısı daha ileriye taşınmalıdır. Orhun Abdideleri bu anlamda, Türk kültüründeki kadın erkek eşitliğinin en büyük vesikasıdır.
“Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İltiriş Kağanı, annem İlbilge Ha- tunu göğün tepesinde tutup yukarı kaldırmış olacak.” ifadeleriyle, milletin devamlılığının ve muvaffakiyetinin kadın ve erkeğin birlikte hareket etmesine bağlı olduğu vurgulanmıştır. Özellikle de Türk kültüründe hâkim olan tek eşlilik anlayışı, kadın ve erkeğin eşit bireyler olarak değerlendirilmesi Türk kültürü ve aile yapısı açısından örneklik teşkil eder.[35]
Din tasavvurumuza baktığımız zaman, emeğin korunması ve kadın hakları konusunda yüce dinimiz İslam’ın Arap tarihine ve kültürüne müdahalede bulunduğunu ve belli bir sistem üzere bunları ıslaha giriştiğini görmekteyiz. Özellikle Hz. Peygamberin kız çocuklarına karşı yapılan kötü muameleyi doğrudan ortadan kaldırması, eşinin ticaretle uğraşması ve saygın kişiliğiyle toplumda birey olarak kabul görmesi önemli unsurlar apaçık ortadayken Türkiye’de Arap Bedevi kültürünü İslam dini ile aynileştiren belli çevreler bu örnekler yerine Kur’an’da da eleştiri konusu olan Bedevi kültürü üzerinden din ve tarih inşa etme çabasına girişmektedir. Hâlbuki İslam’ın Türk yorumu, Kur’an ve Peygamber tefekkürünü en doğru biçimde anlayarak bir medeniyet tasarımı ortaya koymuştur. Bu anlamda eşitlik ve özgürlük merkezli bir din ve dünya tasarımı oluşturma noktasında Türk İslam Ahlak Tasavvurunun bizlere yeterli örnekler sunduğu kanaatindeyiz. Bugün yapılması gereken, bu örneklerden hareketle günümüz insanının ihtiyaç duyduğu sosyal ve psikolojik gereksinimleri karşılayacak bir yoruma ulaşmaktır.[36]
Türkiye’de özellikle dini grupların ekonomik ve sosyal açıdan güç kazanmasıyla bir taraftan kız çocuklarının eğitim ve iş yaşamına girişi artarken, diğer taraftan kadın karşıtı söylem ve eylemler aynı yapılar içindeki cemaat ve tarikat örgütlenmeleri tarafından dillendirilmektedir. Bu gruplar arasında konu hakkında farklı düşünenler olmasına rağmen yüksek sesle itiraz etmek yerine kadın erkek eşitliğine karşı olan söylem hâkim görüş olarak kabul görmekte, her geçen gün bu konudaki etkileri artmakta ve baskı grupları oluşturulmaktadır. Bu da günümüz Türkiye’sinde bireysel, ailevi ve toplumsal sahada ileriye dönük çatışmaları ve huzursuzlukları beslemektedir.
Özellikle kamuda sorumluluk sahibi insanların Türkiye’nin toplumsal gerçeklerini ve yeni neslin bakış açısını dikkate alarak konuya eğilmesi ve çözüm önerileri ortaya koyması gerekmektedir. Bu toplumsal gerçeklik kabul edilmeyip buna uygun çözümler üretmek yerine, aksi istikamet zorlanırsa, toplumsal hayattaki çatışmalar artarak devam edecektir. Zira günümüz şartlarında kadın ve erkeğin izole bir yaşam sürmesine imkân yoktur; toplumsal hayatın her aşamasında bir arada bulunmak zorunluluğu vardır. Burada yapılması gereken kadın ve erkeğin toplum içindeki tutum ve davranışlarının birey kavramı üzerinden şekillendirilerek, eşitlik ve özgürlük merkezli ele alınması ve uygulamaların bu yönde düzenlenmesidir.[37]
Sonuç
Sosyal adalet kavramı, bugün gerek bireysel olarak gerekse toplumsal olarak birçok yeni anlayış ve tasavvurların oluştuğu, emek ve sermaye dengesinin bozulduğu, gelir adaletsizliğinin yaygınlaştığı bir dünyada toplumların ve devletlerin varlıklarını sürdürmeleri noktasında büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle sosyal adaletin gerçekleşmesi noktasında adalet, eşitlik ve özgürlük kavramlarının toplumsal bilinçte anlamlı hale getirilerek, eğitim ve öğretim süreçlerinin bir parçası olarak ele alınması gerekmektedir.
Birey kavramı merkeze alındığında toplumsal adaletin en temel hareket noktası da sağlanmış olmaktadır. Vatandaşlarını mezhep, nesep ve cinsiyet ayrımcılığından koruyarak eşit ve özgür yurttaşlar haline getiren bu anlayışta bireyler hesap verme ve hesap sorma noktasında kanunların kendilerine tanıdığı hakları sonuna kadar kullanabilen kişiler olarak karşımıza çıkar.
Bu kavramsal bilinçlenme sağlandıktan sonra sosyal adaletin ve sosyal devletin gerekleri yerine getirilebilir. Yoksa sadece kanunları buna uygun hale getirmek, sosyal adaletin gerçekleştirilebileceği anlamına gelmemektedir.
Türkiye olarak üç yüz yıllık bir modernleşme tecrübesine sahip olmakla Türkiye Cumhuriyeti’ni laik, sosyal, hukuk devleti olarak kurguladık. Özellikle İslam ülkeleri arasında sorunlarla doğrudan karşılaşan ve çözüm önerileri sunan bir tarihsel birikimimiz olması sebebiyle bu birikimi heba etmemeliyiz. Anayasamızın ve kanunlarımızın koruma altına aldığı haklarımızın arkasında durmalı ve toplumu bu noktada aydınlatma görevini fert fert yerine getirmemiz gerekmektedir.
Toplumun sosyal adalet ve sosyal devlet algısına baktığımızda yardımlaşma, yardım kuruluşları üzerinden bir sosyal adalet tasarımı kurgusu öne çıkmaktadır. Hâlbuki sosyal devletin asli amacı, yardım olmayıp, bilakis insanları yardıma muhtaç hale düşürmeyecek düzenlemelerin yapılmasını sağlamaktır. Toplumsal sahada her şeyi devletten bekleyen, belli bir siyasi ve dini yapıya yakın durarak oradan aldıklarıyla varlığını sürdüren yapılanmalar feodal yapının ve kula kulluk anlayışının tezahürleridir. Sosyal devlet ise vatandaşlarını bireysel ve toplumsal sahada koruyan, kendini gerçekleştirmesine imkân tanıyan, başkaları tarafından değil de kendi hakları ve emekleriyle bir şeyleri başarabilme olanağı sunan devlettir. Bu nedenle de gerek eğitim, gerek ekonomi gerekse de kimlik tasarımı noktasında topluma belli bir adalet ve hukuk sistemi getirmiş, liyakat sistemini merkeze almış bir yapılanmadır.
Devletin hukuki ve adli sistemi içerisinde çeşitli çıkar gruplarının örgütlenme çabası, bireyi ve sosyal devlet anlayışını ortadan kaldıracağından devlet açısından güvenlik tehdidi oluşturduğu gibi, toplumsal hayatta da kırılmaları pekiştirmektedir. Bu nedenle laik, sosyal hukuk devleti, kişilerin inanç alanlarına ve uygulamalarına hoşgörü ile yaklaşmakla birlikte hukuk dışı her tür yapılanmaya karşı gerekli tedbirleri alır. Böylece vatandaşının mağdur duruma düşmesini daha işin başında engelleyerek devletin işleyişini de teminat altına almış olacak, bu tür oluşumların kemikleşmesinin önüne geçmiş olacaktır.
Sosyal adalet ve sosyal devletin temelinde devletin hukuki ve insani düzenlemeleri olduğu kadar bireyin ve sivil toplumun da önemli rolü vardır. Özellikle birey olmayı benimsemiş; nesep, mezhep ve cinsiyet ayrımcılığı yapmayan bir vatandaşlık tasavvuru sosyal adaletin gerçekleştirilmesinin temel hareket noktasıdır. Buna devamında bu bilişsel düzeye ulaşmış vatandaşların birliktelikler oluşturarak hak ve özgürlüklerini savunma iradesi de sosyal devletin varlığını ve devamlılığını pekiştirecek temel unsurdur. Sivil toplum örgütü olarak, işçinin ve emekçinin hakkını korumak üzere ortaya çıkan sendikal yapılanmalar da siyasi mülahazalardan sıyrılarak işçinin ve emekçinin hakkını korumaya yoğunlaş- malıdır. Sosyal ve ekonomik durumu belli bir düzeye ulaşan insanlar, hak ve özgürlüklerini daha sağlam bir irade ile savunabilirler. Bu nedenle bizler gerek bireysel, gerekse toplumsal sahada kişinin kendini gerçekleştirmesini merkeze alan bir anlayışı benimsemeli, adaletin kişinin sadece kendisi için istenen bir durum olmayıp başkalarının hak ve hukukunu güvenceye almak olduğu ortaya koymalıyız.
Kaynakça
Ağaoğullan, Mehmet Ali, Eski Yunanda Siyaset Felsefesi, Vteori Yay., Ankara 1989.
Akarsu, Bedia, Ahlak Öğretileri I-Mululuk Ahlakı, İÜEF Yay., İstanbul 1970.
Akyol, Aygün, Kutadgu Bilig’de Ahlak ve Siyaset, Araştırma Yay., Ankara 2013.
Akyol, Aygün, İbn Haldun’da Kültür ve Medeniyet Tasavvuru, Ankara 2019.
Akyol, Aygün, “Türk İslam Ahlak Tasavvurunda Kutadgu Bilig’in Rolü”, Kutadgu Bilig ve Türk İslam Kimliği, İTO Yay., İstanbul 2019.
Akyol, Aygün, “Türk Din Tasavvurunda Sevgi ve Gönül -Yesevi Merkezli Bir İnceleme-”, Geçmişten Günümüze Türkistan Tarih, Kültür ve Medeniyet Sempozyumu, Ankara, Türkistan 2019.
Akyol, Aygün, “Gençliğin Dindarlık Tasavvuru ve Deizm Tartışmaları”, Günümüz Gençliğinin Zihin Problemleri, ed.: İbrahim Maraş, İsmail Erdoğan, Kitap Dünyası Yay., İstanbul 2019.
Akyol, Aygün, İslam Ahlak Felsefesi -Birey ve Özgürlük Merkezli Bir İnceleme, Kutadgubilig Dergisi -Ahlak/Etik Özel Sayısı, Aralık 2017, ss. 87-106.
Akyol, Aygün, “Bir Yenileşme Hareketi Olarak İslamcılık ve Analizi -Said Halim Paşa Merkezli Bir İnceleme-“, 2. Türk İslam Siyasi Düşüncesi Kongresi Bildiriler Kitabı, 26-28 Ekim 2017, Kütahya 2018, s. 253;
Akyol, Aygün, “Şehrezûrî ve Adalet Anlayışı”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fklt. Dergisi, 2008/1, c.
7, sayı: 13.
Akyol, Aygün, “Ahlâk-ı Nâsırî’de Ahlâk ve Siyaset İlişkisi: Sevgi Erdemi Merkezli Bir Okuma”, Değerler Eğitimi Dergisi, c. 10, no: 24, Aralık 2012, s. 18.
Akyol, Aygün- Uyanık, Mevlüt-Arslan, İclal, İslam Felsefesi Tanımlar Sözlüğü, ed.: Aygün Akyol, Elis Yay., Ankara 2016.
Aristoteles, Politika, çev.: Mete Tuncay, Remzi Kitabevi, İstanbul 1975
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, çev. Saffet Ba- bür, Bilgesu Yay., Ankara 2007.
Aristoteles, Eudemos’a Etik, çev.: Saffet Babür, Dost Kitabevi, Ankara 1999.
Aydın, M. Kemal-Çakmak, Eyüp Ensar, “Sosyal Devletin Temelleri”, Bilgi Dergisi, Yaz 2017, sayı: 34.
Ayhan, Alanur, “Eşitlik İlkesi ve Tarihçesi -Türkiye’de Kadın Erkek Eşitliği ve Eşitsizliği-“, Hukuk Gündemi Dergisi, 2009/3.
Bedir, Eyüp, “Sosyal Politikaya İlişkin Genel Bilgiler ve Sosyal Politikanın Araçları”, Sosyal Politika içinde, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yay., Eskişehir 2014.
Çağrıcı, Mustafa, “Adalet”, DİA, , T.D.V. Yay, İstanbul, 1988, c. 1.
Çağrıcı, Mustafa, İslam Düşüncesinde Ahlak, MÜİFV. Yay., İstanbul 1989.
Cevizci, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Ekin Yay., Ankara 1996.
Ergin, Muharrem, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yay., İstanbul 2011.
Fahri, Macit, İslam Ahlak Teorileri, çev.: Muammer İskenderoğlu-Atilla Arkan, Litera Yay., İstanbul 2004.
Fârâbî, Fususu’l-Medenî, neşr, D.M. Dunlop, çev.: Hanifi Özcan, DEÜ. Yay., İzmir 1987.
İbn Manzur, Lisânu’l-Arap, Daru’s-Sadr Yay., Beyrut 1990, c. 11.
İbn Miskeveyh, Ahlakı Olgunlaştırma, çev.: Ab- dulkadir Şener-İsmet Kayaoğlu-Cihad Tunç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1983.
İleri, Ülkü, “Sosyal Politikalarda Kadın ve Cinsiyet Ayrımcılığı İle İlgili Başlıca Uluslararası ve Ulusal
Hukuki Düzenlemeler”, Hak-İş Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, cilt: 5, Yıl: 5, Sayı: 12 (2016/2).
Uyanık, Mevlüt, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yay., Ankara 2012.
Uyanık, Mevlüt, “Adalet Kavramı Merkezinde Eşitlik ve Özgürlük İlişkisinin Felsefi Analizi”, İstanbul Barosu ve Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi (HFSA), İstanbul Barosu Yay., İstanbul 2010.
Uyanık, Mevlüt-Akyol, Aygün, İslam Ahlak Felsefesi Elis Yay., Ankara 2013.
Platon, Devlet, çev.: Selahattin Eyüboğlu-M. Ali Cimcoz, Remzi Kitabevi, İstanbul 1971.
Şehrezurî, Resâilü’ş-Eş-Şecereti’l-İlâhiyye fi Ulu- mi’l-Hakâiki’r-Rabbâniyye, thk. Necip Görgün, Elif Yay., İstanbul 2004, c. II.
Topakkaya, Arslan, “Bir Söylem Olarak Sosyal Adalet Kavramı?”, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt I, Sayı:2, Kayseri, 2006.
Tusî, Nasîreddin, Ahlâk-ı Nasırî, çev.: Anar Gafa- rov-Zaur Şükürov, edit.: Tahir Özakkaş, Litera Yay., İstanbul 2007.
Yay, Serdar, “Tarihsel Süreçte Türkiye’de Sosyal Devlet”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi, c. 3, sayı: 9, Kış 2014.
Yücesoy, Yasemin, Musa Demir, Çalışma Yaşamında Haklar -El Kitabı-, Uluslararası Çalışma Ofisi Yay., Ankara 2011.
Dipnotlar
[1] Prof. Dr. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Felsefesi Anabilim Dalı, [email protected]
[2] İbn Manzur, Lisânu’l-Arap, Daru’s-Sadr Yay., Beyrut 1990, c. 11, s. 430; Mustafa Çağrıcı, “Adalet”, DİA,, T.D.V. Yay, İstanbul, 1988, c. 1, s. 341; Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Ekin Yay., Ankara 1996, s. 11; Mevlüt Uyanık, Felsefi Düşünceye Çağrı, Elis Yay., Ankara 2012, s. 203.
[3] Platon ve Aristoteles’in düşüncesinde “adalet” kavramının ele alınışıyla ilgili olarak bk. Platon, Devlet, çev.: Selahattin Eyüboğlu-M. Ali Cimcoz, Remzi Kitabevi, İstanbul 1971, 427e, 430e; Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, çev. Saffet Babür, Bilgesu Yay., Ankara 2007, pn.: 1109a, 1119b, 1129b, 1134a; Mehmet Ali Ağaoğulları, Eski Yunanda Siyaset Felsefesi, Vteori Yay., Ankara 1989, s. 235; Şehrezurî, Resâilü’ş-Eş-Şecereti’l-İlâhiyye fi Ulumi’l-Hakâiki’r-Rabbâniyye, thk. Necip Görgün, Elif Yay., İstanbul 2004, c. II, s. 55; Macit Fahri, İslam Ahlak Teorileri, çev.: Muammer İskenderoğlu-Atilla Arkan, Litera Yay., İstanbul 2004, ss. 94-100; Bedia Akarsu, Ahlak Öğretileri I-Mululuk Ahlakı, İÜEF Yay., İstanbul 1970, s. 83, 84, 102, 103.
[4] Bk. 6/En’âm Suresi, 115; 12/Yunus Suresi, 4-54; 16/Nahl Suresi, 90; 33/Ahzâb Suresi, 5.
[5] Bk. 3/Âl-i İmrân Suresi, 18; 4/Nisâ Suresi, 135; 5/ Mâide Suresi, 8-106; 6/En’âm Suresi, 152; 65/Talâk Suresi, 2.
[6] Bk. 3/Âl-i İmrân Suresi, 21; 4/Nisâ Suresi, 58, 5/ Mâide Suresi, 42-95; 7/A’râf Suresi, 29-159-181, 8/ Enfâl Suresi, 58; 10/Yunus Suresi, 47; 16/Nahl Suresi, 76; 22/Hac Suresi, 25; 42/Şûrâ Suresi, 15; 49/Hucurât Suresi, 9; 55/Rahmân Suresi 9; 57/Hadîd Suresi, 25; 60/Mümtehine Suresi, 8.
[7] 4/Nisâ Suresi, 3-127; 6/En’âm Suresi,152.
[8] 2/Bakara Suresi, 143.
[9] 35/Fâtır Suresi, 32.
[10] Mustafa Çağrıcı, “Adalet”, c. 1, s. 341; Aygün Akyol, “Şehrezûrî ve Adalet Anlayışı”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2008/1, c. 7, sayı: 13, s. 98, 99.
[11] Şehrezurî eş-Şeceretü’l-İlâhiyye, c. II, s. 10; Fârâbî, Fususu’l-Medenî, neşr, D.M. Dunlop, çev.: Hanifi Özcan, DEÜ. Yay., İzmir 1987, ss. 52-54; İbn Miskeveyh, Ahlakı Olgunlaştırma, çev.: Abdulkadir Şener-İsmet Kayaoğlu-Cihad Tunç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara 1983, ss. 102-107; Nasîreddin Tusî, Ahlâk-ı Nasırî, çev.: Anar Gafarov-Zaur Şükürov, edit.: Tahir Özakkaş, Litera Yay., İstanbul 2007, s. 90, 294, 295; Mustafa Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, MÜİFV. Yay., İstanbul 1989, s. 75, 89; Aygün Akyol, Mevlüt Uyanık, İclal Arslan, İslam Felsefesi Tanımlar Sözlüğü, ed.: Aygün Akyol, Elis Yay., Ankara 2016, ss. 25, 26.
[12] X. Kanun önünde eşitlik MADDE 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 12/9/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. (Ek fıkra: 12/9/2010-5982/1 md.); Aygün Akyol, “Gençliğin Dindarlık Tasavvuru ve Deizm Tartışmaları”, Günümüz Gençliğinin Zihin Problemleri, ed.: İbrahim Maraş, İsmail Erdoğan, Kitap Dünyası Yay., İstanbul 2019, ss. 223¬254.
[13] Alanur Ayhan, “Eşitlik İlkesi ve Tarihçesi -Türkiye’de Kadın Erkek Eşitliği ve Eşitsizliği-“, Hukuk Gündemi Der¬gisi, 2009/3, s. 46.
[14] Alanur Ayhan, age, s. 48
[15] Uyanık, Akyol, İslam Ahlak Felsefesi, s. 186
[16] Mevlüt Uyanık, “Adalet Kavramı Merkezinde Eşitlik ve Özgürlük İlişkisinin Felsefi Analizi”, İstanbul Barosu ve Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi (HFSA), İstanbul Barosu Yay., İstanbul 2010, ss. 207-208, 296-309; Uyanık, Akyol, İslam Ahlak Felsefesi, Elis Yay., Ankara 2013, s. 188.
[17] İnsan kelimesinin kökeni ile ilgili iki yorum bulunmaktadır. Bunlardan birisi ünsiyet kelimesinden hareketle açıklanır, diğeri ise, nisyan kelimesinden hareketle açıklanmıştır. Ünsiyet kelimesi, insanın birbirine yakın olma isteğini ifade etmek için kullanılmıştır. Nisyan kelimesi ise, insanın unutkanlığına yapılan vurguyla açıklanmıştır. Ünsiyet kelimesinden hareketle yapılan açıklamaya göre, insanın insan olmasını sağlayan şey, ünsiyet yani bir arada yaşama arzusudur. Bu da kendi türünden insanlarla bir arada yaşama ve birlikte olma iradesi üzerine kuruludur. Tusi, Ahlak-ı Nasıri, s. 252; Aygün Akyol, “Ahlâk-ı Nâsırîde Ahlâk ve Siyaset İlişkisi: Sevgi Erdemi Merkezli Bir Okuma”, Değerler Eğitimi Dergisi, c. 10, no: 24, Aralık 2012, s. 18.
[18] Aristoteles, Politika, Çev.: Mete Tuncay, Remzi Kitabe- vi, İstanbul 1975, s. 9, 85; Eudemos’a Etik, çev.: Saffet
[19] Arslan Topakkaya, “Bir Söylem Olarak Sosyal Adalet Kavramı?”, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt I, Sayı:2, Kayseri, 2006, s. 97, 99.
[20] Arslan Topakkaya, “Bir Söylem Olarak Sosyal Adalet Kavramı?”, s. 97, 99.
[21] Arslan Topakkaya, “Bir Söylem Olarak Sosyal Adalet Kavramı?”, s. 100.
[22] Arslan Topakkaya, “Bir Söylem Olarak Sosyal Adalet Kavramı?”, s. 100.
[23] M. Kemal Aydın, Eyüp Ensar Çakmak, “Sosyal Devletin Temelleri”, Bilgi Dergisi, Yaz 2017, sayı: 34, s. 4.
[24] Aydın-Çakmak, “Sosyal Devletin Temelleri”, s. 3, 4
[25] Aydın-Çakmak, “Sosyal Devletin Temelleri”, s. 3, 4.
[26] Serdar Yay, “Tarihsel Süreçte Türkiye’de Sosyal Devlet”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi, c. 3, sayı: 9, Kış 2014, s.148, 149.
[27] Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Madde 2 – “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
[28] Yasemin Yücesoy, Musa Demir, Çalışma Yaşamında Haklar -El Kitabı-, Uluslararası Çalışma Ofisi Yay., Ankara 2011, s. 9, 10; Eyüp Bedir, “Sosyal Politikaya İlişkin Genel Bilgiler ve Sosyal Politikanın Araçları”, Sosyal Politika içinde, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yay., Eskişehir 2014, s. 3
[29] Yasemin Yücesoy, Musa Demir, Çalışma Yaşamında Haklar -El Kitabı-, s. 9, 10
[30] İslam Ahlak Felsefesi açısından birey ve özgürlük merkezli bir İslam Ahlak Tasarımı için bkz.: Aygün Akyol, İslam Ahlak Felsefesi -Birey ve Özgürlük Merkezli Bir İnceleme, Kutadgubilig Dergisi -Ahlak/Etik Özel Sayısı, Aralık 2017, ss. 87-106.
[31] Ülkü İleri, “Sosyal Politikalarda Kadın ve Cinsiyet Ayrımcılığı İle İlgili Başlıca Uluslararası ve Ulusal Hukuki Düzenlemeler”, Hak-lş Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, cilt: 5, Yıl: 5, Sayı: 12 (2016/2), s. 130
[32] Ülkü İleri, “a.gm”, s. 130, 133.
[33] Ülkü İleri, “a.g.m”, s. 135.
[34] Aygün Akyol, Kutadgu Bilig’de Ahlak ve Siyaset, s. 32, 120; ag. mlf., “Türk İslam Ahlak Tasavvurunda Kutadgu Bilig’in Rolü”, Kutadgu Bilig ve Türk İslam Kimliği, İTO Yay., İstanbul 2019, s. 55, 56; ag. mlf., İbn Haldun’da Kültür ve Medeniyet Tasavvuru, Ankara 2019, s. 120.
[35] Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yay., İs¬tanbul 2011, s. 15, pn .: 11.
[36] Aygün Akyol, “Türk Din Tasavvurunda Sevgi ve Gönül -Yesevi Merkezli Bir İnceleme-”, Geçmişten Günümüze Türkistan Tarih, Kültür ve Medeniyet Sempozyumu, Ankara, Türkistan 2019, s. 95; Akyol, Ibn Haldun’da Kültür ve Medeniyet Tasavvuru, s. 131.
[37] Aygün Akyol, “Bir Yenileşme Hareketi Olarak İslamcılık ve Analizi -Said Halim Paşa Merkezli Bir İnceleme-“,
2. Türk İslam Siyasi Düşüncesi Kongresi Bildiriler Kitabı, 26-28 Ekim 2017, Kütahya 2018, s. 253; Aygün Akyol, “Gençliğin Dindarlık Tasavvuru ve Deizm Tartışmaları”, s. 229.
————————————–
[i] AKYOL, Aygün. “Bireysel ve Toplumsal Hayatta Sosyal Adaletin Yeri.” Türk Medeniyeti: Sf. 33-50