Anadolu Rönesansının düşünce perspektifinin temelinde bilim olmalıdır. Bilimsel gelişmeye endeksli tarım ve çağdaş bilgi düzeyini yakalamayı hedef edinen eğitim konuları, zihnimizde yeşertmeye çalıştığımız Rönesansın en önemli alanlarıdır. Ülke gerçeği olarak henüz sanayileşmeyi tamamlayamadığımızdan ve önemli bir tarım tecrübemiz bulunduğundan, çalışmaya en iyi bildiğimiz alandan başlamak en akıllıca olacaktır. Eldeki bu birikimimizi eğitimimizi canlandırmak ve eksik taraflarımızı kapatmak için kullanabiliriz. Bilimsel gerçekler, bilimsel anlamda geldiğimiz seviye, bu bilimsel erişkenlik seviyesinin gerektirdikleri, bizim aydınlanma ve kalkınma dinamiklerimiz olmalıdır. Nasıl ki her bilimsel buluş, diğer bir bilimsel çalışmanın ilk basamakları kategorisinde sayılır ve diğer bir buluşa kapı aralarsa aynen öylede elde ettiğimiz bilimsel birikim, hayalini kurduğumuz toplumsal aydınlanma ve kalkınmanın ivme verici gücü mesabesinde anlaşılmalıdır.
Bizim hayal ettiğimiz dünya, kendi güneş sistemimiz içerisinde kalan yerküresinden ibaret olan dünyamızın çok ötesinde, Samanyolu galaksisini de aşarak diğer galaksilerle iletişim içerisinde olacak, nötron-protondan oluşan maddenin hızını ve kavramını aşarak düşünce platformlarında gezebilecek, belki antimadde gerçekliğine ulaşacak, varlığın yeni boyutlarını tanıyabilecek, onlarla bir şekilde iletişi-me geçebilecek ufukta olmalıdır. Aksi takdirde içeri-sinde esir kaldığımız dünya temelli bir Rönesans hayali bizi bir gün ozon gazının yeterli salınmama durumunda yok oluşa götürecek, düşünsel anlamda evrenle aşık atan insanı kendi sorunları içerisinde boğacaktır. Işık hızının çok ötesinde düşünme hızına sahip olan insan düşünme gücünü ortaya çıkarmak ve bu güçle etrafını yorumlamak zorundadır.
Görünen o ki, mevcut insan insani beden gücünün sınırlı etki gücüyle ve eksikleriyle hayallerine ulaşabilmesi mümkün görünmemektedir. İnsanı uzaya taşıyacak olan düşünce gücüdür. İnsanı evrenin bilinmezleriyle buluşturacak güç düşünme gücüdür. İnsanı evrenin sonsuz boyutlarıyla tanıştırabilecek güç düşünme gücüdür. En kolay yapabildiğimiz şey. Herkesin yapabildiği şey, düşünebilmek. Ya düşüncede yoğunlaşmak?. İşte bu epey zor. Ve asıl yapılması gereken eylem bu. Bu çok emek istiyor. Bu çok fazla bilgi, çok fazla tecrübe istiyor. Bunu yapmak zorundayız. Düşüncede yoğunlaşmak, yoğunlaşmak ve amacımıza ulaşmak zorundayız.
Günümüze kadar biriken insanlık tecrübesini dikkate alarak, binlerce yıldır oluşan insanlık bilim tecrübesini değerlendirerek, onlardan faydalanarak, onları basamak yaparak yeni ufuklara, yeni boyutlara yelken açmamız gerekiyor. Çünkü insan yerinde sayan bir varlık değil, değişen, gelişen ulaşan ve erişen bir varlıktır. Ruhumuzda var olan sonsuzluk çırağını yakarak, bedenimizi ruhumuzun düşünce otobanına teslim etmeli, sonsuzluk koridorlarına çıkmalıyız. O otobanda nasıl ilerleyeceğimize dair ruhumuz bize yol gösterecektir. Maddenin katılaşmış halinin yaşandığı dünyamızdan maddenin farklı hallerinin var olduğu ve yaşandığı evrenin gizli boyutlarına bu yolla erişebiliriz. Düşüncemiz burada üzerine düşeni yapacak, varlığımıza yol gösterecektir.
Rönesansımızın temelinde etrafımızı kuşatan varlığa dair bilgiler olmalı derken, öncelikle ayaklarımızın sağlam yere basması gerektiğinden başlangıç noktamız, düşüncelerimizin ürettiği bilimsel kurallar ve gerçeklerin varlığını kabullenmemiz gerektiğidir. Dünyamızda ve ötesinde var olan, keşfettiğimiz fizik kuramları, biyoloji kuramları, matematik kuramları ve yok sayamayacağımız başka kuramlar. Ve de henüz keşfedemediğimiz kuramlar. Keşfedilmesiyle hayatımızı değiştirebilecek kuramlar. Keşfedilmesiyle dünyamızı değiştirecek kuramlar. Bu kuramları keşfetmek ve ruhumuzun arkasında sonsuzluğa açılacak hayaller görmeye başlamamız gerekiyor. Bu hayalleri görmeyeli çok oldu. Kendi düşünce gücümüzü unutalı çok oldu. Bu gücü hatırlamalı, düşünce atına binerek uçsuz bucaksız evrene yelken açmalıyız. Bunun zamanı gelmiştir. Düşüncelerimiz bizi böyle bir zorunluluğa itiyorsa diyebiliriz ki, düşüncelerimizin atına binme zamanı gelmiştir.
Türkiye sahip olduğu toprak kalitesi ve verimliliği yönüyle tarımın her çeşidine acilen dönüş yapmalı ve üretim kalitesini artırmalıdır. Modern tarım vasıtasıyla beklenen rekoltelerin üzerine çıkmalı, özellikle gıda ürünlerinde ithalatçı konumdan ihracatçı konuma geçmelidir. Hammadde anlamında yeterli toprağımız vardır. Eğer toprağın üretim kabiliyetine ve sulama kapasitesine göre gerekli organize yapılır ve bilinçli tarıma geçilebilirse kısa zamanda tarım zengini bir ülke bile olabiliriz.
Bu zenginliğe ulaşmak için yapılması gerekenler arasında öncelikle tüm bölgelerimizdeki ekilebilir alanların imar statüleri iptal edilmeli, tarım tedbirleri kapsamında ekilmeye teşvik edilmelidir. Bu kapsamda şehir planlamaları ekime uygun olmayan yüksek yerlere kaydırılmalıdır. Tarımla beraber hayvancılıkta canlanacak, et ve süt ürünleri ekonomiye can suyu olacaktır. Bu anlamda mezun olan ve henüz işi bulunmayan zıraat mühendisleri bulunacak çare tedbirlerle ekim dikim yapacak insanlara kılavuzluk yapabilirler ve bu sayede kendi ihtiyaçlarını giderecek maddi imkanlara kavuşabilirler.
Tasarlamakta olduğumuz aydınlanma perspektifi kendi toprak sınırlarımızı aşarak küreselle buluşabilmeli, küresel sorunların çözümüne ışık tutmalıdır. Öncelik kendi insanımızın bilim ufkunu geliştirerek elinden geldiğince her bireyin genel aydınlanma içerisinde katkı sağlayabilecek şekilde kendi yerini belirleyebilmelidir.
Her birey aydınlanma hareketine katılabilme ve destek verebilme bilincinde olarak, tecrübe edinmiş olduğu alanlarda kendini geliştirerek süreç içerisinde destek için hazır bekleyecektir. Yetişmiş ve gelişmiş, bilinçli insanlarımız kendi sorunlarımız paralelinde küresel sorunlara da ışık tutacak ve bu sorunların çözümünde katalizör görevi üstlenecektir. Yukarıdaki satırlardan anlaşılacağı üzere bu süreç uzun bir dönemi alabilir. Sabırla önümüze çıkan engelleri birer birer aşarak, zihnimizde tasarladığımız hedefimize ulaşmaya her gün biraz daha yaklaşacağız.
İnsanlık bilim tarihinde anlatıldığı üzere son 3000-4000 yıl içerisinde Homo sapiens olarak geliştirdiklerimiz, ürettiklerimiz zihnimizden film şeridi gibi geçmeli, dönemeçlere tekrar tekrar bakarak, ilham alınacak noktalara yeniden dikkat çekerek, takıldığımız konulara biraz daha yoğunlaşmalıyız. Sümerlerden tutunda, Babillere, Hattuşaşlılara, Mısırlılara, Yunanlılara, Uzak Doğunun gizemli geçmişine geri dönerek kaçırdığımız ayrıntıları yerine koymak ve bir bütün olarak küresel sorunlarla başa çıkmasını öğrenmemiz gerekecek.
Kendi eksikliklerimizi tamamlarken özellikle 20.asırda dünyamızda yaşanan milliyetçilik akım-larının düştüğü hataya düşmeden tüm insanlığı topyekun kucaklayabilme erdemini gösterebilmeliyiz. Bilindiği üzere 20.asrın zor günlerinde şovenist beklentilerle ortaya çıkan ırkçılar, insanlardaki milliyetçi duyguları öç ve intikam almak üzere harekete geçirerek onların arasına nifak tohumları atmış, böylece onları bölerek parçalamış ve kanlı emellerine ulaşmışlardır. Özellikle 1920-1950 yılları arası Alman kafatasçı Hitler ve İtalyan Mussolini önderliğinde gelişen aşırı milliyetçi akımlar bazı imparatorlukların sonunu hazırlamış, ulusların paramparça olmalarına zemin hazırlamıştır. Bu uğurda birçok insan katledilmiş, evsiz barksız bırakılmıştır. Bu olup bitenlerin tekrar yaşanmaması için, insanları, milletleri birbirine düşürmek isteyenlere fırsat vermemek adına azami gayret sarf edilmeli, yapılan eylemler, yenilikler kafalardaki sorular giderilerek yapılmalıdır.
Hedeflenen aydınlanma hareketi hem 7.-12. yüzyıllar arası Ortadoğu’da yaşanan Ortadoğu Rönesansından (Ortadoğu ya da İslam Rönesansı olarak nitelendiriyorum) hem de 14.asırdan 17.asrın sonlarına kadar süren Avrupa Rönesansından çok çıkarımlar edinecektir. İnsanları ve toplumları canları pahasına bu aydınlanmaya iten temel itici güçler ortaya çıkarılarak, o güçlerden enerji alınmalı, hedefe odaklanma sağlanmalıdır.
İlhamını ilahi kaynaktan alan ve ilahi kaynağın ‘düşünmüyor musunuz’, ‘akletmiyor muşunuz’, ‘etrafınızdaki olup bitenlerden ders almıyor musunuz?’ şeklindeki ikazlarını dikkate alan, ilahi kaynağa kulak veren zamanın düşünürleri ilahi kaynaktan aldıkları feyzle etraflarına bakmışlar, varlığı daha iyi anlama adına bilimsel teoriler geliştirmişler ve yapmış oldukları tercümelerle bu çalışmalarını daha da zenginleştirmişlerdir. Zamanla bilimsel gayretleri kendi çoğrafyalarını aşmış Afrika’ya, İran’a, Orta Asya’ya, Anadolu’ya kadar uzanmıştır. Böylece kendi düşünce perspektifleri etrafında kültür dünyalarını kurmuşlar, etrafı aydınlatmaya başlamışlardır. Bütün bunlara dikkate aldığımızda hayalimizi süsleyen aydınlanma hareketinin Ortadoğu aydınlanmasından alacağı çok şey olduğu muhakkaktır.
Prof. Dr. Adem ASALIOĞLU, Munzur Üniversitesi