Ölümün Yürekteki Sızısı: Ağıt

Ölüm; insanın çaresizliği, korkusu ve duygusallığıdır.

Bu duygu arkada kalanlar içindir.

Doğum ve ölüm hayatın bir gerçeğidir.

Ölüm. “Her nefis ölümü tadacaktır.” ayeti gereğince her canın başına gelecektir.

Ölüm; Allah’a dönüştür, sevgiliye kavuşmadır.

            Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret.

            Güneş ve aya batmadan ne ziyan gelir. (*)

Ölüm bir “batma” gibi görünse de o aslında doğmaya hazırlıktır, yeniden doğuştur, can’ın hapisten kurtuluşudur.

Ölüm, şeb-i arus’tur Mevlana’da. Mevlana, ah-vah istemez ölümüne, ağlayış istemez. Mezarı ariflerin gönlündedir.

            Bu tarafta ağzını yumdun mu o tarafta aç.

            Çünkü artık hay-huydan, uzak, mekânsızlık âlemindesin. (*)

            Yunus Emre ölümü, kendi özüne dönmek kabul eder. Ona göre can bir emanettir. Ölüm âşıkların nur-ı ilahisidir. O, âşıkların ölümsüzlüğüne inanır.

                        Kogıl ölüm endişesin, âşıklar ölmez bakidir.

                        Ölüm âşık’ın nesidir, çünki nûr-ı ilahidir. 

            Ey yarenler, ey kardeşler, ecel ere ölem bir gün

            İşlerime pişman olup kend’özüme dönem bir gün.

                        Emaneti senden ala, gödeni kuru baş sala

                        Veballer boynunda kala, nefsin ura gülbengini (**)

            Ölüm, yükselmektir, uçmaktır, uçmağa varmaktır. Canın bedenden ayrılması, ruhun göğe ağmasıdır.

            “Öd Tengri yaşar, kişi oğlı kap ölgeli törümiş.” (***)

            (Zamanı Tanrı yaşar (ebedidir) kişi oğlu hep ölmek için yaratılmıştır.)

            Dünya gelimli-gidimlidir, son ucu ölümlüdür. Kişioğlu sevaplarına göre gökyüzünde bulunan sekiz uçmağa, günahlarına göre yeraltında bulunan yedi tamuya gider.

            Sekiz uçmağ cennet, yedi tamu cehennemdir.

             Ölümün gerçekliği geride kalanları büyük acılara, üzüntülere gark etmiştir.

            Ağıt bir feryattır, bir teselli arayışıdır.

            Kabil’in kardeşi Habil’i öldürdüğü vakit, Hz. Âdem ilk defa ölümün soğuk yüzüyle tanışmış, bir babanın duyabileceği teessürle büyük acılar içinde ilk ağıdı yakmıştır. İlk ölüm, ilk öldürme, ilk ağıt…

            Peygamberimiz oğlu İbrahim’in ölümü üzerine bir ağıt, mersiye söylemiştir.       

“Ey İbrahim, ölümün hak bir emi sadık bir vaad ve sonuncumuzun ilkimize kavuşacağı gerçeği olmasaydı, üzüntümüz çok büyük ve durum bundan daha vahim olurdu.

Ey İbrahim, biz sana gerçekten çok üzüldük, gözümüz ağlıyor, kalbimiz hüzne boğuluyor, ama Rabbimizi kızdıracak bir şey de söylemiyoruz.”

            Hz. Ali ve Hz. Fatma, Peygamberimizin mezarı başına gelerek mersiye okumuşlardır.

            Hz. Hüseyin’in şehit edildiği Kerbelâ hadisesi ile ilgili olarak Türk edebiyatında pek çok ağıt söylenmiş, mersiye yazılmıştır.

            Türk edebiyatının en içten, en lirik türü olan ağıt, eski edebiyatta sagu, divan edebiyatında mersiye adını almıştır.

            Ağıt, sözlü edebiyat verimi olup, sonradan yazıya geçirilir, türküleşir.

            Kadınlar halka olur, bir dörtlük ve kavuştak söylenir, bitince haykırarak toplu olarak ağlaşıp hıçkırılır, bir başka kadın bir dörtlük ve kavuştakla devam eder. Böylece aynı vezin, aynı kavuştak ve aynı ezgiyle ağıt sürdürülür. Bazen ağıda başlayan kadın sözleri tek başına söyler, ağlayış ve hıçkırık toplu yapılır. Erkek ağıtçı yalnız söyler.

            Hecenin 7’li, 8’li ve 11’li ölçüleriyle doğaçlama ağıtlar, Türk edebiyatının en yetkin örnekleridir.

            Şu ağıttaki teknik ve lirizm mükemmeliyeti okuma-yazma bilmeyen Emirdağlı bir Türkmen anasına aittir:

                        Çayın kıyısında biter yosunlar

                        Vücudunu gül suyuyla yusunlar

                        Kıyıp da mezara nasıl kosunlar

                                   Kır atımın kesildi mi kuyruğu

                                   Ulu yerden geldi ölüm buyruğu.

            Sagu, ağıt ve mersiyeler; ölüm hadisesinin vukuundan sonra duyulan üzüntülerin ifadeleridir.

            Sagular, yuğ törenlerinde söylenirdi. Yuğ törenlerinin Anadolu’daki yas ve ölüm adetleri ile çok yakın benzerlikleri bulunmaktadır.

Yas ve ölüm adetleri ile ilgili ritüellerin bazıları unutulmuş, bazıları hâlen yaşatılmaktadır:

  • Ağıt yakmak
  • Ak çıkarıp kara giymek
  • Haykıra haykıra ağlamak
  • Yüz yırtmak
  • Ölü çadırının etrafında yedi kez dönmek
  • Yaka parçalamak
  • Dizlere vurarak dövünmek
  • Börkü toprağa çarpmak
  • Yas tutmak
  • Ayakkabı çıkarmak
  • Kına yakmamak
  • Saç yolmak
  • Gülmemek, konuşmamak
  • Atkuyruğu kesmek
  • Kalpağı ters çevirmek
  • Ölü aşı vermek

Anadolu’da mersiye türünün ilk örneğinin Ahmedî vermiş olup Germiyan beylerinden Süleyman Şah için yazılmıştır.

            Tanzimat döneminden başlayarak ölüm konulu şiirde ölümün metafizik boyutları da işlenmiştir.

Bu durum günümüz şairleri tarafından da sürekli yazılmaktadır.

Ölüm konulu bütün şiirler coşkulu, heyecanlı ve gizemli şiirlerdir. Edebi sanatların çokça kullanıldığı bu tür şiirlerde, konunun dini-felsefi boyutlarının ele alındığı görülür.

Dede Korkut Hikâyelerinde bir yas âdeti şöyle anlatılır:

“Beyrek’in babası kaba sarığını kaldırıp yere vurdu. Çekti, yakasını yırttı. Oğul, oğul diyerek ağladı, inledi. Ak perçemli anası ağladı, gözünün yaşını döktü; acı tırnaklarıyla ak yüzünü parçaladı, al yanağını çekti, yırttı; simsiyah saçını yoldu. Kızı, gelini kas kas gülmez oldu. Kızıl kına ak ellerine yakmaz oldu. Yedi kız kardeşi ak çıkardılar, kara elbiseler giydiler… Beyrek’in nişanlısı kara giydi, ak çıkardı… Bunu işitip Kayan Selçukoğlu Deli Dündar ak çıkardı, kara giydi; yâr ve yoldaşlar akı çıkarıp kara giydiler. Kalabalık Oğuz beyleri Beyrek için büyük yas tuttular.’’ 

Bizim de kalp sesimiz annemize ağıt oldu:

Gece karanlığını örtüyor hüznün üstüne birden bire

Korkulu bir rüzgâr uğulduyor bozkır ağaçlarının dallarında

Söz bitiyor gözyaşları sızdıkça solgun yanaklara çaresiz

Anne gitme yetimliğimiz öksüz de kalmasın dünya zindanında

Sokak lambaları birden sönüyor bir korku rüyasında donuyor zaman

Ötelerden ağzı alevler saçan devler yürüyor kentin üstüne

Kalpler kanıyor merhamet ümidiyle endişenin titreyişinde dudaklar 

Anne mavi gözlerinle yüzüme bak yine sığınağım ol kaygılarıma

Bahar geliyor anne sen en çok baharı seversin ve kırmızı gülleri

Bahçede kayısı ağacımız çiçeğe duruyor papatyalar gülümsüyor yine

Senin sevgi kokan sözlerine ötüşüyor kuşlar şen şakrak

Anne uyan seni bekliyor gölgesine oturduğumuz çardak

Kederim sığmıyor içime sen böyle yatarken hâlsiz dermansız

Dağlar taşlar uğunuyor ve bütün yollar tıkanıyor acının çığlığıyla

Şafi’yedir niyazım uzun geceler boyu masum yakarışlarla

Anne ellerimden tut sen olmayınca çıkamıyorum uçurumlardan

Mazinin soluk yollarında geziniyorum çocukluk sevincimle   

Babam kardeşlerim bir masal çağı mutluluğu dağıtıyor anılar

Gönül bakışlarınızla güzelleşiyor yüzümüzdeki tebessüm

Ah anne sen ağlıyorsun ben ağlıyorum gökyüzünde kara bulutlar 

*         Mevlana

**        Yunus Emre

***      Bilge Kağan

Yazar
Ahmet URFALI

AHMET URFALI’NIN ÖZGEÇMİŞİ1955 yılında Emirdağ’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketinde tamamladı. Üniversite tahsilini, Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı ile Sosyoloji üzerine lisans eğitimi gördü. Yurdun değ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen