Osmanlı döneminde olduğu gibi, Cumhuriyet devresinde de “evliyalar kültü” toplumumuzun en önemli dini tavır alış saiki olarak karşımıza çıkmaktadır. “Dikkat edin! Şübhesiz, Allah’ın velî (kul)larına hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun (da) olmayacaklardır.” (Yunus 62) gibi birkaç âyete dayanan tarikat çevreleri, burada kastedilenin kendileri, bilhassa da şeyhleri olduğunu ileri sürmektedirler. Buna tarikatlerden etkilenen ve bu “evliya” nitelemesine sahip kişilerin kendilerine dünya ya da ahirette faydaları dokunacağından yola çıkarak. İnanan ve bunlardan meded uman tarikatlerle ilişkisiz kitleler de dahildir. Bu inanç geçmişte, tasavvufun çok değerli ve güç anlaşılır yapısını idrak edemeyen okuma yazmayla ilişkisini fazla geliştirememiş halk kitlelerinde görülmekteydi hâlâ da görülür. Merhum islamiyatçı Annemarie Schimmel tasavvufu ikiye ayırmakta ve birinci kısım çok yüksek zihnî tefekkür gerektiren bir felsefe ikinci kısım ise ölüye tapıcılıktır demektedir. Vahdet-i vücud, nefis terbiyesi, Hak için halka hizmet ve Hakk’a duyulan aşk şeklinde kalıplaştırılabilecek olan tasavvuf tarikatleştiği 9-13. Yüzyıllarda aynı durumdaydı.
Günümüzde şehirleşip şehirlileşememiş, modern dünyada îmanı sadece formel kıyafet gösterimi olarak görmüş bir kesim -üniversite bitirmiş de olsa- din konusunda üzerinde fazla düşünülmemiş ve dinin ana kaynaklarına ulaşılamamış basma kalıp bir zihniyetin taşıyıcısıdır. Bu kesim tabip de mühendis de öğretmen de olabilmekte ancak din konusundaki okumaları ilmihal kitapları ve tarikat çevrelerince kaleme alınmış efsanevî bir din ve evliya kültü çerçevesinde yorumlanan kutsallık içerisindeki kitapları okumaktadırlar. Hatta bu kesim Kur’an’ı okuma konusunda anlamadıkları arapça aslını kıraat etmekle yetinmekte, bir tercümesini okumayı çoğu kez “ya yanlışa ve günaha girersem” korkusuyla reddetmektedirler. Klasik kültürün muhteşem dilinden de uzaklaşmış bulunan bu sığ okumuş yazmışlar bir Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi Efendi’yi ve bir Elmalılı Küçük Hamdi Efendi’yi anlama birikimine sahip değillerdir. Zaten bu iki din bilginini anlayabilmiş bir insanın Türkçesinin olmadığı kendisince de belirtilmiş cemaat önderlerinin ya da Kur’an’ı baştan sona okumamış tarikat şeyhlerinin peşinden gitmesi düşünülemez. Türkçeyi kullanma problemleri olan bazı cemaat önderlerinin arapça, farsça ve Türkçe kelime yığını olarak kurdukları anlamsız cümlelerri ibadet huşuu ile seslendirmektedirler. Onlar için anlamadıkları Kur’an’ı okuduktan sonra “amin” demekle bu risaleleri kıraat ettikten sonra “amin” demek eşit görünmektedir. Bu kitapçıkların yazarları da “Ve Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin! Bil’akis (onlar) hayatdârdırlar, fakat (siz) anlayamazsınız” (Bakara 154) şeklindeki Kur’an âyeti bağlamından koparılarak kutsanmaktadır.
Tefessüh ettiği için kapatılmış medreseler merdiven altlarında devam etmekte ve tarikat bilgileriyle de sentez ederek bu din konusunu bilmeyen okumuşlara sunmaktadırlar. İlahiyat fakültlerinde son derece donanımlı din bilginleri vardır ama bu medreseler ağlarına düşen tabiplere, mühendislere, “dinde esas olan teslim olmaktır, tedkik etmek değildir. Din büyük imamlar ve şeyhler tarafından ele alınmış, esasları belirlenmiştir. İlahiyat hocaları modernisttir, oryantalisttir, kafası karışık adamlardır” demektedir. Hatta bu gruplara mensup insanlarla karşıtıklarında çoğu kez bir imtihandan geçirilerek modernist zındıklardan olup olmadıkları test edilmektedir. Bu teste tabi tutuşun temel sorularından bazıları “Hadisi kabul ediyor musun?” ya da “Kur’anın Türkçesi aslının yerine geçer mi?” şeklinde öğretilmiş sorulardır. Böylece ilahiyatçılar müsteşrikler tarafından islamı bozmak üzere yetiştirilmiş canavarlar olarak sunulmakta, bu okumuş ya da okumamış ama kendilerini âlim sanan insanlar cehenneme gitmekle karşı karşıya kaldıklarını hissetmekte ve ilahiyat çevrelerindeki düşünürlerin kitaplarını okumaları önlenmektedir.
İşte bu evliya kültü, FETÖ’yü doğurmuştur. İlk okul diploması bile olmayan, dünyadan habersiz bir ağlak, büyük mürşid, evliya, kurtarıcı olarak sunulmuştur. Öğrencilerim Fethulah’ın ününün zirvede olduğu zamanlarda bize “hocam gece yarısı hocaefendi tayy-ı mekan edip bizim üzerimizi örtüyor” diyebilmekteydiler. FETÖ tıpkı çeyiz bohçası gibi iç içeydi. Taban samimiydi ve bu evliya kültünün etkisiyle cennete gitmek için yardım etmekteydi. Bu yardımlarda bulunanların çocukları da cemaatın desteğiyle işe girebilmekteydi ki bu ikinci halkayı oluşturmaktaydı. Üçüncü ve en üst halka ise dinin hiçbir öneminin olmadığı ticari saiklerle oluşmaktaydı. Üçüncü halkanın mühim kısmı ABD ile ilişkilerden de haberdardı ama ilk halka “evliya kültü”nün şarabıyla mest olmuş halde hizmet etmekteydi.
FETÖ meselesi halledilmemiştir. Sadece suyun üstündeki çerçöp temizlenmiştir. FETÖ’yü yetiştiren zihniyet başka sarıklı, sakallıları FETÖ’lüğe hazırlamaktadır. Bunlar Fethullah Efendi’den daha güçlü olarak toplumun zihnine hakim olacaklardır. Bu zihniyetin içerisinde kurgulanmış tarikat anlayışı Mevlana’nın mesnevisini ya da İbn Arabi’nin vahdet-i vücudu anlatan eserlerini okuyup anlayabilmekten çok uzaktır. Tamamında ya cennet ya da dünya menfaati ön sıradadır. Anlamını bilmeden dilde tekrarlanan sözcükler, şeklî kıyafetler ve tarikat pirlerinin sunacağı cennetle sınırlı bir inanç manzumesi insanları sarmalamaktadır. Bu kadar sığ ve menfaatlerle örülü bir dine mensup kişi FETÖ’nin farklı bir biçimi olarak meydana çıkmaya hazırdır.