Ahmet Cevat Azerbaycan Edebiyatı içerisinde şiir alanında tanınan, Türkiye’deki şiir akımının da etkisi altında kalan ve dönemin bütün heyecanlarını üzerinde toplayan Azerbaycan’ın İstiklal şairidir.
Ahmet Cevad (Cavad Ahundzade) 5 Mayıs 1892’de Gence yakınlarındaki Şamhor bölgesinin Seyfeli köyünde doğdu. Ahund olan dedesi Güney Azerbaycan göçmeniydi. Mehirli köyünde dünya’ya geldi.Annesi Yahşı hanım, babası çevresinde saygınlığı ile tanınan İmam Muhammed Ali Beydir. Babası Mehmet Ali, köy içerisinde molla olarak tanınsa da din adamı değildi. Okur-yazar ve kültürlü olması nedeniyle onu böyle çağırırlardı.
Ahmet Cevat, doğduğu günlerde aileye ayrı bir mutluluk ayrı bir bereket getirmişti. Adının koyulması hakkında iki değişik riveyet vardır. Bunlardan birisi; Babası adını koymak için eline kur’an-ı kerimi alır “ bismillah” diyerek bir sayfa açar. Bu sayfada karşısına çıkan ilk isim “Cevat” olduğundan adını “ cömert ” manasına gelen Cevat koyar ve oğlunun doğumundan duyguğu mutluluğu, Allah rızası için üç gün üç gece yemek verir. Başka bir rivayete göre de; Ahmet Cevat’ın dedesi olan büyük müctehitlerden meşhur Gence Hanı Cevat Han’ın isminin koyulması idı. Cevat Han da hayatını vatanı ve milleti uğrunda feda etmiş büyük bir şahsiyetti. Bu insanın kahramanlıkları, vatan ve milleti uğrunda şehit olması, dillere destan olmuştu. Baba Muhammed Ali Bey, oğlunun dedesine benzemesi, dileğiyle adını Ahmet Cevat koyduğu rivayet edilir.
Cevat, 5 yaşındayken Kur’an okumaya başlar, 7 yaşındaykan de hafızlığını tamamlar. Babası kendinin ve ailenin saygıylığının devam edebilmesi için, oğlunu da kendi duygu ve düşüncelerine göre yetiştirmek, çevresinde saygın bir kişi, devletine ve milletine yararlı bir şahsiyet olmasını istiyordu. Bunun için baba Muhammed Ali, daha küçük yaşlarda olmasına bakmayarak Onu, döneminin münevverlerinin katıldığı sohbet toplantılarına götürüyor, ruh ve gönül dünyasının o meclislerdeki atmosfer içerisinde olgunlaşmasını istiyordu. Ahmet Cevat’ın bu hayat devresi, “ ömrümün tarihi ” olarak nitelendirdiği Gence medresesine başladığı 1906 yılına kadar devam eder. Ahmet Cevat, bu yıllarda Gence’deki Şah Abbas mescidi nezdindeki dini seminerlere iştirak etmiştir.Medresede Arap, Fars ve Rus dillerini öğrendi. Yabancı diller dışında tarih ve edebiyatla ilgilendi. İlk şiirlerini de medresede okuduğu yıllarda yazdı. Hocası, tenkitçi ve edebiyat tarihçisi Abdullah Sur (1883–1912)’un değerli tavsiyelerini aldı.
Cevat’ın medrese hayatı 1906 yılından başlayarak, 1912 yılına kadar devam eder. Gence medresesi onun hayatının şekillenmeye başladığı ikinci devredir. Burada başarılı bir tahsil hayatı geçirir. İlahiyat, Kur’an Kerim, Rusça, Arapça, Farsça, Tarih ve Coğrafya dersleri onun en başarılı olduğu dersler arasında idi. İlk eğitim ve öğretim hayatına başladığı Gence medresisini kendi ömrünün bir dönüm noktası olarak kabul etmesi, mana adına ruh ve gönül dünyasının ilk defa buranın ışığıyla aydınlanmasına bağlamaktadır. Bu duygusunu:
Aklımdan hiç çıkmaz, o geldiğim gün
Başladı tarihi benim ömrümün
mısralarıyla ifade etmişti. Gence medresesinde Arapça, Farsça tahsilinin yanında; Kur’an, Hadis, Akaid eğitimini de başarıyla tamamlar. Bu dönem kendi tabiriyle de “ ömrünün tarihi ” olarak, hayat dinamiklerine ayrı bir halka daha katmıştır.
Ahmet Cevat, daha küçük olmasına rağmen, yaşından beklenmeyen sözleri ve zekasıyla etrafındaki insanları adeta büyülüyordu. Konuşurken seçtiği kelimeler, kullandığı ifadeler onun yaşından çok daha büyüktü. Çünkü onun hayattan beklentileri çok farklıydı. Çok çalışıp, başarılı olmak, milleti uğrunda yapacağı her işte en önde olmak, temsil ettiği davayı en güzel bir şekilde temsil etmek, kendi alanında çok başarılı olmak ve hepsinden önemlisi adını aldığı Cevat Han gibi, vatanı için hayırlı işlere imza atmak gibi bir ideali vardı ve öylede oldu. Çoğu insan mal-mülk edinip, rahat bir hayatı düşlerken, O, rahat yerine çile ve ızdıraplarla dolu bir hayatı seçecek ve o yolda da ömrünü tamamlayacaktı.
Onu tanıyanlar onun zekasına hayrandılar. Zekası hakkında sadece “ Allah (cc) vergisi ” demekle yetiniyorlardı.. “Şairlikte, Öğretmenlikte, Tercümecilikte, hitabette… Her şeyde önde olmak arzusuyla doluydu. Bunu da başarmıştı. Onun başka bir hususiyeti ise, müthiş bir ikna kabiliyetinin olmasıydı. ” İşte bütün bunlar daha önceleri babasıyla gittiği, körpe denebilecek yaşlarda boyandığı o manevi ruh ve manevi dinamiklerle dopdulu olan meclislerin eseriydi.
Ahmet Cevat, 45 yıllık hayat yolunda defalarca ölüp ölüp dirilmişti. Hayatın bütün zorlukları onun daha küçük yaşlarda yakasına yapışmış, ömrünün sonuna kadar da ellerini yakasından çekmemişti. İnsanlık tarihinde belli bir makama gelen, halk tarafından kabul edilen önder insanlar, mutlaka hayatlarının belli bir bölümünü çıle ve ızdırap atmosferinde yaşamışlardır.
Bazı kaynaklarda Ahmed Cevad’ın medreseyi bitirdiği 1912’de, Balkan Savaşı sırasında İstanbul’da teşkil edilen, Kafkas gönüllü kıtası içinde Trakya cephesinde savaştığı bildirilir. Çok genç olmasına rağmen, XX. yüzyıl başlarında Azeri şairler içinde Türkçülüğü ilk defa terennüm eden, Türk milliyetçiliği fikrini ortaya atanlardan biri de Ahmed Cevad’dır.
1913’te öğretmen olarak çalışmaya başlar. 1915–1916 yılları arasında Gürcistan’ın başkenti Batum’da yaşar. Buranın ileri gelen zengin ailelerinden Süleyman Bey Recanizade’nin kızı Şükrüye hanımla evlenir. Aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı sırasında, kendi memleketlerinde Ermeni ve Rus zulmüne uğramış Türklere yardımda bulunur.
Ahmet Cevat, 1915’te Ermeni katliamına maruz kalmış Kars-Erzurum yöresine yardım amacıyla düzenlenen “Kardaş Kömeği” adıyla bilinen faaliyetlere aktif olarak katılmış, cephe vekili Hüsrev Paşa’nın yardımcısı ve sorumlu katibi olarak maddi yardım dağıtmış, yaralı ve esir Türk askerlerin ziyaret ederek onların ihtiyaçlarını karşılamıştır.
I.Dünya Savaşı yıllarında, işgal edilerek Batum’a bağlanan Artvin’de, Rize’de, Trabzon’da ve Erzurum’da bulunmuştur. Kafkasya’daki Türk esir askerlerinin en çok sevdiği şair Ahmet Cevat’tır.
1920’de Azerbaycan’ın Bolşevik Rusya tarafından işgalinden sonra Ahmed Cevad için zor ve meşakkatli, tahkirler ve takiplerle dolu bir hayat başlar. 1923 sonlarına doğru gizli polis-Çeka tarafından tutuklansa da bir müddet sonra suçluluğu ispatlanamadığından serbest bırakılır. Lakin gizli takipler hayatının sonuna kadar devam eder.
1922’de üniversitelere dâhil olma imkânı bulan işçi fakültesini, 1925’te ise Ali Pedegoloji Enstitüsü’nü bitirir. 1924–1926 yılları arasında Bakü’de Edebiyat Cemiyeti’nin başkanlığını yapar. 1925 yılından itibaren ise “İnkılâp ve Medeniyet” dergisinin mes’ul müdürlüğü görevinde bulunur. 1927–1934 yılları arasında Bakü ve Gence’deki yüksek okullarda ve enstitülerde Azeri Türkçesi ve Edebiyat öğretmeni olarak görev yapar.
1935’te yeniden Bakü’ye döner ve Azerneşre (Azerbaycan Devlet Neşriyat Kuruluşu)’de işe başlar. 1936 yılı sonlarına doğru, Türkiye’ye hayranlık duyması ve Türkiye matbuatında şiirlerinin yayımlanması nedeniyle görevinden alınır. 1931’den beri açık şekilde devam eden takip ve suçlamalar, gazeteler vasıtasıyla yayılan karalama ve iftiralar dozunu daha da artırır.
Ahmed Cevad 1937’de karşı-devrimci faaliyette ve Pantürkizm gibi sahte ve uydurma suçlamalarla tutuklanır ve askeri mahkemenin kararıyla idam cezasına mahkûm edilir. 1937 sonlarında şair, kurşuna dizilir.
Şehit edilişi
Azerbaycan’ın milli bağımsızlık ve hürriyet şairi Ahmed Cevad, 1920’de Azerbaycan’ın Rusya tarafından işgalinden sonra, zor ve sıkıntılı günler yaşamaya başlamıştır. Karşı devrimcilik gibi asılsız suçlamalarla tutuklanmış ve askeri mahkeme kararıyla ölüm cezasına mahkum edilmiştir. 1937’de Sovyet yönetimi tarafından yargılanmadan kurşuna dizilerek öldürülmüştür. 1955’de SSCB başsavcısı Ahmet Cevat’a karşı ileri sürülen bütün suçlamaların asılsız olduğunu belirtmiş ve ölümünden sonra beraat kararı vermiştir. KGB baskısı altındaki ailesi de ancak 1950’den sonra zindandan kurtulabilmiştir.
Susmaram
Böyle fırtınalı ve acı dolu bir yaşamının son meyvesi olan ve 1937’de öldürülmeden önce yazdığı, çok güçlü bir özgürlük şiiri olan “Susmaram” Ahmet Cevat’ın yakın arkadaşını hapishane ziyaretine gittiğinde ezberlettiği bir şiirdir. Bu şekilde olmasının nedeni; yazılı metin olarak elde tutulması ve yakalanması ölüme neden olacak kadar büyük bir suçtur. Ahmet Cevat’ta arkadaşının bu cezaya çarptırılmasını istemediği için arkadaşına; “Ağaçlara bakarım, ben söyleyeyim, sen dinle, ama bunu ezberle, bugünler gelip geçecek, güzel günler, hürriyet dolu günler geldiğinde bunu yazmaya döker, oğluma ulaştırırsın ve yayınlatarak milletime hediye edersin” der. Bu şekilde ezberleterek şiir bugünlere ulaşır.
Men bir gulam, yük altında ezilmişem,
sevinç bilmez bir mahkumam,ahu-zardır sırdaşım,
damga vurub, zencirleyip tullamışlar zindana,
karlı-buzlu cehennemler mesken olmuştur mana.
Mene dinme, sus deyirsen, ne vahtacan susacam,
Buhranların, hicranların,mahbesinde galacam,
Niye susum, konuşmayım,insanlıkta payım var,
Menim ana vatanımdır talan olan bu diyar.
Niye susum, konuşmayım, Türk Yurdudur, bu toprak,
Oğuzların, İlhanların vatanında kimdir, bak!
Susmayacam, goy assınlar yük altında ölünce,
Tahkirlere döze-döze,düşman mene gülünce.
Süd vererken doğma anam böyle demiştir bana;
Seni gurban besleyirem Türk Yurduna, vatana,
Bu dünyada azadlığı şan şöhretten üstün tut,
Alçaklığı,yaltaklığı rezilliği sen unut!
Senin sevgin vatan olsun, millet olsun, men olum,
Südüm sana haram olsun hıyanet etsen ,oğlum!
Nasıl susum, konuşmayım, men eyleyim hıyanet?
Hani sevgi, hani vatan,de nerde kaldı millet?
Men bir gulam, yerim altun, suyum gümüş, özüm aç,
Atam mahkum,anam sail, elim herşeye möhtaç,
Dil yaranıb konuşmaya, men konuşabilmerem
Aç galbimi, yar sinemi, ciğer veremdir, verem!
Köramal tek sürünmekde denen var mıdır mana?
Ne vaktacan çörek üçün girek her alçak role,
Men Türk evladıyam, derin aklım, zekam var,
Ne vaktacan çiğnimde gezecektir düşmanlar,
Ne kadar ki, hakimlik var,mahkumluk var, men varam,
Zulme karşı isyankâram, ezilsem de susmaram!!!!!!!!!!
Edebi Şahsiyeti
Ahmed Cevad’ın şair kişiliği, onun 1920 Bolşevik ihtilaline kadar yazdığı şiirlerde kendisini göstermektedir. 1920–1936 yılları arasında şair, devamlı ve sıkı bir kontrol altında olduğundan; onun her yeni şiirinde, her mısrasında siyasi bir renk, siyasi bir mana ve ifade aranırdı. Hatta duygusal ve kederli şiirleri bile onun yeni rejime muhalefetinin sembolü olarak değerlendirilirdi. Bolşevik rejiminin baskısıyla pişmanlık ve itiraflara zorlanan şair, bazen kendi düşünce ve fikirlerine aykırı nazımlar yazmak zorunda kalmıştır. Mesela birkaç mısraını örnek aldığımız “Moskova” (1930) şiiri gibi;
Men bu günkü görüş’ten evveller çok uzağdım,
Bilmedim, Moskova’ya düşman gözüyle bakdım
Uyarak gençliğimde Müsavatın sözüne,
Yıllar boyu göz yumdum hakikatin özüne
Azerbaycan’ın istiklaline yalnız şiirleri ile değil, kişisel mücadelesiyle de katılan Ahmed Cevad, 1918’de Türk ordusunun saflarında Bakü’ye gelir, hürriyet ve özgürlüğüne kavuşmuş Azerbaycan’ı, Müslüman dünyasında ilk cumhuriyet olan Azerbaycan Cumhuriyeti’ni öven ateşli şiirler yazar. Bütün varlığıyla Türkçülük, Çağdaşlık ve Müslümanlık temeli üzerinde oluşmaya başlayan yeni, milli kültür hayatına katılır.
1916’da “Koşma”, 1919’da “Dalga” adlı şiir kitapları yayımlanır. Uzun yıllar ilk ve orta dereceli okullarda öğretmenlik yapar. Daha çok lirik şiirler yazan şair, şiirlerinde halkın hayatını ve tabiatı konu almıştır. Yapılan araştırmalara göre, “Sesli Kız” ve “Kür”, adlı iki şiir kitabı daha vardır. Ayrıca başka dillerden çevirilerde yapmıştır. Ömer Hayyam’ın Rubaileri, Şota Rustavelli’nin “Pelenk Derisi Giymiş Pehlivan” adlı eserleri, onun kalemiyle Azeri Türkçesine kazandırılmıştır.
1955’de SSCB Baş Savcısı, şaire karşı ileri sürülen ithamların asılsız olduğunu belirtti ve Ahmed Cevad’a ölümünden sonra beraat kararı verdi. Suçsuzluğu geç de olsa anlaşılmış, Sovyet Rusya tarafından itibarı 1955 yılında iade edilmiştir. Şiirleri, kitap halinde Türkiye’de yayımlanan ilk XX. yüzyıl Azerbaycan şairlerinden biridir.
1918 yılları Ahmet Cavat’ın edebiyat sahnesine çıktığı ve meşhurlaştığı yıllarıdır. 70 yıl Azerbaycan topraklarında hüküm süren sosyalizmin kurduğu sistem içerisinde yaşayan bir şairin, kendi duygu ve düşüncelerini rahat bir şekilde ifade etmesi mümkün değildi. Eğer rahat bir şekilde ifade edebilecek biri çıksa da, can-mal, evlad-u iyal, kısacası her şeyi göze alması gerekiyordu. Ya da, bazı şairlerin yaptığı gibi, kendi duygu ve düşüncelerini değil de, sosyalizmin güzelliğini, mükemmelliğini anlatmak şartıyla ses çıkarılmıyordu. “ Ahmet sovyet devrinde yazdığı bütün yazılarına göre tazyiklere, mezelletlere, takiplere ve dayanılmaz işkencelere maruz bırakılmıştı. Her şiiri yayınlandığında en az on-onbeş defa değişik yerler ve şahsiyetler tarafından acımasızca tenkite tabi tutulurdu. Bundan dolayı kendisi birkaç defa da hapsolunmuştu
O, ancak vicdanının ve milletinin sesine kulak veriyor, şiirlerinde de sadece bu konuları işliyordu. Başkaları gibi dikte ile, sürgün korkusu ile, zindan korkusuyla kabuk değiştiren dalgavuklarla hiçmi hiç arası yoktu. Bunu da kendine ve şairliğine bir zül saydığı için, resmi gayrı resmi bütün toplantı ve konferanslarda sürekli eleştirliyordu. Hatta onun aleyhinde en güzel şiir yazan ve en kötü ve acımasız makaleler yazıp dökenler adeta mükafatlandırılıyordu. Onun yazdığı yazıların başkalarının eline geçmemesi için, eserleri toplatılmış ve onunlada kalmayıp, “ Gazeteciler Cemiyetinden” bir halk düşmanı olarak ihraç ediliyordu.
Ahmet Cevat, bedii eser vermeye 20. asır önceleri başlamıştı. İlk şiir kitabı 1916 yılında yayınlanan “koşma” dır. Daha sonra 1919 yılında “ Dalga” kitabı yayınlanmıştır. Bu eserler dünya’nın en karışık olduğu 1916 yılında neşr edilmişti. O, gönlünden geçenleri çekinmeden dünyaya haykırmaya devam ederken, Rus işgalıyle ayrı bir devrin başlayacağından belki de hiç haberi olmamıştı.
Sovyet hakimiyeti devrinde de çizgisinden hiç taviz vermedi. Bir çok önemli eseri Azerbaycan diline tercüme etti. Bunlardan bazıları; “ Şekspir’in Otello, Romeo ve Julyet, Ş.Rustavellinin Kaplan derisi giymiş Pehlivan, Türkenev’in Babalar ve Oğulları vs.” tercüme ederek Azerbaycan edebiyatına kazandırmıştı. “ Lakin Ahmet Cevat, kudretli bir lirik ustası olarak en parlak devrini Bağımsız Azerbaycan Devletinin kurulmasıyla yaşamıştır. 0 asrın ilk 10 yılında Azerbaycan medeniyetinin en zengin sayfalarından birini yaşanıyordu. Bu devirde çok kuvvetli edebiyatçılar olmasına rağmen Ahmet Cevat haklı olarak, Azerbaycan tarihinde ilk istiklal şairi olarak milletinin sinesinde kendine has bir yere oturmuştu.”
Evet, O, yaptığı işlerden hiç bir zaman mükafat beklemeyecek kadar kadirşinas bir şahsiyetti. Ahmet ’ın bir muhakemesinde ona düşman olan ve ondan hoşlanmayanlar her türlü yola başvuruyorlardı. “… yine bu Cevat meselesi gündeme geliyor…… O dur ki aziz arkadaşlar, ben Cevat meselesine son noktayı koyuyorum. O her zaman bizi aldattığına ve bu zamana kadar kendini bize ıspatlayamadığına göre Gazeteciler Birliğinden atılsın”
Evet, Ahmet Cavad bu zamana kadar onlar gibi başkalarına yaslanmamış ve onlara dalkavukluk yapmamış, kalbinin ve milletinin dili olmuş haykırmıştı. O bu yolun sonunda ölüm bile olsa dönmeyi asla düşünmüyordu. Öyle bir zihniyet ki, bir zamanlar kendisini altın kalem ödülüne layık görmüş, daha sonra onu yazdıklarına göre vatan haini ilan etmişti. Bundan dolayıdır ki, Ahmet Cevat’ın muhakimelerinde mevzu edebiyatın, sanatın ve medeniyetin inkişafı değildi. Asıl mesele komünist partisinden, ideolojiden, Rus siyasetintendi.
Bu devirlerde edebiyat alanında büyük bir Rus hakimiyetinin ağırlığı her yönüyle kendini belli ediyordu. Yazılan şiirler, makaleler, tiyatrolar vb. Her şeyden üfül üfül sosyalizm esintileri geliyordu. Hele milli ve manevi duyguların ifade edilmesi asla mümkün değildi. Eserlerinde bu mevzuları işleyen Azerbaycan sanatkarları halk düşmanı, milliyetçi, panturkist panislamizim diye damgalanıyor ve sonunda kurşuna dizilişe kadar uzanan bir koridora girmeye gitmeye mecbur bırakılıyordu.
Bunlar içerisinde sürgüne gönderilen ve oralarda hayatını kaybeden, Hüseyin Cavid ve Ahmet Cavad’ın ayrı yeri vardır. Ahmetd Cavad, Rusların bütün bu baskılarına rağmen, milli ruh ve milli düşünceyi başka sembollerle ifade ederek adeta ölüme meydan okuyordu.
Ahmet Cevat, hayatının sonuna kadar ömrünün büyük bir bölümünü geçireceği hapishane hayatıyla ilk defa 1923 yılında tanışmıştı. O, Ruslar tarafından bir Türkiye hayranı olduğu ta baştan biliniyordu. Mirza Bala Memmedzade’nin Sahte pasaport düzenleyip, Türkiye’ye kaçmasıyla alakalı o sorumlu tutuluyordu. Zaten böyle şeylere ancak o cesaret edebilirdi bu herkes tarafından da biliniyordu. Ama gerçektende bu olayla onun hiçbir alakası olmamıştı. Bu ilk olaydan yakın arkadaşları sayesinde kurtulan Cevat, gerçek manada ilk hapıshane hayatıyla “ Göy Göl ” şiiri sayesinde tanışmış oldu.
1920-1925 yılları arasında dör-beş şiiri ancak yayınlanabilmişti. 1925 yılında ölmez eser olarak nitelendirilen “ Göy Göl ” şiiri yayınlanmıştı. Yıllardır onu birşeylerle itham etmeye çalışanlara gün doğmuştu. Bu fırsat çok iyi değerlendirilmeliydi. Çünkü bu şiirde Türkçülük şimgesi olan ay ve yıldızdan bahsediliyordu. Gence medresesine girdiği gün, nasıl hayatının dönüm tarihi olarak nitelendiriliyorsa, ilk defa kurşuna dizilecekler listesine adının yazılmasına sebep yıldız ve ay ilk defa bu şiirde yer alıyordu.
Senin güzelliğin gelmez ki, saya
Koynunda yer vardır yıldıza aya,
Aslında bu şiiri, elden gitmek üzere olan Azerbaycan’a yakılmış bir ağıt olarak ele alır. Dost bivefa, düşman kuvvetli olunca elden de başka birşey gelmiyordu. Onların en büyük silahi gönüllerindeki ızdırap kıvılcımlarının kan yerine mürekeple yazıldığı kalemleriydi.“ ….. yürekten gelen bir şiir için hadsız işkencelere dayanmayı göze alan şair, Göy Göl’e hasrettiği bağımsız Azerbaycan’ın devrilmesine bir ağıt olarak yazmıştı. Aynı zamanda bu şiir Azerbaycan için yas tutma manasına da geliyordu…”
Evet, Ahmet Cevat bütün ailesini, varını yoğunu hatta canını bile kaybettiyse de, Azerbaycan Devletinin ileride istiklaliyetine kavuşacağı ümidini hiç kaybetmemişti.
1918 yıları Ahmet için tanınma dönemi sayılır. O yeni bir ses, yeni bir soluk getirmişti edebiyata ve şiire. O devirde her şeyi ile kendini unutan, milli ve manevi duygulardan uzaklaşan insanları, bu derin gaflet uykusundan uyandırmak, onlara dost ve düşmanın kim olduğunu, vatan ve millet üzerine ne oyunlar planlandığını anlatmak gerekiyordu. Sağına soluna bakmadan, kimse yok mu demeden bu yola baş koymak gerekiyordu.
Bu uğurda sadece şair olmak, kalemi kuvvetli olmak yetmiyordu. 1920 yıllardan Azerbaycan edebiyatında başlayan dikdatörlük devri gemi azıya almış, kimselere göz açtırmıyordu. Her şeyden önce bu işe girecek bir şair, canını, malını ve hatta hayatını ortaya koyması gerekiyordu. Ahmet Cevat’da zaten bunu yapmıştı.
Bir gül ektim açılmamiş derdiler,
ZAhmetimden bana bir diken kaldı.
Emek çektim, gün geçirdim, gül ektim,
Emeğimden solgun bir fidan kaldı..
“ Sovyet devrinde milli azadlık mevzularını eserlerinde işlemek kesinlikle yasaklanmıştı. Buna rağmen Ahmet Cavat, bir an olsun eserlerinde bu mevzuları işlemekten geri durmadı. O eserlerinde milli istiklal, azadlık ve vatan kelimelerinin yerine başka semboller kullanmıştır. Mesela: Milli azadlık ve vatan kelimelerinin yerini sevgili ve kadın sembolleriyle ifade etmiştir.”
Hani senin her aşığa her gence,
Aşk okuyan kalbin sönmüştür bence,
Bulmuyorsa kalbin artık eğlence,
Sen ağlama ben ağlayım, güzelim…
Evet, Ahmet Cavad bütün evlatlarının hasreti yanında bağrını yakan başka bir ateş daha vardı. Bu ateş esarete boyun eğdirilmiş, asıl sevdası olan Azerbaycan sevdasının gönüllerden silinmesi ve unutturulmasıydı. Bütün fikrini meşgul eden, geceleri uygusunu kaçıran, evlatlarının hasret acısını bastıran bu sevgiyi “Unutulmuş Sevda” diye dile getirmişti.
Beni çok genç iken ağlattı zaman,
Çekerek perde o hoş manzaraya.
Benim ilk aşkımı ilk elde hemen,
Gömdüler bilmedim, ama nereye?
Şiirlerinde değişik semboller kullanmasına rağmen, Sovyet hükümetinin bu sembolleri çözmesi çok uzun sürmemişti. Artık bu sevdayı tamamen unutturmak ve ortadan kaldırmak için, sadece şairi değil, onun kılcal damarlar gibi bağlı olduğu bütün ailesini ortadan kaldırmak gerekiyordu. Buna Sovyet hükümeti adeta and içmişti. Evet bu sevda bir kadına ilanı aşk değildi, bu sevda bir güzele aşık olmak değildi, bu aşk dünyalıklar içerisinde zevku sefa sürmek değildi, bu aşk hayatını hayat etmek, saraylarda yaşamak değildi, Bu aşk Azerbaycan, bu aşk vatan-millet aşkıydı.
Dargınım ben böyle bahta,
Yüreğim kan lahta lahta.
Bak ki, kimler çıktı tahta,
Küstü kimin bahtı, bağlar?
“Göygöl” şiiri onun hayatında çile ve ızdırabın başlangıcı olmuştu. Şiirinde milliyetçilik yapıyor diye ikinci defa hapishaneler yolu kendisine açılmış oldu. Zaten bu koridordan kurşuna dizileceği güne kadar çıkamamıştı. Bu koridorun sonu yeni bir hayatın başlangıcıydı. Bu koridorun sonu, doğduğunda isminin koyulduğu dedesi Cevat Han’ın yoluna çıkıyordu.
Kurtulmak istedi bu güzel yurdun,
Çardan ayrılarak bir devlet kurdun.
Yeni kızıl Çar’a sen karşı durdun,
Kuvvetin yetmedi savaşa, göygöl.
Evet, gerçekten de Ahmet Cavatların, Hüseyin Cavid’lerin, Mikail Müşfiklerin ve daha nice nice adsız kahraman kadın ve erkeklerin gücü Kızıl Çar’a yetmemişti. Ama bu insanlar hep ümitle yaşadı ve gelecek yeni nesillere de hep ümit ve vatan aşkı aşılayıp gittiler. 1920 yıllarda edebiyatın dikdaturluk etkisi altına girmesine rağmen Ahmet Cavad, her yönüyle çembere alınmış adeta ağız açamaz hale gelmişti. Çünkü o, bir milliyetçi ve vatanperverdi. Zaten şairin şiirleriyle başının derde girmesi de bu devre rastlar. Bunu şu mısralarıyla ifade eder:
“ Yaralıdır, gönül kuşum yaralı,
Yaralandı yazık şair olalı”
Ahmet Cevat’ın yaratıcılığında Türkiye’nin önemli bir yeri vardır. Döneminde diğer aydınlar gibi Ahmet Cevat’ta Türkiye’yi yakından izlemiştir, Türkiye’nin toplumsal ve kültürel hayatıyla sıkı ilişkileri de olmuştur. Bu nedenle şiirlerinde, Türkiye’deki bir çok siyasi, sosyal yaşantıların, olayların etkilerini görmek mümkündür. Bu dönemde Türkiye’den çok şey umuluyor ve bekleniliyordu.
Bu yakın ilişkiler ve beklentiler; Şehidlere, Türk Ordusuna, Ey Asker, Çırpınırdı Karadeniz, Şehid Esir, Ben Bulmuşam, İstanbul, İngiliz ve Bismillah gibi şiirlerinde görülmektedir.
Bu şiirlerinde, Türkiye özlenen, beklenen bir sevgili, bütün Türklerin ordusu ve bazen de olağanüstü özellikleri olan bir kurtarıcı olarak yer alır. Ya da o cennetini açık gözle görülen bir rüyada, Türkiye’de bulmuştur.
Böylece şair Türkiye’nin acı ve sıkıntıları ile yakından ilgilidir. İstanbul’un işgali altında yazdığı şiirde, sadece Türkiye’nin değil bütün Türklerin başkenti olarak gördüğü İstanbul’a ve dünyadaki bütün Türklerin kırılan ümitlerine göz yaşı döker.
Kırkbeş yıllık ömrünün 29 yılını, peygamber mesleği olan öğretmenlikle geçirir. O, her simaya milli ruh ve milli düşünceyi yerleştirmeyi kendisine bir borç biliyordu. Zaten hayatı boyunca milletinin HAKK bağıran sesi olmuştu. Bu duygusunu;
Soranlara ben yurdun,
Anlatayım, nesiyim.
Ben çiğnenen bir ülkenin
HAKK bağıran sesiyim. diye dile getiriyordu.
Onun hayatında boş oturma, başkalarının eline bakma ve onlardan birşeyler beklemenin yeri asla yoktu. Bir yandan hayır cemiyetlerinin faaliyetlerine koşarken diğer bir yandan da öğretmenliğe devam ediyordu. Öğrencilerinin gönül dünyalarını aydınlatırken, bir yandan değişik yerlerden gelen feryatlara değişik gazete sayfalarından cevap veriyordu. Bir eğitimci olarak faaliyet gösterdiği yıllarda değişik dillerden bir çok eseri Azerbaycan diline tercüme ederek, Azerbaycan halkının kültür dağarcığını zenginleştiriyordu. Öyle bir hoşgörü insanı olmuştu ki, her kesim onu takdir ediyordu.O kadar ki, Ruslar, 16 yaşında öğretmenliğe başlamış bu zeki gence Azerbaycan milleti içerisinde ilk Rus dili Profösörü ünvanı veriliyordu. O hayatı boyu hep bir bahçıvan olup, güller yetiştirmek ve o güllerle vatanının her köşesini gül bahçelerine çevirmek istiyordu. Her çiçeğin kendi renginde, kendi güzelliğinde ve kendi kokusunda kokmasını istiyordu. Ona ayrı bir ünvar verilecekse, gönlü insan sevgisiyle dopdolu olan “ Gönül İnsanı” ünvanı verilmesi daha uygun olurdu.
Eserleri:
Günümüze kadar ulaşan bazı eserleri:
1. Koşma ( şiir kitabı)
2. Dalga ( şiir kitabı)
3. Medrese Şiirleri
4. Şükriyename (şiir kitabı)
5. İstikla Uğrunda
6. İki Düşman ( Osmanlı-Rus askerleri arasında geçen dostluğu anlatan)
7. Kuk-kulu-gu ( Çocuk şiirleri ve ninnileri)
8. Kür Destanı Poeması: Kür çayının başladığı yerden başlayarak döküldüğü hazar denizine kadar geçtiği yol hikaye ediliyor. Hatta şair Kür çayına dönerek, onun halk idaresine teslim olmasını ister.
9. Sesli Kız Poeması : Mevzusunu tarihten almıştır. Asıl işlenen konu azadlık uğrunda savaşmaktır.
10. Pamuk Destanı Poeması : Bu destanda şair, pamuğun ilk vatanından, onun yayılmasından ve Azerbaycan’a getirilmesinden genişçe bahseder.
Tercüme Eserleri:
1. Otello ( Şeksbir)
2. Romeo ve Julyet ( Seksbir)
3. Kaplan Derisi Giymiş Pehlivan ( Ş.Rustavel)
4. Babalar ve Oğulları ( Turkenev)
5. Padişahın ölmüş kızı ve yeni Pehlivan masalı (Puşkin)
6. Kırmızı Horoz Masalı ( Puşkin)
7. Tunç Atlı ( Puşkin)
8. Saray Ayanına ( Permantov)
9. Dvoryan Ziyalılığına (Permantov)
10. Ancak 18 yaşında ( Georg Veyert)
11. Sıçanların Müşaveresi ( Jan Lafonten)
12. Dişi Arslanın Defni ( Jan Lafonten)
* Poema: Menzum veya adeten lirik şeklinde yazılan ve müzik eşliğinde sahnelenen eserlerdir.
Makalelerinden bazıları:
1. Yeni Nesil ve İçtimai Yaralarımız
2. Ramazan
3. Kars Heyetinin Yaptığı İşler.
4. Batum Müslüman Birlik Cemiyeti
Koşma, Şiirler Mecmuası, 1916 Bakü. Dalga, Şiirler Mecmuası, 1919 Bakü. Ölümünden sonra yayımlanan Şiirler 1958 Bakü, yayım tarihleri bilinmemekle beraber, Ömer Hayyam’ın Rubaileri, Şota Rustavelli’nin “Pelenk Derisi Giymiş Pehlivan” adlı eserleri ile “Sesli Kız” ve “Kür”, adlı iki şiir kitabı daha vardır. Ayrıca “Ne Gördümse”, “Gök Böl” ve “Ben Olaydım” Çırpınırdın Karadeniz, eserleri şiir şeklinde ilk kez 1919 yılında Ahmed Cevad’ın ikinci şiir kitabı olan “Dalga” da çıkmıştır. Azerbaycan Milli Marşı’nın da aynı zamanda müellifidir. Şiirlerinde ağırlıklı olarak romantizm hâkimdir. (Horttan, Yaralı Kuş, Tan Yıldızı, Yazık, Akşamlar), Sovyetler döneminde yazmış olduğu, Biz Kardeş Değil miyiz? Pamuk Destanı, Bir Mayıs Bayramı, Göy, (mavi), Göl, Bayram, Ben Olaydım, Gürcistan şiirlerinde modern hayat ve vatanperverlik gibi temalar işlenmiştir. Şekspir’in “Othello” eserini, Puşkin’in şiirlerini Azerbaycan diline tercüme etmiştir. Şiirin el yazması nüshaları, Ahmed Cevad, Bolşevikler tarafından hapse atıldığı zaman, şairin diğer eserlerinin el yazmaları ile birlikte el konulduğu ve yakıldığı tahmin edilmektedir.
ŞİİRLERİ
Azerbaycan Türkçesi | Türkiye Türkçesi |
Azərbaycan! Azərbaycan! | Azerbaycan! Azerbaycan! |
çırpınırdın karadeniz
bakıp türk’ün bayrağına
ah diyerdin, hiç ölmezdin
düşebilsem ayağına!
ayrı düşmüş dost elinden
iller var ki çarpar sinem
vefalıdır geldi giden
yol ver türk’ün bayrağına
inciler dök gel yoluna
sırmalar düz sağ soluna
fırtınalar dursun yana
selam türk’ün bayrağına
hamidiye ve türk kanı
hiçbirinin bitmez şanı
kazbek olsun ilk kurbanı
selam türk’ün bayrağına
dost elinden esen yeller
bana şiir selam söyler
olsun bizim bütün eller
kurban türk’ün bayrağına
(Şükriyyə xanıma) Dünya dəyişmişdir artıq, Bilməm varmı xəbərin? Dəyişməyən bir şey varsa O da sənin səfərin. Bu səfər, uzun səfər, Getdikcə uzun səfər. Dərin boşluqdan gəlir, Sənin kimi bir nəfər. Nə çıxsın ki, göylərdə; Varlığın bir yaraşıq; Bu solğunluq yaraşmaz Bizə işıq ver, işıq! Işıq ver görünməmiş, Bir dünya quranlara! Dünyadakı boşluqdan, Haqq-hesab soranlara! Yoxsa bu gen boşluqda, Tək gəzməkdən nə çıxar? Yalqız deyilsən çox da, Sənin də öz yerin var! 1935, 14 dekabr | Dünya değişti, Haberleri biliyor musunuz? Değişmeyen bir şey varsa Bu senin de yolculuğun. Bu yolculuk, uzun bir yolculuk, Giderek daha uzun bir yolculuk. Derin bir boşluktan gelir, Senin gibi biri. Göklerde ne olursa olsun; Varlığın cazibesi; Bu solgunluk değersiz Bize ışık ver, ışık! Görünmeyenlere ışık ver, Bir dünya kuranlara! Dünyadaki boşluktan, Hesap isteyenler! Veya bu gen uzayda, Yalnız yürümekten ne geliyor? Sende yalnız değilsin Kendi yerin var! |
“VANKƏ”
Allaha yalvardım: “Ağ daş, qara daş,
Yalqızlıq çətindir, bana bir qardaş!”
Axund Mərhumun ruhu Sibirə,
Gedib bir Məryəmi salıbdır girə.
Nəhayət iş gəlib, çatıb bir yerə,
Qardaşın susamış qanıma, Vankə!
Peşiman oldum çox, bir az sonradan,
Göndərə bilmədim puldan, paradan.
Intiqam almağa qəlbi qaradan,
Yaxşıca calandı canıma, Vankə!
Qarışdırdığımdan hesab-kitabı,
Çoxdandır çəkirdim vicdan əzabı.
Nəhayət çəkməyə haqqı-hesabı
Gəlmişdi bir gecə yanıma Vankə!
Allahın bəlası bir ağır yuxu,
Qoymadı göstərim ona var-yoxu.
Bölünməmiş qaldı şeylərin çoxu,
Bu, yaraşmaz mənim şanıma, Vankə!
Yoxsa da əlimdə tüfəng, tapancam,
Bu iş fənalığa bulurdu əncam.
Çox da ki, mən bu gün çılpağam, acam,
Sən məndən razı qal, yayınma, Vankə!
O qədər nanəcib deyilsən gerçək,
Təmizlədik evi, məscidə köçək.
Bu insanlıq nədir, sən ondan əl çək,
Ömründə mərhəmət tanıma, “Vankə”!
ADSIZ ŞEiR
Kolxozlu ellərin bərəkətindən,
Bərəkətli elin hərəkətindən,
Kim deyərdi bu gün donduran bir qış
Şərəflə bəhs edib, aldılar alqış!
Zəfərlər bayramı, bir qurultayı,
Dondura bilməz ki, bu yanvar ayı!
Ölkənin bir başqa hərarəti var,
Ona neyləyəcək göydən yağan qar?
Qorxunc əjdahalar boğan bir ölkə,
Qızğın günəş kimi doğan bir ölkə;
Borandanmı qorxar, qardanmı qorxar?
Bu tərlan yığnağı sardanmı qorxar?
Bu cuna yaşmaqlı qadınlara bax,
Qoy onlar söyləsin, onların bu haqq!
Sözləri səmimi, fikirləri saf,
Hanı bəs, ay bacı, dediyin çarşaf?!
AĞLAYIRDIM, GÜLÜRƏM!
Arkadaşlar, dörd yanıma baxdıqca,
Ağlayırdım, ağlayırdı irmaqlar!
Yurd oülunun göz yaşları axdıqca,
Ağlayırdım, ağlayırdı topraqlar!
Bir əl mənim boğazımı sıxırdı,
Yol verməzdi deyəm-güləm, danışam.
Gözüm yaşı sular kimi axırdı,
Yurd oğluyla qoymaz idi tanışam.
Qoca yigit ulusumun orucun,
Göz önündə sasıq*
əllər kəsdikcə;
Axırdı mənim də üzə göz yaşım,
Ağlayırdım, düşgünləri gördükcə!
Ağlamaqda çox az idi yoldaşım,
Oyatsızlar**
bizə dəli deyərdi.
Qaçar idi məndən bütün tanışım,
Çıldır-çıldır baxıb mənə gülərdi!
Şimdi isə dəyişildi həp işlər,
Onda baxıb bizə dəli deyənlər
Görürlər ki, başqalaşmış gedişlər.
Mən gülürəm, gülür bizə gülənlər!
Ay yurd oğlu, ağlayanlar keçəndə
Istər idi bu gün səni güldürsün!
Sarı yüzlü dayduları***
gör sən də,
Qoyma bir də işığını söndürsün!
Əsirgədi bu gün səni yaradan,
Öz yurdunu verdi sənin əlinə!
Dayduları çıxartmısan aradan,
Saqın, bir də sataşmasın gözünə!
Göstərməsən bundan sonra sən ərlik,
Beş gün çəkməz yurdun-yuvan dağılar!
Qardaş kimi eyləməsən həp birlik,
Yenə girər torpağına yağılar!
“Azərbaycan”, 6 aprel, 1920, ¹68
__________
*Sasıq – murdar, çirkin
**Oyat – insan
***Daydu – hiyləgər, şarlatan
AL BAYRAĞA
Gül rəngində bir yaprağın
Ortasında bir hilal!
Ey Al Bayraq, sənin rəngin
Söylə neyçün böylə al?!
Hakim olub bir torpağa,
Ona etmək böylə naz?
Səndən başqa bir gözələ
Söylə, neyçün yaraşmaz?
Bu bənzəyiş nədən gözüm,
Şəhidlərin qanına?!
Uğurunda can verənlər
Neyçün qıyar canına?!
Yol üstündə dərdli nənə
Görür səni ağlamaz?!
Sən öylə bir şeirsən ki,
Sevməyənlər anlamaz!
Ey sevgili bayrağımın
O dalğalı duruşu!
Sandım salam rəsmi sana
Buludların yürüşü!
Sən ey hilal, al qoynuna,
Aldın göydən yıldızı!
Məftun etdin sən kəndinə,
Ən sevdalı bir qızı!..
Bakı, 1919, 24 iyul
BÖYÜK ÇILLƏ
Onun ömrü qırx gündür,
Payızın davamıdır.
Uzun qış əyyamıdır…
Qar səpir asta-asta,
Gülür tanışa, dosta.
Darıxdırmır heç kəsi,
Quyudan gəlir səsi.
Yorğan salır şum üstə,
Qarğalar dəstə-dəstə
Uçub yerə qonurlar,
Sanki qohumluğu var.
Qara qarğa gətirib
Dimdiyində ilk qarı.
Yolub yerə tökübdür
Ağacdan yarpaqları.
Ölmüş qurd-quş olubdur
Qarğaların yeməyi.
Qış öyrədib onlara:
“Qar-qar”, “Qar-qar” deməyi.
Qarğa hara, qar hara?
Çox mahaldır, – deyirəm.
Ağ qar üstdə qarğalar
Qara xaldı, – deyirəm!
Ağ libasda düymə tək,
Parıldayır qarğalar!
Qar kəsəndə “qarr” deyə,
Qarıldayır qarğalar.
Sonu çatır çillənin,
Çaylar buz altda axır.
Qar getdimi, görməzsən,
Qarğalar yoxa çıxır.
ÇOBAN QIZI Bəzəndikcə çiçəklərlə, ey çoban qızı, Nə cənnətdir sığındığın dağların qoynu? Qaş-göz oynar gözlərinlə göyün yıldızı, Şair olur seyr edənlər bu coşqun oyunu. Sanki gəldin bu cənnətə, təxtini qurdun, Bir qat daha gözəlləndi sevgili yurdun. Çoban qızı, eşitmişəm bir sevdiyin var, Onun dərdi bu düşdüyün, gizlətmə məndən. Doğru söylə onunçünmü gözlərin ağlar, Müjdə umar hər vəch ilə gəlib keçəndən? Sıxıldınsa, çağır gəlsin, o qalsın bir az, Onsuz, əlbət, heç bu dərdə dəva tapılmaz. Çoban qızı, “o” gəlmişdir, könlü də xəstə, Qaldırma, gəl, ağlayacaq sazın telləri. Nə ruh olur görüb səni coşmayan səsdə! O bir şəhər yavrusudur cılız, sərsəri. Çox başqadır incəliklər onun gözündə, Inanma gəl, gəldi-gedən durmaz sözündə. Anlaşılan, ayrılarkən bir boya verdi, Verirkən də yalvardı ki, sürtülsün qaşa. Üç günlükdür onun, quzum, sevgisi dərdi, Can verdiyi bu sevdayı çıxarmaz başa. Bax nə deyir eşqin üçün mən açdığım fal: – Sürtmə onu qaşlarına, sən boyasız qal!.. |
Çiçeklerle süslenmiş ey çobanın kızı, |
KAYNAKLAR
https://www.turkyurdu.com.tr/yazar-yazi.php?id=689
https://bpakman.wordpress.com/
https://ahmedcavad.tr.gg/
http://teis.yesevi.edu.tr/
https://edebiyatvesanatakademisi.com/