İstanbul’da yaşayan insanların büyük çoğunluğu için AVM’ler hayatın önemli bir parçası. Sadece alışveriş değil gezmek, eğlenmek, sosyalleşmek ve hatta spor yapmak gibi birçok ihtiyaç AVM’ler vasıtasıyla gideriliyor. Adres tariflerinde AVM’ler simgesel yapılarla yarışır durumda, insanlar o semtin adını, camisini okulunu çeşmesini bilmiyor. Şu AVM’nin yanında şu AVM’ye giderken diye yapıyor adres tarifini. Hafta sonları AVM’lerin otoparklar ki çoğu ücretli olmasına rağmen tıka basa dolu oluyor. Uzun uğraş neticesinde bir yer bulduğunuzda, savaş kazanmış komutan gibi hissediyorsunuz. Netice, içerde insan seli çoluklu çocuklu aileler avm turu yapıyor. Çoğu hiçbir şey almıyor. Hatta belki mağazalara bile girmiyor ama işte hoşlarına gidiyor AVM’lerin ışıltılı dünyasında gezmek. Birde belki daha güvenli geliyor, hak vermek gerek neticede kapıda bir güvenlik var. Xr ile giriliyor. Çantalar taranıyor, gerekirse çantanızı içini açmanızı istiyorlar. Önce bir gücüne gidiyor insanın ama sonra işte ne güzel güvenli yer diye düşünülüyor.
Aslında benim bu yazıda değinmek isteğim mesele AVM’lerin durumu konumu insan hayatına etkilerinden ziyade AVM’lerin isimleri. İstanbul’daki AVM’lerin ekseri çoğunluğunun ismi yabancı sıklıkla da İngilizce kelimelerden oluşuyor. Yani insanların buluşma noktaları olan hatıralarını kaydettikleri, beş yaşındaki çocukların bile adını, yerini bildiği, yurt dışından gelen turistlerin ziyaret ettikleri alışveriş yaptığı bu yapıların isimleri yabancı. İçindeki markaların yabancı olmasının çok ötesinde vahim bir durum. Yüzyıl sonra İstanbul ile ilgili araştırmalar yapan kişiler için İstanbul’daki alışveriş merkezlerinin neredeyse tamamının yabancı isimlerden oluştuğunu görecekler. Bu durum bizler için gelecek kuşaklara kalacak bir utanç vesikasıdır. İnsanlar yabancı bir dili öğrenebilirler ve ihtiyaç halinde kullanabilirler ancak İstanbul’da açılan büyük paralar dökülen ve topluma mal olma noktasına gelen bu yapılara yabancı dilde isim vermek neyin nesidir. Türkçe de kelime mi yoktur? Bu durum en hafif hali ile affı maruz görülemeyecek bir şuursuzluk halidir. Bizler İstanbul’da yani Türkçenin başkentinde Türkçe’yi koruyamazsak peşinen müstemleke olmayı da kabul etmişiz demektir. İstanbul Türkçesinin hızla Türk dünyasının ortak dili olma noktasına geldiği bu günlerde, bu durumu Türk dünyasındaki kardeşlerimize nasıl izah edeceğiz. Bu devasa ve yabancı dildeki yapıların arasında büyüyen çocuklar acaba İngiliz, Amerikan veya Alman hayranı olarak yetişmeyecekler mi?
İstanbul’un günümüze kadar gelebilmiş alışveriş merkezlerinden olan Kapalı Çarşı, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından ticareti hareketlendirmek ve şehrin cazibesini artırmak için yaptırılmış. Kapalı Çarşı’nın ilk yapılan iki bölümünden bir tanesi olan Cevahir Bedesteninin dört kapısının birisinin üstünde Bizans Kartalı kabartması bulunmaktadır. O dönemde gerek Osmanlılar gerekse Bizanslılar tarafından sık sık yapılan devşirme malzeme kullanımından dolayı bir yerde bulunan inşaat malzemesi taş sütun ve hatta süsler oradan alınıp başka bir yerde kullanılabilmektedir. Bizans Kartalı kabartması da pek muhtemeldir ki işte bu şekilde giriş kapısının üstüne yerleştirilmiştir. Bedestenin mimari yapısı ve tarihi belgeler çarşının Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırıldığını açıkça ortaya koymasına rağmen sırf bu Kartal Kabartmasından yola çıkılarak Kapalı Çarşının Bizans tarafından yaptırıldığını iddia eden batılı tarihçiler mevcuttur. Hatta wikipedia gibi Kapalıçarşı ile ilgili bilgi kaynağı olma noktasındaki platformlarda bile çarşının ilk Bizans döneminde yapılmaya başlandığı yönünde ifadeler mevcuttur. Yani diyeceğim o ki küçük bir ayrıntı, önemsiz bir devşirme taş kabartma bile karşımıza yüzyıllar sonra çıkabilmektedir. Bugün İstanbul’un her tarafına yabancı isimli AVM’ler açanlar açılmasına izin verenler ve bu durumdan rahatsızlık duymayanlar acaba nasıl bir vebale ortak olduklarının farkında mıdırlar ?