“Aydın kişi” kimdir?
Ölçüleri nelerdir?
Toplumun yüzde kaçı aydındır?
Sözgelimi, öğretmenler vb. aydın kimseler midir?
Hepsi mi “aydın”dır? Yüzde 10, 20, 30 u mu?
Erlerin eğitimiyle uğraşan bir subayın veya her subayın,
Bitlis’teki yargıcın,
Urfa’da veya İstanbul’daki Türkçe, fizik, beden eğitimi öğretmeninin,
Erzurum’da hastalarını tedavi etmeğe çalışan hekimin,
İşlerini bitirdikten sonra evlerine, çoluk çocuğunun yanına ya da kahveye vb.
yerlere giden bütün bu onbinlerce sıradan insanın bir veya birkaç yabancı dil öğrenmesi gerekir mi?
Niçin?
Trilyonlarımızı savurmak, tutkunu olduğumuz yabancı dilin sahiplerinin kasalarına aptalca aktarmak için mi ?
“Çağımızın insanı, aydın kişi kesinlikle bir yabancı dil bilmelidir” diyenler, gene “kesinlikle” ne dediğini bilmeyen, düşünmeyen, bilmeyenlerdir. Ayrıca, bunlar, bir yabancı dil öğrenmenin ne demek olduğunu, hele zaman, emek, para bakımından neye mal olduğunuhiç bilmezler ; düşünmeyi, bilmeyi akıllarına bile getirmezler. Yalnızca soğuk alır, nezle olur, üşütür gibi bu fikri –ki hastalıktır- havadan kapmış, üşütmüşlerdir.
Ömür, insana Tanrının verdiği bir semayedir; öyle bir sermaye ki hep azalır, hiç artmaz. Bir yere kullanırsanız başka bir yere kullanamazsınız. Onun için bu sermayeyi en yararlı, kendimizin ve toplumumuzun en çok işine yarayacak, mutluluğumuza, ruh ve beden sağlığımıza en çok katkıda bulunacak, bize en çok gerçek güç sağlayacak yer ve yollarda kullanmak zorundayız. İşimize yaramayacak ya da pek az yarayacak yollarda, kullanmayacağımız nesne ve araçları, becerileri edinmek amacıyla veya lüks harcamalarda, daha da kötüsü milletimize zarar verecek yollarda kullanırsak günah olur.
Böyle diyor rahmetli Sabri Akdeniz, biraz değiştirdiğim cümleleriyle, Kültür Sömürgeciliği adlı, ikinci basımı 1997 yılında yapılan kitabında. Rahmetli, çok iyi İngilizce bilirdi, Master sâhibiydi, uzun yıllar boyunca İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünde/Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde İngilizce öğretmişti.
Gerçekten de, yabancı dil bilmek, kimler için gereklidir? sorusu hiç soruldu mu acaba? Tanzîmat (1839) ve İslâhat (1856) depremleri ürünü, imâlâtı ‘münevver’imiz, “Fransızca bilmeyen eşektir” diyordu. Bu, son iki yüz yılın şaşkın zemîninde imâl edilen ‘münevver’imiz, günümüz ‘aydın’ denilen diplomalılarımızın çoğundan daha fazla yabancı dil biliyordu, ama, “duruş” kaybına uğramıştı, “duruş”unu yitirmişti.
Günümüzde ise, diplomalılarımız içinde, “duruş”umuzu kazananların sayısı, yavaş da olsa, artmaktadır.
Aydın, bu milletin aydını, her şeyden önce, bu milletin değerlerini en iyi şekilde özümlemiş, o değerleri koruyan, o değerlerin gelişmesi için çalışan kişi olmak gerekir. Böyle, “gerçek aydın” olma yoluna girmiş diplomalılarımız, yavaş da olsa, artıyor. Öte yandan, 7-8 nesildir “statüko”yu temsil edegelmiş olan, “Batılı’nın her yaptığı doğrudur”, “her şeyde, her işimizde Batı’yı örnek almalıyız” görüşünde olan diplomalı çoğunluk, bu, yeni gelişmekte olan “aydın adayı” tipinden çok rahatsızdır; bu, yeni gelen, geçmişi sorgulayan, ezber bozan tip, son 7-8 neslin temsilcisini, statüko’yu rahatsız etmektedir.
İşin can alıcı noktası, -ne kadar tekrar edilse azdır- 1839 da resmen ilân ettiğimiz, kendi değerlerimizden uzaklaşma, Avrupa’ya eklemlenme hareketi olan Tanzîmat’ınincelenmesi, iyi anlaşılmasıdır. 16 yaşındaki toy Abdülmecîd’i gizli görüşmelerle bu işe iknâ eden (yanlış zemîn, daha önce, iyi niyetle de olsa hazırlanmıştır) Mustafa Reşid’in doğru dürüst bir öğretimden bile geçmemiş olduğunu, o mevkilere, İngilizlerin “tavsiyesi ile” getirilmiş olduğunu, Tanzîmat ve İslâhat hareketlerinin, “çok iyi”, “ileriye dönük büyük atılımlar” olduğu palavrası, lise sıralarında kafasına yerleştirilmiş ‘aydın’larımızdan kaçıbilmektedir? Demek ki, ‘bilgisizlik’ temeline dayanan bir tutum söz konusudur.
Evet! Bütün mesele burada. Her şeyden önce, “nerde yanlış yaptık da bu duruma düştük?” konusu üzerinde bir anlaşmaya varılması gerekir.
Günümüzde, bir “toparlanma”, “kendimize gelme” “kendi gücümüzü hatırlama” vetîresindeyiz.
Anaokuluna kadar inmiş yabancı dil fecaati gözler önünde de, gören göz az. yabancı dille öğretim yapan –hem de en iyi sayılan- üniversitelerimiz var. Almanya’da, İngilizce veya Fransızca öğretim yapan üniversite düşünebiliyor musunuz?
İngiltere’de, Almanca veya Fransızca öğretim yapan üniversite?
Fransa’da, Almanca veya İngilizce öğretim yapan üniversite?
“Duruş kaybı” dediğimiz olay budur.
Yabancı dil öğrenmek başka (ihtiyacı olanlar tabiî öğrenmelidir), eski sömürgelerde olduğu gibi, emperyalistin dilini üstün tutarak, üniversite öğretimini yabancı dille yapmak başka bir olay! Bunun farkına varsaydık!
19.10.2020