Yıllar önce yazdığım bir şiirimde Azerbaycan çocuklarına ana dilimizin bütün güzelliğiyle şöyle seslenmiştim:
“Azerbaycan’da
Bir kutlu ülküdür yüreğin çocuk
Güzel zamanlara açılırken kapın
Elinden tutar alp-erenler” Çünkü bizi “biz” yapan en mühim kültürel değer, dil olmuştur. Türk düşünürlerinin de birinci meselesi, bütün Türk yurtlarında dil birliğinin sağlanması üzerinde odaklanmıştır.
İstanbul Türkçesi’yle Azerbaycan Türkçesi arasında bir köprü vazifesi gören İsmail Gaspıralı, Türk dil birliği hakkında; “Yirmi beş seneden beri dediğim, yazdığım, çalıştığım budur. Çare açmak, yol açmak, başka bir şey değildir. Çünkü, kavi, necip, ömürlü, sabırlı ve cesaretli olan Türk milletinin, perakende düşüp, Sedd-i Çin’den Akdeniz’e kadar yayıldığı hâlde, nüfuzsuz, sessiz kaldığı lisansızlığından, yani lisân-ı umumî (ortak dil)ye sahip olmadığından ileri gelmiştir. Bu inanışla ömrettim (yaşadım), bu inanışla mezara gireceğim.” diyerek Türk kardeşliğinin ve birliğinin ancak ortak dil kullanmakta sağlanacağı inancındadır.
“Türkçe, atalarımızdan kalan en aziz yadigârıdır. O gözümüz gibi korunacak ve gelecek nesillere de öylece bırakılacak en birinci emanetimizdir. Yanık türkülerimizin kederi, aksakallı dedelerimiz, nur yüzlü ninelerimizin öğüdü, geleneklerimizin buğusu, inancımızın ferahfeza iklimi, dağların azameti, ırmakların hiddeti, çiçeklerin rengi, kokusu, bozkırların sonsuzluğu, dilde saklanmış ve yaşatılmıştır. Türkçenin yitirilmesiyle kaybedilen sadece bir dil değil; bütün bir hayat anlayışımız, geleneğimiz, töremiz, eşyaya bakışımız hâsılı bütün tefekkürümüz, bin yıllarla kıvama giren ruh ufkumuz olacaktır.” Azerbaycan’nın kıymetli evladı Bahtiyar Vahapzade’nin dil konusundaki mısraları bu bakımdan büyük bir önem arz etmektedir.
“Bu dil – bizim ruhumuz, eşgimiz, canımızdır,
Bu dil – birbirimizle ehdi-peymanımızdır.
Bu dil – tanıtmış bize bu dünyada her şeyi
Bu dil – ecdadımızın bize goyup getdiyi
En gıymetli mirasdır, onu gözlerimiz tek
Goruyub, nesillere biz de hediyye verek.”
Hüseyin Cavit de; Türk dünyasının düsturu haline gelen Gaspıralı’nın ünlü sözüne vurgu yapar. “Dilde, fikirde, iş’te birlik…”
“Onun mesleki bu idi daima:
“İşde birlik; dilde, fikirde birlik…”
İş, fikir, dil birliyi, olmayınca,
Evet, pek çetindir cihanda dirlik. ‘’
Suna Veliyeva’nın Arazbarı adlı şiir kitabını okurken hep bunları düşündüm. Ayrı vatanların insanı olsak da bizi birbirimize Türkçe bağlıyordu. Türkçe, uzakları yakın ediyordu. Yine Türkçe; ortak duygulara, ortak ülkülere tercüman oluyordu. Ben Veliyeva’nın şiirlerinde bu mübarek sesi duydum. O ses, benim de terennüm ettiğim, sevdiklerime hitap ettiğim sesti.
Veliyeva, kitabına ad olan şiirinde;
“Yedi sesden,yedi renkden
Hönkürdüm içimde berkden
Görünmeyen gök direkden
Kurulan kalem,hisarım
‘Arazbarı’ ‘ derken içindeki hisleri derin ağlayışlarla ak kâğıda dökmüştür. Bu söyleyişte bedii-estetik unsurları da dikkate alarak şiirin ahengini sağlayan güçlü sesi yakalamıştır. Biz onun şiirinde; Nahcivan’dan, Bakü’den, Kerkük’ten, Karabağ’dan, Güney Azebaycan’dan, Gökçe,Şuşa,Tebriz’den aşina olduğumuz dost, gönüldaş sesler duyuyoruz.
Vatan sevgisi Suna hanımın ‘Baba Evim’, ‘Selam Baba’, ‘Serçelerin Yurt Sevgisi’, ‘Yıkılan Evler Ömürler Hatıralar’ isimli şiirlerinde en üst noktaya çıkıyor. Her insanın yüreğinde bulunan vatan duygusunu coşkun akan nehirler misali çağlayanlar hâline dönüştürüyor.
Hele şu ‘Serçelerin Yurt Sevgisi’ şiirinde yuvasının önünde ölüm- kalım savaşı yapan serçenin sözü okudukça kalbimizi parçalıyor:
“Cik-cik
Bizimdir, biz yapmışız
Cik-cik
Ölürüz,vermeyiz…” Evet vatan, uğruna ölünecek ve düşmana verilmeyecek kıymettedir. Ondaki vatan sevgisi, bütün Türk dünyasındaki insanların temiz alınlarında güneş olarak parlamaktadır. Zira vatan, her insanın kutsal bir emanetidir. O emanet, atalardan alındığı gibi daha da güzelleştirilerek çocuklara devredilecektir.
Aziz vatanın evladı olup da işgalci düşmana karşı duyarsız olan kimselere Suna hanımın sözü yeterli gelir kanısındayım :
“İçimiz boşaldı topraklardan önce
Sonra can gözüktü vatan yerine
‘Önce can sağlığı’ diyen türlerin
Yurdu kurban gitdi beden yerine”
Suna hanım, ruhundaki vatan sevgisini dile getirirken, bu sevgiye kayıtsız kalan kişilere, acı ama gerçek söyleyişlerle hitap ederek onların kendilerine dönmelerini sağlamaya çalışır:
“-Milletin dertli durumlarında barlarda, diskoteklerde umursamaz halleriyle dans eden kızlara-
Torunu değilsin Burla Hatun’un
Kanında bir farklı kan yaşar senin
Bir Oğuz güzeli, Oğuz anası
Derdine oynamaz bu memleketin.”
Burada aynı zamanda güçlü bir tarih şuurunun nişaneleri de parlamaktadır. Biz Suna hanımın tarih şuurunu evladı Şahmal’ın doğum günü için yazdığı şiirde de görmekteyiz :
“Dili şirin masalım, şekerim
Oğuz soylu Han oğlum
İçimdeki arzum-muradım
Sensin benim övünülesi kıvanç yerim
Kale bahtım
Bu gün haylazım, taşkınım
Yarınki sengerim olan
Şamhal balam
İsminin anlamını boyundan yukarı tutmayı öğren
Ülküsünden tek mısra da inmeyesin Nesimi gibi
Dilinin, toprağının Şahı Hatai gibi
Derbent’den Zencan’a sınır dedi
O dayandı eren gibi, er gibi
Hayat tarih, hüner de mülk, söz de mülk
Ebedidir, kalandır
İstiklali zerre zerre istemedi Ulu Türk
Oğul gitse, baba gitse, vatan dedi, kalandır.
Sen Tanrı’nın vatana ‘ocak’ payı
Gidenlerin yerindesin,vatana gereksin,oğlum
Sen Özgürlük aşıklarının halefi, geleceğisin,
Kurbanın olayım
Sen düşmana karşı hisarım, vatan sınırım
Elince kalesi, vatan balası
Şamhal balam.’’ Her annenin bu şiirden alacağı pek hissenin olduğu inancındayım.
Şair Suna Hanım kızı Safiye için yazdığı Tatlı Çiçek şiirinde ise bir anne şefkatini lirik olarak ifade etmektedir:
“Ay ürkek bakışlı yavru çiçeğim
Sen hangi masaldan çıkıp gelmişsin?
Sen benim ömrüme gelene kadar
Nasıl yaşamışım, nerden bilesin?”
Suna Veliyeva’nın şiirlerinde gerçekle hayâl yan yanadır.. O, duyguların daha çok aşk üzerinde yoğunlaştırır. Bu aşk, vatana öncelik tanıyan bir aşktır. Vatan aşkı, aileye bağlılık ve tarih şuuru ile pekişir, Allah aşkıyla zirveye çıkar. Onun şiirinde vatan ve millet söz konusu olunca derin koyaklara bir Köroğlu avazı saldığını da görürüz. Düşündüklerini açık, anlaşılır ve sade bir dille ortaya koyar. Şair, ölçülü şiirlerinde gösterdiği sanatsal maharetini serbest şiirlerinde de aynı estetik kaygılarla vermesini bilmiştir. Suna hanım; şiirlerinde konu, ahenk ve ses unsurlarını ustalıkla birleştirmesi bilmiş, Yahya Kemal’in saf şiir diye tanımladığı şiiri, Arazbarı’nda yakalamıştır.
Suna hanıma şiir yolculuğunda başarılar dilerken yazımı şairin önünde hep donar kaldığı Sarı Çiçek şiiriyle noktalıyorum:
“Bir sarı gelindir bahtı dağlanmış
Sandalı kesilmiş, bendi kapanmış 1
Özlemin üstüne dert cilalanmış
Solan sevdaların sarı çiçeği
Sevda yolcusuyuz son durağa varan
Sevdasın melekler gökten getiren
İçimde yeşeren içimde biten
Solan sevdaların sarı çiçeği.”
[i] Eğitimci, eğitim yöneticisi, şâir-yazar