“Biz çadırımızı sırtlanların yolu üzerine kurmuşuz.”
Dündar TAŞER
Bozkırın yaz gecelerinde yıldızlara bakıp ‘’Dündar Taşer’in Büyük Türkiyesi’’ni okurduk inançla. Ülker’e el uzatıp hayâller kurardık muhteşem maziden ümitvâr istikbâle. Ulubatlı Hasan’la beraber şanlı bayrağı dikerdik kale burçlarına. Karayel yanığı çehrelerimiz aydınlanırdı “fena fi’d devle ve’l mille” sözünü her duyuşumuzda. Bir hümanın kanadında ulu gökyüzününden engin ufuklara uçardık, dilimizde, gönlümüzde ‘’Kelime-i Tevhid’’ zikri. Diz kırıp boyun yatırırdık kalp atışlarımızın anlamı üstüne. Saçlarımız ağarsa da “her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası.” Bekleyedursun çağ, gözleyedursun insanlık, yine geliriz “nizam-ı âlem” üzere harap beldeleri abad eylemeye, yaralı gönüllere merhem olmaya…
Bozkırın yaz gecelerinde yoksul kasabaların tozlu yollarında türküler çığırırdık, Yemen’den, Cezayir’den, Kırım’dan. Ah! Neredeydi bu memleketler? Neydi bizi çekip götüren uzaklara? Suallerde bulunurdu bilmecelerin cevapları. Oğuz Kağan’ın buyruğu olduğunu söylemişti Horasan erenleri; doğudan batıya, kuzeyden güneye egemenlik kurmanın gereğini. Türk’ün meddinin Sakarya’dan tekrar başladığını müjdeliyordu Türkmen Beyi; “Türkün meddi Osmanlı’yla, Sakarya boylarından (Söğüt-Domaniç yaylalarından) başlayıp Viyana kapılarına, Atlas ve Hint Okyanuslarına kadar yükselmiş, 1774’ten sonra ise, çekile çekile 1922’de Sakarya boylarına kadar gerilemiştir. Fakat bu defa tekrar yükseliş, yine bu Sakarya boylarından başlamış, Millî Mücadeleyle Trakya’da Edirne’ye, Hatay’ın ilhakıyla 1939’da Suriye’ye doğru yükselme devam etmiştir… Bunu durdurmak tarihin akışına aykırıdır ve bu yükseliş Türk gençlerinin, ülkücü nesillerin gayret ve fedakârlıklarıyla devam edecektir.”
Fütuhatın sevincini, yenilginin acısını Türkmen Beyi’nin hâkimane ifadelerinde bulurduk; “Yemen’den Belgrad’a, Bağdat’tan Bükreş’e kadar hiçbir yeri mantık ve müzakere ile terk etmedik. Kurduğumuz düzeni nutuklarla bozdurmadık. Bu vatanı da birkaç teoricinin safsatasına, birkaç hainin hesabına, birkaç ahmağın aymazlığına kurban etmeyeceğiz. Ne hürriyet, ne demokrasi, ne insan hakları, ne de başka bir şey ülke bütünlüğünden daha aziz, bağımsızlıktan daha değerli değildir. Türk milletinin kaderi için hiçbir zaman saklamadığı gücü kanıdır!”
Bozkırın yaz gecelerinde ‘’devlet-i ebed-müddet’’ düşleri kurardık. Türkmen Beyi’nin sözlerini düşünerek; “Biz bir cihan devleti kalıntısı üstünde, cihan hâkimlerinin evlatları olarak oturuyoruz. Sokaktan mektebe, kahveden fabrikaya koşmalıyız. Sanayimizi kurmalı, büyük milletin imkânlarını büyük geleceği kurmak için seferber etmeliyiz.”
Ne Eflâtun’un “Devlet”i ne Machiavelli’n “Prens”i ne de Hitler’in “Kavgam”ı değildi onun anlayıp anlattığı. Tarihten süzülüp gelen, geldikçe gelişen, geliştikçe destanlaşan bir devlet pratiğiydi söylediği; “Niçin devlet? Önce; tarih boyunca Türklüğün yaşama gücünü ve üstün vasıflarını belirten yüce mefhum olduğu için… Milletin henüz tamamen yıkılmamış köklü bir geleneğe bağlılığını ifade ettiği için… Sonra, Milliyet, Vatan, Cumhuriyet, Hürriyet gibi isimlerin, bu kelimelerin gerçek manalarına yabancı, hatta düşman yayın vasıtaları tarafından benimsenmesine karşılık, devlet’ in başına böyle bir felaket gelmediği için…”
Avusturyalı bilim adamı Oswald Menghin, Türk milletin devlet fikrine ulaşmasını şöyle anlatır:
“Savaşçılık kabiliyetini iyice güçlendiren, demirciliği yanında, otlak ve su için mücadeleler dolayısıyla metaneti artan bozkırlı, aynı zamanda, huzur içinde yaşayabilmek için insanların karşılıklı saygı hissi ile donanması gerektiğini de öğrenmiş ve insan kütlelerini sürekli olarak barış halinde tutabilmek için toplulukta herkes tarafından zaruri bir hukuk düşüncesine ulaşmıştır. Bu devlet fikrinin doğuşudur. İşte savaşçılığına, hukuk fikrine ilavaten yine at sayesinde sağladığı uyuşuk yerli kütleleri zihin durgunluğundan kurtararak, insan iradesine sonsuz faaliyet ufukları açan sürat kavramı ve maddi araç olarak sahip bulunduğu demir vasıtası ile Türkler, kendilerine bağladıkları insanları idare etmek üzere yeryüzünde ilk siyasi kadroları vücuda getirmiş, ilk kanun koyucu millet olmuştur.”
Türkmen Beyi Dündar Taşer’in bütün “Mesele”si varoluşundan bu yana adalet, sevgi, hoşgörü anlayışı üzerine kurulan Türk devlet yapısını tekrar canlandırmak ve dünyaya hâkim kılmaktı. Bugün dünyada adaletsizlikler, haksızlıklar oluyorsa bu bizim bir cihan devleti olamayışımızdan kaynaklanıyordu.
Bozkırın yaz gecelerinde biz yıldızlara bakıp hayâller kurardık Türklüğün geleceğine…