Avrupa’da Çokkültürlülüğün İflası (Mı?)[i]

Avrupa’da Çokkültürlülüğün İflası (Mı?)[i]

Hakan Övünç ONGUR[ii]

Özet

Türdeş milliyetçilik ideolojisine karşıt konumlanmış çokkültürlülük anlayışının kuramsal ve pratik anlamda başlıca iki sorunu bulunmaktadır: bir toplumdaki farklı grupların tanımlanmasını devlet tekeline bırakmak ve gönüllülük esası ile o topluma göç etmiş gruplara özel haklar vermekten kaçınmak. Bu makalede, bahsedilen iki sorunun Avrupa’daki problemli çokkültürlülük anlayışı ile pratiğe dökülmesi gösterilmekte ve bunun da Avrupa’da gerçek anlamda bir çokkültürlü rejime ulaşılmasının önünü tıkadığı iddia edilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Avrupa, Avrupa Bütünleşmesi, Azınlıklar, Azınlık Hakları, Çokkültürlülük, Milliyetçilik.

 

GİRİŞ

Beşeri bilimlerin başat konularından ‘nasıl bir arada yaşamalı?’ sorusu, çeşitli dönemlerde, çeşitli idare şekilleri ve çeşitli kuramlarca farklı biçimde yanıtlan­mıştır. İlkel toplumların tikelci kavim anlayışından, modern dönem öncesi impa­ratorluklarının birden fazla dili, dini, etnisiteyi ve kültürü bir arada barındıran çoğulcu anlayışına; modern toplumun türdeş milliyetçilik ideolojisinden, küre­selleşmenin “dünyanın bir bütün olarak düşünülmesi”[1] temelinde sunduğu uluslarüstü söylemine kadar birçok anlayış ve pratik, en küçük toplumsal birim­den en büyüğüne, benzerliklerin ve/veya farklılıkların bir arada, barışçıl bir bi­çimde yaşaması amacı ile var olmuştur. Bugün küreselleşme ile yerelleşme ara­sında yaşanan gerilim de, yine bir arada yaşamanın doğru reçetesini bulmak or­tak talebinden kaynaklanmaktadır. Kimileri çokkültürlülüğü, “bu taleplerin tanınmasında modern toplumun selametini görenlerin bayrağı”[2] olarak görürken, kimileri de onu bireysel özgürlüklerin önünü potansiyel olarak sınırlayan yeni bir engel olarak değerlendirmektedir.

Bu çalışmada, çokkültürlülük anlayışının tarihsel gelişimi ve şu anki konumu incelenecektir. Çokkültürlülüğün bir karşıt-ideoloji olarak karşısına yerleştiril­diği milliyetçiliğin on yedinci yüzyıldan itibaren türdeş toplumlar yaratma çaba­sının iflasının incelendiği ilk bölümün ardından; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan çokkültürlülük söylemi, bu söylemin pratikteki yansımaları ve ‘çokkültürlü yurttaşlık’ terimini ortaya atan Kymlicka’nın kuramı, bir sonraki bölümün konularını oluşturacaktır. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde, çokkültürlülük anlayışı ve çokkültürlü yurttaşlık kuramının, Yeni Dünya ülkele­rinden Avrupa’ya entegre edilme süreci ve bu süreçte yaşanan sorunlar anlatılır­ken; bugünkü Avrupa çokkültürlülüğünün ayrıntılı bir tablosu çizilmeye çalışıla­caktır. Bu makalenin esas amacı, Avrupa örneği özelinde, çokkültürlü politikala­rın kuramsal ve pratikteki sorunlarını ortaya koymak, bu politikaların hala milli­yetçi güvenlik paranoyalarından etkilenmekte olduklarını göstermek ve bu sı­kıntılı tablodan en fazla zarar gören grupların saptamasını yapmaktır.

MİLLİYETÇİLİK: ÇOĞULCU İMPARATORLUKLARDAN YEKPARE ULUSLARA

Hall’a göre Avrupa’nın ortaçağı ile modern çağı arasındaki temel farklılık, on al­tıncı yüzyılda kapitalizmin ortaya çıkışı ile birlikte ister istemez meydana gelmiş olan, ‘rekabet’ algısındaki değişimdir.[3] Buna göre modern çağda değişen rekabet, yalnızca insanlar arasında zuhur etmekten çıkıp, toplumsal bir statüye de ka­vuşmuştur. On yedinci yüzyılın Aydınlanmacı atılımları (hümanizm, bilim, ras- yonalite, laiklik ve sorgulama),[4] on sekizinci yüzyılın Sanayi Devrimleri (modern teknoloji, makineleşme, endüstrileşme, işgücünde insan faktörünün azalması ve dünya çapında serbest piyasa uygulamaları),[5] on dokuzuncu yüzyılın Sosyal Darwinist ilkeleri (özünde zayıf-güçlü toplum ayrımı, gücün yüceltilmesi ve devletin sosyal ayıklamanın bir aracı olması)[6] ve tüm bu zaman dilimine yayılmış sömürgecilik, başta Avrupalı büyük güçler olmak üzere, devletleri küresel bir re­kabet ortamı içine sokmuştur.

Bahsi geçen rekabet ortamı, bilhassa “devletlerin yönetim biçimlerinin deği­şimine”[7] ve genellikle dini bir birlik üzerine kurulu olsa da, çok dinli, çok dilli ve çok kültürlü toplumları bünyelerinde barındırma geleneğine sahip ortaçağ impa­ratorluklar düzeni, özellikle Fransız İhtilalı’nı izleyen yıllarla birlikte, yerini ta­mamen ulus-devletlere bırakmasına neden olmuştur.[8] Yönetim biçiminde evren- selcilikten tikelciliğe geçişin bu evresinde, incelenmesi gereken akım, şüphesiz milliyetçilik düşüncesidir. Milliyetçiliğin özünde, Augsburg Anlaşması (1555) ile Westphalia Anlaşmaları (1648) ile birlikte, ortaçağda ‘kutsal olanın tükenmesi’[9] ve cuius regio eius religio (Latin: kimin iktidarı, onun dini) tutunum ideolojisinin yerini cuius regio eius lingua ya (Latin: kimin iktidarı, onun dili) bırakması yer alır[10]. Ancak, bu tutunum değişikliğine rağmen, milliyetçilik düşüncesi dinden tamamıyla ayrı olarak düşünülemez. Milliyetçi akımlardaki asıl amaç, insanların kendi kimlikleri ile özdeşleştirdikleri Ortaçağ Kilisesi gibi yüksek ölçekli bir ara­cıyı, daha küçük ölçekli bir başka aracı ile değiştirmektir. Burada özdeşleştirme faktörü din, dil, kültür, ortak bir tarih, ortak bir yaşam biçimi veya ortak anılar­dan herhangi biri veya hepsi olabilir.[11] Oysa gerçek amaç, yönetenler ile yönetilenlerin birbirleri ile ‘özdeş kimlikte’ olduklarını gösterecek sembollerin varlığı ve bu sembollerin uyumunun sağlanması olmalıdır.[12] [13] Böyle bir özdeşliğin getireceği bir başka uyum ise devlet ile toplum ve sınırlar ile halk/millet arasında olacaktır. Tam da bu noktada, ulus-devletler ortaya çıkar ve halkı kendileri ile özdeşleştirmek, hatta kendileri için ölmek, konularında dahi ikna etmeyi başarır.

Ulus-devletler ister birer ‘ilkel gerçeklik,’[14] birer ‘icat edilen gelenek’,[15] birer ‘hayali cemaat’[16] ya da köklerini geçmişten alan birer ‘modern icat’[17] olsun; Av­rupa (ve belli bir zaman sonra tüm dünya) tarihinin son iki yüz yılının toplumsal ilişkilerinin ana aracısı olmuş, uluslararası ilişkilerin tanımlanmasında birincil faktör haline gelmiştir.[18] Bu genel kanı öylesi ciddiyetle kabul edilmiştir ki, ulus- devletler geleneksel Uluslararası İlişkiler kuramlarının içselleştirdiği iç-dış ayrı­mının da esas parametresi olup uluslararası hukukun, meşruiyetin ve modernitenin belirleyicisi olmuştur.[19] Gerçekçilik, yeni-gerçekçilik ve idealizm gibi kuramlar için uluslararası ilişkiler kavramı, ulus-devletler arasında gerçekle­şen karşılıklı bir etkileşim süreci ile ilgilidir. Uluslararası İlişkiler disiplininin yirminci yüzyılın başlarında atılmaya başlanan temelleri de, I. Napolyon sonrası dönemin bu yeni aktörlerini anlamak[20] ve onların sorunlarına çözüm getirmek için atılmış olup devlet-dışı ve ulusaşırı aktörleri, toplumları ve bireyleri çoğun­lukla dışlayan bir duruş benimsemiştir.[21]

Ulus-devletlerin inşasındaki esas paradoksun Uluslararası İlişkiler yazına dâ­hil olması, ne yazık ki İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı öğretilerinden sonra ger­çekleşecektir. Bu paradoks, ulus-devletlerin içeride birlik yaratmaya çalışırken, dışarıda (yani uluslararası arenada) farklılıkları ortaya çıkarmak zorunluluğun­dan ve bu durumun da halklar arasında sorunlara, hatta son kertede savaşlara, neden olmasından kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle, içeriyi türdeşleştirme işlemi, dışarıdakini ötekileştirme ile beraber yürütülen bir proje olarak kabul edildiği ölçüde, küresel sistemin bekasına zarar vermekte ve bu da sistem içinde çatışmalara neden olmaktadır.[22] Waever’a göre ulus-devletlerin ‘savunma reto­riği’ bu bahsi geçen iç-dış ayrımına ve onun kuramsallaştırması ile ‘güvenlikleş- tirme’ (securitization) söylemine dayanır.[23] Ona göre güvenlik, gerçeğe yakın bir şey olmak bir yana, devlet yetkililerinin yalnızca sözünü ederek halkta algısını geliştirebildikleri bir ‘söz eylem’den (speech act) ibarettir.[24] Bu sayede ulus- devletlerin düşmanları bağlamsal olarak belirlenir: Bazen içeridekiler (örneğin, azınlıklar), bazen de dışarıdakiler (örneğin, diğer ulus-devletler) olurlar. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, bu tip bir söz eylemin halk üzerinde ne derece etkili olabileceğinin kanlı örnekleridir. Örnek vermek gerekirse, Alman halkı, Hitler döneminin propaganda makinesi tarafından, hem sözde-yaşam alanındaki Ya- hudilere hem de sözde-ırksal düşmanlara, Slavlar ve Fransızlara, karşı içsel ve dışsal güvenlik algısı geliştirmek durumunda kalmıştır.[25]

Milliyetçi akımların getirdiği bu güvenlik algısının, dünyanın (ve özelde de Avrupa’nın) başına ne gibi arazlar getirebileceği, maalesef çılgın bir silahlanma ve sömürgeleştirme rekabeti ve ardından gelen yıkıcı savaşlar ile anlaşılmıştır. Ulus-devletlerin güvenlik saplantılarını geride bırakmasını salık veren federa­lizm,[26] işlevselcilik,[27] işlemselcilik,[28] yeni-işlevselcilik,[29] uluslarüstücü kurumsalcılık[30] ve devletlerarasıcılık[31] gibi akımlar, iki dünya savaşının yaralarının sarılmaya çalışıldığı bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu akımların ortak düş­manları olarak ulus-devletlerin başına buyruk davranma yetkileri kabul edilebi­lirse, ortak amaçlarının da ulus-devletlerden bu yetkileri devralabilecek uluslar- üstü kurumlar yaratmak olduğu iddia edilebilir. Birleşmiş Milletlerin (1945) ve Avrupa Konseyinin (1949) kurulması, bu iddiayı destekleyen örneklerdir. Yine de, 1950’li yıllardan itibaren kendini gösteren Soğuk Savaş ile bu küresel barış atmosferi, yerini iki-kutuplu ve paranoyak bir dünyaya bırakacak; altı Avrupa ül­kesini, Amerika Birleşik Devletleri rehberliğinde ekonomik açıdan bir araya ge­tirmekle yetinen Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT – 1957) dışında, bir kez daha silahlanma ve güvenlik eksenli iki karşıt kurum, Kuzey Atlantik Anlaş­ması Örgütü (NATO – 1949) ve Varşova Paktı (1955), son sözü söyleme yetki­sine sahip olacaktır.

Ancak küresel ölçekte işlev görmeyi amaçlayan kuruluşlar ve iki süper güç altında birleşip kutuplaşan devletler haricinde, 1945 sonrası dünyanın bir diğer özelliği de ‘insan hakları’ kavramına – en azından retorik bağlamda – verilmeye başlanan ekstra önemdir.[32] Ulusal sınıra hapsolmayan küresel bir bakış açısı ile normatif anlamda yapılandırılmaya çalışılan 1945 sonrası-uluslararası insan hakları rejimi,[33] geleneksel Uluslararası İlişkiler anlayışının ‘egemen ulus devlet’ ve ‘karışmazlık ilkesi’ gibi temel kavramlarını sarsacak şekilde, insan hakları ih­lallerine karşı devletlere müdahale hakkı tanır.[34] Buradaki ana amaç, insan hak­ları gibi son derece genel bir üst başlık altında, devletlerin içlerinde var olan mil­liyet, etnisite, din, dil, ırk gibi farklılıklara bilenmesine ve bu farklara sahip grupları dışlamasına engel olmaktır. ‘Azınlık’ kavramı kullanılmasa bile, ayrım­cılığın her türlüsüne karşıtlık, Birleşmiş Milletlerin kurucu antlaşmasında da, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde (1948) de açıkça belirtilip evrensel bir insan hakkı kimliğine büründürülmüştür.[35] Bunun bir anlamı da, insan haklarını güvence altına alarak, devlet içi toplumsal farklılıkları ‘güvensizlikleştirme’ çaba­sıdır. Şimdi esas mesele, liberal devletlerin birbirleriyle savaşmazlık tezine[36] de mükemmel biçimde uyan bu talebe, dünya devletlerinin nasıl bir tepki verecek­leri ve klasik güvenlik ve egemenlik anlayışlarına, ‘güvensizlikleştirilmiş’ insan hakları ve farklılıklar kavramlarını nasıl adapte edebilecekleri ile ilgilidir. Çokkültürlülük fikri, ilk kez böyle bir ortamda dünyaya gelmiştir.

 

ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK: YEKPARE ULUSLARDAN ÇOKKÜLTÜRLÜ DEVLETLERE

Çokkültürlülük söyleminin arkasında, verili (milli) sınırlar içerisinde birden fazla kültürün (milletin) bir arada yaşayamayacağını salık veren geleneksel (milliyetçi) kimlik algısından sıyrılma istenci yatar. Williams’ın belirttiği üzere, milliyetçi diskurun söz eylemlerinden kurtulmanın, böylece de devletlerarası daha barışçıl ilişkileri elde etmenin yolu, farklı kimliklere, kültürlere ve milletlere daha fazla siyasal ve toplumsal haklar vermekten ve onların zorunlu asimilasyonuna, top­lumsal bastırılmalarına ve inkârlarına göz yummamaktan geçer.[37] Bu da ancak, çokkültürlülük söyleminin, uluslararası arenada genel kabul görmesi sonucunda elde edilebilir.

Peki, çokkültürlülük nedir? Çokkültürlülük kavramının yazılı literatüre gir­mesi, 1941 yılında yayımlanan bir kitap tanıtımında, Herald Tribune dergi editö­rünün, Edward Haskell’ın Lance: A Novel About Multicultural Men isimli kita­bından, “milliyetçiliğin, milliyetçi önyargıların karşısında ve günümüz hızlı ileti­şim ve sık nüfus değişimleri çağına son derece uyan çokkültürlü bir yeni hayat tarzının yanında duran ateşli bir vaaz”[38] şeklinde söz etmesi ile gerçekleşmiştir.

‘Çokkültürlü’ teriminin ‘çokkültürlülük’ adı altında akademik bir analiz nesne­sine dönüşmesi ise Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi bol göç alan İngiliz Uluslar Topluluğu ülkelerinin (ardından da Amerika Birleşik Devletlerinin),[39] vatandaşlık pratiklerini çokkültürlü hale getirdiklerini beyan etmelerinin ardın­dan, 1970’lerin başlarında, gerçekleşmiştir.

Dünya savaşlarının ana sebebi olarak görülen savaşçı ulus-devlet algısının yanında, savaşlar sırasında Avrupa’dan yeni dünya ülkelerine doğru gerçekleşen göç de, çokkültürlülük akımının arkasında yatan nedenlerden biri olarak görül­melidir. Göç, devletlere, Gellnerci bir yaklaşımla verili kabul ettikleri millet – devlet eşitliğinin kolayca gerçekleşmeyeceğini anımsatmasının yanında, istenilen türdeşlik seviyesine siyasal ya da kurumsal aracılarla (asimilasyon, etnik temizlik ya da uluslarüstü kurumlara aktarım gibi yollarla) ulaşılamayabileceğini de gös­termiş olur. Göç gibi türdeşlik bozucu durumlar, birden çok kültürün, dilin, di­nin veya geleneğin bir arada yaşayabileceği siyasal üniteleri mecbur kılar. Bu an­lamda çokkültürlülüğü şu şekilde tanımlamak mümkün olabilir: “çoğulcu top- lumların cinsi, etnik, ırksal ve kültürel çeşitliliklerinin tüm kurumsallaşmış ya­pılara yansıtılmasını öngören felsefi bir duruş veya hareket.”[40] Bir başka deyişle, çokkültürlülük, bir toplumdaki etnik, kültürel, dilsel, ırksal, dinsel ve/veya birey­sel tüm farklılıkların, siyasal ve kamusal anlamda tanınması anlamına gelir. Çokkültürlülüğü çoğulculuktan ayıran temel fark, onun yirminci yüzyılın ideal­leştirdiği demokrasi, bireycilik ve insanların evrensel eşitliği gibi ilkelerini, bi­reylerin farklılığına rağmen değil, bu farklılıklar sebebiyle uygulama isteğidir.[41] “Eşitlik ve farklılık,”[42] çokkültürlülüğün ana sloganıdır.

Bu tip bir tanınmanın, ilk olarak Kanada ve Avustralya gibi ülkelerde tartı­şılmaya başlamasının nedeni olarak, bu ülkelerin göreceli olarak genç, göç nüfu­suna dayalı, ulusal bir kurtuluş savaşı yaşamamış ve Soğuk Savaş çılgınlığının dı­şında kalmış olmaları kabul edilebilir. Aynı nedenler, bu ülkelerin on dokuzuncu yüzyıl asimilasyonist propagandasından[43] veya ‘Amerikan İkilemi’nden[44] uzak kalmasında da etken olmuşlardır. Üstelik aynı zamanlarda, dünyanın çeşitli yer­lerinden bazı akademisyenler de ülkelerin kültürel farklılık taşıyan vatandaşları­nın oynadıkları önemli roller hakkında kafa yormaktadırlar. Örneğin, Blalock’ın ‘Aracı Azınlıklar Kuramı’, Amerika Birleşik Devletlerindeki Japon, Yunan ve

Ermeni etnik grupların, ülke ekonomisine faydalı oldukları yolundaki görüşe yer verip çoğulcu toplumların çokkültürlü vatandaşlık uygulamalarından pozitif yararlanımları olabileceğini iddia eder.[45] Çokkültürlü vatandaşlık, temelde “bireylerin kültürel, etnik ve diğer ayırt edici kimliklerini yok sayan vatandaşlık tanımının geleneksel kavramlarından ayrılışını ve bireyleri yalnızca belirli bir si­yasal topluluğun üyeleri olarak görmeyi”[46] vaat etmektedir.

Çokkültürlülüğün kuram-yapımı, çağdaş siyaset felsefesinin iki rakip kolunda yankı bulmuştur.[47] İlk kolda yer alan Ortodoks liberalizm,[48] yalnızca sivil alanın tarafsızlığı ilkesini salık veren ulus-devletlerin, gereken bireysel otonomiyi, eşit­liği ve vatandaşlığı sağlayabileceğini öngörmektedir. Buna karşı çokkültürlülük, “doğası gereği, milliyetin ortak bağları için istikrar bozucu ve yıkıcıdır… evren- selciğin yerine tikelciliği geçirmeyi ve etnisiteyi sivil toplum için gereksiz ve ya­rarsız göstermeyi amaçlayan bir yaklaşımdır.”[49] İkinci kolda yer alan cemaatçi- lik[50] ise liberalizmin, her daim özgür, çıkarcı ve aklıselim kabul ettiği bireye öncelik veren parçacı yorumunu eleştirir ve bireyin gerçek özgürlüğünü ve so­rumluluklarını bulabileceğini iddia ettiği çoğulcu cemaati ön plana çıkarır.[51] Bu karşılaştırma sonucunda, cemaatçilerin çokkültürlülüğe daha yakın durduğu anlaşılabilse de, iki yaklaşım arasında bahsedilmesi gereken bazı farklılıklar mev­cuttur. Cemaatçi yaklaşıma göre toplum, çeşitli sayıda cemaatlere ayrılmıştır ve her bir cemaate verilen pozitif ayrıcalıklar bulunur; buna karşı çokkültürlü yurttaşlık, toplumun değişik fraksiyonlara ayrılmasını şart koşmayıp farklılıkla­rın görüldüğü yerlerde, bölünmelere gitme yolunu tercih eder. Bunun dışında, cemaatçiliğin aksine çokkültürlülükte, vatandaşların topluma karşı sorumluluk­ları ya da elde ettikleri haklar, onların bir azınlık ya da çoğunluk grubuna men­sup olması ile alakalı değildir.

Habermas’a göre çokkültürlülüğün asıl amacı, bireyselliğin içerisinde oluş­tuğu, bireylerin bütünlüğü ile toplumsal ve kültürel alanların çeşitliliği arasın­daki bağı hatırlatmak olmalıdır.[52] Kymlicka’nın ‘Çokkültürlü Yurttaşlık’ ismini verdiği – ve konusunda ilk olma özelliği taşıyan – kuramı işte tam da Habermas’ın bahsettiği bu bağın üzerine kuruludur.[53] Kymlicka hem Taylor’ın yalnızca cemaatçiliğin grupların özel haklarını koruyabileceği önermesini hem de Ortodoks liberallerin bireysel hakların, bireylerin ait oldukları gruplardan ayrı kalarak gelişebilecekleri yönündeki görüşünü reddeder.[54] Ona göre, ‘modernizasyon’, grup haklarını ve grupların korunmasını yok sayan geleneksel ve ulus-devletçi Batı kültürünü şekillendiren başat faktördür.[55] Örneğin, aynı Batı kültürü azınlıklardan, birer birey haline gelip ‘çağdaş Batı medeniyetine’ gö­nüllü olarak adapte olmalarını beklerken, ulus-devletçi (çoğunlukla da liberal-bi- reyci) yönetim şeklini veya Marksist toplumcu görüşü yüceltir. Bu iki karşıt gö­rüşün ortak noktası, Batı modernizminin ürünleri olup medeniyeti tekil bir fe­nomen olarak kabul etmeleridir.

Oysa 1970’lerin sonları ve 1980’lerin başlarından itibaren, geleneksel ulus- devletler dahi vatandaşlarının ‘türdeşliklerini sorgular hale gelmiş; çoğu, içlerin­deki azınlık gruplarının farkına varıp onlara çeşitli haklar verme yoluna gitmiştir. Başta Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin (1976) yirmi yedinci maddesi ol­mak üzere, aynı sözleşmenin yirmi altıncı maddesi, Helsinki Nihai Senedi (1975), Birleşmiş Milletler Ayrımcılığa Karşı Sözleşme (1978), UNESCO Irk ve Irksal Önyargılara Dair Bildiri (1978), Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Çeşit Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (1979) ve Birleşmiş Mil­letler Etnik, Dilsel ve Dinsel Azınlıklara Bağlı Kişilerin Hakları Hakkında Ça­lışma (1979), uluslararası alanda çokkültürlü, çok-dilli, çok-dinli, çok-etnili bir dünyanın olasılığı hakkında ciddi öngörülerin bulunduğuna dair resmi umudu öne sürmüştür.[56] Küresel bağlamda kurumsallaşmış (süper-)devlet yapıları, artık en azından birtakım azınlık gruplarını tanımak ve onlara bazı haklar verebilmek konularında ve yine en azından bazı azınlık grupları da ulus-devletlerin güvenlikleştirici söz eylemlerinden kurtulmak konusunda kararlı durmaya meyilli hale gelmiştir.[57]

Çokkültürlü yurttaşlık seçilen bu gruplara ne gibi haklar sağlamaktadır? Kymlicka’nın üzerinde durduğu nokta, ‘etnokültürel’ adını verdiği azınlık grup­larının kimi haklarının önceden de ulus-devletler tarafından karşılanıyor olma­sıdır.[58] Çokkültürlülüğün bu olağan duruma kattığı yeni değer, bu grupların varlıklarını devam ettirme ve farklılıklarını sürdürme görevini de devlete vermesi olacaktır. Ne de olsa, çokkültürlülük kuramı, insan özgürlüğünü, üye olduğu topluluğun sürdürülebilir varlığına bağlamak ve bireylere ait ‘özsaygı’ kavramını, o topluluğa üyelik statüsü ile açıklamak konularında kararlıdır.[59]

Çokkültürlülük, bir grubun kendi üyelerine sağladığı iç haklar ile o gruba toplumdaki çoğunluk karşısında verilen haklar arasında farklılık olması gerekti­ğini iddia eder.[60] Aynı zamanda ‘iç kısıtlamalar’ olarak da adlandırılan ilk hak ta­lebi, grup içinde yapılagelen ancak liberal değerlere uymayan eylemlerden doğ­maktadır. Örneğin, bir etnik grubun, dinsel inançları gereğince küçük kızları kurban etme geleneği, evrensel ‘hayatın kutsallığı’ hakkı içinde değerlendirilmeli ve herhangi bir grup, böylesi bir eylemden kanunen mahrum bırakılmalıdır. Çokkültürlülüğün benimsediği ve ‘dış korumalar’ olarak da adlandırılan ikinci grup hak-talebi ise tümüyle liberal değerlerle uyum içerisinde kabul edilir. Bun­lar, grupların topraksal, eğitimsel, dinsel, dilsel, ekonomik veya yönetimsel ta­leplerini içerebilir. Kabul edilmeleri ve belli gruplara sağlanmaları için tek geçer­lilik şartları, evrensel birey hakları ile çatışmada olmamaları koşuludur.

Üstteki iki paragrafın ortak noktası – ve çokkültürlü modelin esas argümanı – geleneksel liberal kuramların varsaydıkları ‘etnokültürel farksızlık mitine’ karşı çıkmalarıdır. Buna göre, liberal kuramlar, bir toplum içerisinde ortaya çıkan etnokültürel farklılıkların, o toplumlarda var olan demokrasi eksikliğinden, hu­kukun üstünlüğünün yok sayılmasından, ekonomik geri kalmışlıktan veya ülkeye yapılan yabancı müdahalelerden kaynaklandığını; gerçek liberal demokrasiye ge­çişle birlikte bireysel, stereotip, kültürel ya da etnik önyargıların aşılma sürecinin başlayacağını öngörürler.[61] Bu Ortodoks görüşün aksine çokkültürlü yaklaşım, demokrasi ile toplumsal/bireysel farklılıklar arasında bir ilgileşim inşa etmez.

Demokrasi, farklılıkları ‘çözmez’. Tam aksine, işleyen bir demokrasiden bahset­mek için, bu farklılıkların kurumsal ve siyasal anlamda tanınıyor olmalarını şart koşar. Kanada’daki Quebecliler, Britanya’daki İskoçlar, Belçika’daki Flamanlar veya İspanya’daki Katalanlar gibi ekonomik anlamda güvenliklerini sağlamış ör­nekler, cemaatçi yaklaşım tarafından, Ortodoks liberal görüşün, demokrasi ile farklılıklar arasında kurulmasını beklenmediği bu köprüye işaret eder. Taylor’ın kendi ifade ettiği ‘derin çeşitlilik,’[62] toplumsal bir ahenk eksikliğini değil, aksine işleyen bir toplumun birlikteliğini anlatması açısından önemlidir. Çeşitliliğe ve­rilen bu önem, çokkültürlülük ile cemaatçiliğin üzerinde anlaştığı bir nokta ola­rak öne çıkarılmalıdır.

Toplumsal çeşitlilik, bilhassa 1970’lerin sonlarından beri Batılı siyaset bilim­ciler tarafından öne çıkartılıyor olsa da, işleyen bir demokrasinin ya da toplu­mun, evrensel ilkelerce kabul edilen bir ‘çeşitlilik’ tanımı bulunmamaktadır. Bir başka deyişle, siyaset kuramcıları ‘çeşitlilik, kimleri ya da hangi grupları içine alır?’ veya ‘bir toplumun azınlıkları kimdir?’ gibi sorulara ortak bir yanıt ver­mekten çok uzaktır. Kymlicka’ya göre bu sorunun yanıtı, ‘toplumsal kültür’ kav­ramında aranmalıdır. Bir devletin herhangi bir gruba yönelik ayrıcalıklı haklar tanıması için, o grubun “karasal olarak belirli sınırlar içerisinde bulunan, hem özel hem de kamusal kurumlarında (okul, medya, hukuk, ekonomi, yönetim, vs.) ortak bir dilin konuşulabildiği”[63] bir toplumsal kültüre sahip olması gerekir. Eğer bu gruplar, aynı zamanda “bireysel ve siyasal seçimlerim bir anlam ifade edeceği bir bağlam”[64] sunabilme yetisine de sahiplerse, Kymlicka’ya göre, ‘ulusal azınlık­lar’ olarak adlandırılabilmenin şartlarını yerine getirmiş olurlar. Tok’un da be­lirttiği gibi, bireysel ve siyasal seçimleri toplumsal kültür ile bağdaştıran Kymlicka, liberalizmin esas amaçları kabul edilen bireysel özgürlük ve eşit fır­satlar ilkesi ile farklılaşmış bir topluma ait olma durumu arasında da yeni bir bağlam oluşturmak ister.[65] “Kısaca, liberal bir görüş azınlık grubu içinde özgür­lük ve azınlık ile çoğunluk grupları arasında eşitlik gerektirir.”[66]

Farklılık taşıyan grupların tanınması ve bu gruplar için tasarlanacak yeni haklar konusunda hassasiyet taşısa da, çokkültürlülük, bu grupların kimler ola­bileceği hususunda ketum davranır. Örneğin Kymlicka, ülkede bulunma sebep­lerini ‘gönüllü’ olarak kabul ettiği, göçmen grupları ve misafir işçileri, yeni hak tasarımlanması meselesinden uzak tutar. Ona göre, bir ülkeye yapılacak gönüllü göç, gönüllü bir asimilasyonu da – o ülkenin kültürü içerisinde erimeyi ve kendilerine verilen bireysel haklar ile yetinmeyi de – beraberinde getirmek du­rumundadır.[67] Oysa göç yolunu kullanmadan bir ülkede yaşayıp, o ülkenin çoğunluğundan farklı herhangi bir özellikleri ile ayrılan yerli halklar veya kolo- nileştirilmiş kültürler ise, kendi toplumsal kültürlerini korumalarına yardımcı olacak, kurumsal, dilsel, dinsel, sosyal, siyasal, yönetimsel, ekonomik hatta din­lenme ile ilgili ayrıcalıklardan yararlanmalıdır.[68] Bu anlamda çokkültürlülüğün, gönüllü göçmenlik ile aynı kara parçasına tarihi bağlarla bağlı olmak arasında, gözlemlenebilir bir analiz düzeyi farklılığı kurduğunu belirtmek gerekir.

Kymlicka’nın özelinde olmak üzere çokkültürlü vatandaşlık kuramına ve çokkültürlülük yaklaşımına çok sayıda eleştiri yöneltilmiştir. İlk olarak, Kukathas’ın belirttiği gibi, Ortodoks liberaller, Kymlicka’nın bireysel özgürlük ile grup üyeliği arasında kurduğu kültürel bağlamın yanlışlığını, böyle bir bağlamın grup doğasının değişmeyeceği gibi test edilemez bir varsayıma dayandığı gerek­çesiyle savunurlar.[69] Etnik kimlikler zamana ve mekâna bağlı olarak değişebildiğinden, etnisite ile kültür kavramları birbirilerinin eşleniğiymiş gibi kullanılamaz.[70] Bu yüzden, eğer Kymlicka’nın önerdiği gibi, gruplara siyasal bağ­ları nedeniyle özel haklar tanınırsa, bu hakların sürekli bir yeniden değerlendir­meye tabi tutulması beklenmelidir ki, bu da çokkültürlü toplumların dengesini bozabilecek bir eylem olacaktır. İkinci olarak, liberal görüş karşıtları, çokkültürlü siyasetin verili kabul ettiği liberal değerleri sorgulamaya alırlar. Onlara göre, li­beral anlayış, faklı kültürleri ya da etnisiteleri idare etmek için başvurulabilecek yegâne kaynak kabul edilemez. Örneğin, Parekh, grup üyeliğinin beslediği birey­sel özgürlük fikrine tamamen karşı çıkar ve buna örnek olarak, kimi grupların insan hakları ile dahi bağdaşamayacak eylemlerini gösterir.[71] Bu görüşe bağlantılı bir üçüncü yorum da, belirli toplumsal kültüre sahip olsun ya da olmasın, hatta sağlıklı işleyen bir demokraside yer alsın ya da almasın, belli gruplara kendilerini yönetmeleri için özel haklar verilmesini yeni bir Avrupamerkezcilik veya emper­yalizm formu olarak kabul eder. Liberalizm farklılıkları ‘hoş gördüğü’ sürece,[72] çoğunluk ile azınlıklar arasında istenilen eşitliğin gerçekleşmesi ne ölçüde sağla­nabilecektir? Herhangi bir grubu ‘farklı’ olarak tanımlamanın, çokkültürlü bir adalet olasılığını yok edeceği önermesi de,[73] aynı iddiaya bağlanabilir. Son olarak, çokkültürlü vatandaşlığın, yalnızca gönüllülük esasına dayandırarak yok say­maktan çekinmediği göçmenler, misafir işçiler, ırksal azınlıklar (örneğin, Ame­rika Birleşik Devletleri’ndeki Afro-Amerikalılar),[74] mülteciler ve cinsel/bireysel azınlıklar, Kymlicka’nın kendisinin de sonradan dâhil olduğu[75] birçokları için, kuramın en zayıf halkasını oluşturur.[76]

Çokkültürlülüğün 1970’li yılların sonuna doğru dünya politikasına yeniden hatırlattığı en önemli konu, toplumsal farklılıkların gruplanabilmesi olmuştur.[77] Birleşmiş Milletlerin kuruluşundan o güne kadar, insan hakları bağlamında ve bireysel bir noktadan incelenen azınlık ve toplumsal çeşitlilik mevzuları, çokkültürcü çağrı ile tıpkı imparatorluklar döneminde olduğu gibi yeniden bir ‘grup’ meselesi olarak ele alınmaya başlamıştır. Plog’a göre demokrasi ile farklılık sahibi grupların/azınlıkların korunması arasında çokkültürlülük tarafından oluşturulan bağ, 1970’lerden beri küresel demokrasi kavramının temel argü­manlarından birini oluşturmaktadır.[78] Held ve Archibugi’nin ‘kozmopolit demokrasi’[79] kavramını geliştiren Plog, yeni çağın demokratik kuramının “devletlerin kendi içinde verilecek ve iç grup hakları olarak adlandırılacak bazı grup haklarını gerektirdiğini” ve “hem bölgesel hem de küresel düzeyde… dış­lanmış ve korunmasız kalmış gruplara uluslararası karar-verme mekanizmasına kendi hayatlarını ve varlıklarını etkileyecek konulara [dış grup hakları]”[80] dâhil olma fırsatı vermek zorunda olduğunu salık vermektedir. Oestreich da 1970 sonrası dönemin, insan hakları ile grup hakları arasındaki devasa boşluğu kapa­tan ve hem ulusal hem de federal devletlerdeki farklı grupların siyasi, kültürel ve toplumsal hayata katılımlarının, artık küresel ve merkezi-olmayan bir sorun ha­line geldiği bir dönem olduğunu iddia etmektedir.[81]

Bu kuramsal önermeleri destekleyen en önemli gelişmelerden biri, Birleşmiş Milletler adına, 1978 yılında, bir azınlık tanımı geliştirilmesidir. Birleşmiş Mil­letler Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt-Komisyonu Baş­kanı Capotorti’nin adı ile anılan tanım, yaşadıkları toplumdan farklılık gösteren veya kendilerini farklı gören insanları gruplamak yerine, doğrudan o grupları ta­nımlamayı tercih eder. Buna göre, azınlıklar:

“[başat] olmayan bir durumda olup, bir devletin geri kalan nüfusundan sayısal olarak daha az olan, bu devletin uyruğu olan üyeleri etnik, dinsel ve dilsel nitelikler bakımından nüfusun geri kalan bölümünden farklılık gösteren ve açık olarak olmasa bile kendi kültürünü, geleneklerini ve dilini korumaya yönelik bir dayanışma duygusu taşıyan gruptur.’®2

Aynı komitenin 1985 ve 2001 yıllarında yayımladığı, sırasıyla komite baş- kanları Deschenes ve Eide adları ile anılan yeni tanımları veya Avrupa Komis­yonu üye ülkeleri tarafından imzaya açılan Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı (1992) ve Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşme (1995) gibi belgeler de, çoğunluk-azınlık karşılaştırmalarını, çokkültürcü diskur çerçeve­sinde yapmaktadır.[82] [83] Verkuyten ve Yıldız’ın çalışması da göstermektedir ki, uluslararası alandaki bu çokkültürcü ve grup tabanlı azınlık tanımı, farklı grupla­rın kendilerini daha fazla farklı ve daha fazla ‘bir grup içerisinde’ hissetmelerine neden olmakta, geleceğin çokkültürlü toplumlarına işaret etmektedir.[84]

ÇOKKÜLTÜRLÜ AVRUPA’YA DOĞRU

1990’lar Avrupası, toplumsal ilişkileri doğrudan etkileyen üç paralel gelişmeye sahne olmuştur. Bunlardan ilki, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Bir- liği’nin dağılması ile birlikte orta çıkan ve özellikle de Orta ve Doğu Avrupa ül­kelerini derinden etkileyen, mikro-milliyetçilik akımları ile birbiri ardına gelen yeni devletlere ve “yeni savaşlara”[85] yol açan ayrışmalardır. İkinci gelişme, özel­likle Batı Avrupalı devletlerin, ekonomik ve ticari ilişkilerini siyasi platforma da taşımaları – bütünleşme sürecini yüksek siyasete taşıma – anlamına gelen, Maastricht süreci olmuştur.[86] Avrupa genelinde istikrarı ve barışı yaratmaya yönelik olarak değerlendirilebilecek üçüncü gelişme ise, Soğuk Savaş’ın bitimin­den kendisine ‘savaş’ çıkartan Doğu ile ‘daha fazla bütünleşme’ çıkartan Batı’yı birbirine yakınlaştıracak, AB genişleme süreci olacaktır.[87]

Çokkültürlülük akımının bu üç paralel gelişme ile yakınlaşması sancılı ola­caktır. Ancak, çokkültürlülüğün Avrupa kültürüne özelde sağladığı ilk katkı, farklı bireylerin (bilhassa da azınlıkların) gruplandırılması meselesinin bir iç gü- venlik(leştirilme) meselesinden çıkıp liberal demokrasinin temel özelliklerinden biri olarak kabul edilmesidir. Buradaki esas sorun ise, ‘Avrupa’ kavramının tar­tışmaya açık yapısıdır. ‘Avrupa nerede başlayıp nerede biter?’ sorusu şüphesiz hala tartışmalıdır ve kabaca bir kıtayı işaret etse bile, bu kıtanın batısı ile doğusu arasındaki yapısal, toplumsal, tarihi ve jeopolitik farklılıklar hala güncelliklerini korumaktadır.[88] İşte bu farklılıklar, çokkültürlülüğün kıta üzerindeki yayılması­nın da farklı yollar izlemesine neden olmuştur. Batı Avrupalı ve AB’ye üye dev­letler (Fransa ve Yunanistan gibi kimi ülkeler hariç), çokkültürlülük deneyimini azınlık gruplarından başlatıp bu gruplara daha fazla haklar tanımaya yönelik bir siyaset izlerken,[89] Doğu Avrupa 1990’lı yılları, azınlıksız ulus-devletler kurma sü­reci içerisinde küçük ölçekli savaşlarla geçirmiştir.[90] Örneğin, hala hatırlanan o ünlü konuşmasında, Makedonya Cumhurbaşkanı Gligorov, hem 1990’ların Av­rupa’da estirdiği yeni-milliyetçilik dalgasını hem de bir toplulukta yaşayan farklı grupların tavırlarını özetleyen şu soruyu sormuştur: “Siz benim ülkemde bir azınlık olabilecekken, neden ben sizin ülkenizde bir azınlık olayım?”[91]

Batı Avrupa’nın çokkültürlüleşme serüveninde ilk basamağı azınlık grupları­nın tanınması almıştır. Helsinki Nihai Senedi’nin azınlıkları bir güvenlik söz ey­leminden çıkartma amacı tam olarak gerçekleşmemiş olsa bile; 1990’lar, en azın­dan Batı Avrupa için vatandaşlık kavramına azınlıkların da dâhil olması süreci anlamına gelmiştir.[92] Bir başka deyişle, Batı Avrupalı ülkelerde halk tanımı, yal­nızca etnik, dini, dilsel ya da tarihi bir bağı, ya da bir milleti, tarif etmekten çok, o ülkeler içerisinde yaşayan insanların tümünü işaret etmeye başlamıştır.[93] Avru­palılaşma adı verilen sürece dâhil olarak, azınlıklar üzerinde yürütülecek politi­kalar, ‘tanınma’ kavramı, vatandaşlık ve Avrupa bütünleşmesi üst başlıklarında toplanmıştır.[94] Bunun için atılan ilk adım, o zamanki adıyla, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’ndan (AGİK) gelir. Viyana Konferansı (1989), Yeni bir Av­rupa İçin Paris Şartı (1990) gibi belgelerle birlikte; Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatınca (AGİT) atanacak bir Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiserliği (1992) fikri, başta ayrımcılık karşıtlığı olmak üzere, azınlıklara yapılan kötü muamele­nin Avrupa genelinde yasaklanmasını öngörmüştür.

AGİT’in çokkültürcü atılımlarını, Avrupa Konseyinin – daha önce sözü edi­len – Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı (1992) ve Ulusal Azınlıkların Ko­runması için Çerçeve Sözleşme (1995) belgeleri izler. Avrupa Konseyi belgelerini öncüllerinden ayıran en önemli fark ise, Konsey’in bu belgelerini imzalayan üye ülkeleri, azınlık gruplarına karşı davranışlarından sorumlu tutabiliyor oluşudur.[95] Ayrıca, Konsey belgelerinin hukuki bağlamı incelenirse fark edilebileceği gibi, azınlık gruplarının korunması, bu belgeleri imzalayan ülkelerce demokratik gü­venliğin önşartlarından biri olarak kabul edilmiş, bu grupların dilsel, dinsel, kültürel, yönetimsel ve etnik farklılıklarının devamının sağlanması da, devletlere düşen birer görev olarak atfedilmiştir.[96] Bu yorumlardan da anlaşılabileceği gibi, Kymlicka’nın kuramsallaştırdığı çokkültürlü yurttaşlık, Batı Avrupalı kurum­larca pratiğe dökülmeye çalışılmış; çokkültürlülük Avrupa sahnesine ilk olarak kurumsal ve hukuksal bir girizgâh yapmıştır.

Çokkültürlülük uygulamalarının Avrupa’daki en yeni aktörü ise Avrupa Bir­liği (AB) olmuştur. Öncelikle belirtmek gerekir ki, hem azınlıklar sorununun bir iç güvenlik meselesi olma anlayışının sorgulanmasına yeni başlanmış olması hem de AB’nin kendi içerisinde siyasal bir yön tutma sürecinin yirmi yıla dayan­dırılması nedeniyle, birlik üyelerinin azınlıklar ya da dışlanmış gruplar hakkında ortak bir politikası bulunmamaktadır.[97] Üye ülkelerin bazıları azınlık gruplarına akraba devletler (kin states) perspektifinden yaklaşıp, birliğin aktif katılımını ve bu gruplara kolektif haklar tanınmasını talep ediyor olsalar da (örneğin, İspanya, Almanya, İtalya, İngiltere); diğer bir üye grubu, azınlıklar meselesine bir iç me­sele olarak yaklaşıp ülkelerinin bütünlüğünü bozucu faaliyetleri engellemek odaklı politikaların yanında yer almaktadırlar (örneğin, Yunanistan, Fransa, Bel­çika, Hollanda).[98] Bu durum, birliğin Kurucu Antlaşmasında (1992) ya da sonra­sında gelen Amsterdam (1997), Nice (2000) ve Lizbon (2007) gibi sözleşmelerde doğrudan bir ‘azınlık’ referansı yapılmamasına neden olmuştur.

Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi olguları bölgesel değer­ler olarak gö(ste)ren AB’nin, kendi içerisinde bir azınlık rejimi oluşturamamış olması, şüphesiz bir başka çalışmanın konusu olmalıdır. Ancak, burada bahse­dilmesi gereken esas nokta, birliğin, azınlık hakları ve azınlıkların korunması gibi çokkültürlü değerlerden, Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri ile genişleme sürecinde yararlanmış ve bu değerleri, üyeliğe aday ülkelerin birer iç politikası yapma ama­cını gütmüş olmasıdır. Bir başka deyişle, ortak bir AB-içi politika olarak görül­meyen çokkültürlü değerler, birliğin dış güvenliğini sağlamak için bir dış politika aracı haline dönüşmüştür.[99] 1993 tarihli Kopenhag Zirvesi sonucunda aday ülke­lerde aranması kabul gören ‘Kopenhag Kriterleri’ ve ‘şartlılık ilkesi’ (conditionality) uyarınca, AB üyeliğine aday ülkeler, azınlık haklarına saygı gös­termek ve ülkelerinde bulunan azınlık gruplarını korumak durumunda olacak- lardır.[100] Bunun için, çoğu AB üyesince imzalanmamış olan, azınlıklarla ilgili uluslararası belgeleri imzalamak ve Avrupa Birliği Komisyonu’nca her yıl hazır­lanan ‘genişleme raporlarında’ belirtilen azınlıklarla ilgili maddelerde iç düzelt­melere gitmek zorundadırlar.[101] Liberal çokkültürlülük, AB’den Orta ve Doğu Avrupa’ya doğru yayılışına bu çatallanmış şekliyle başlamıştır.

AVRUPA’DA ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK ANLAYIŞ(LAR)I

Günümüze gelindiğinde, doğrudan bir çokkültürlülük referansına sahip olma­salar dahi, Avrupalı devletlerin çoğunun öyle ya da böyle birer azınlık haklarını koruma rejimine sahip oldukları söylenebilmektedir.[102] AB-15 ülkeleri olarak ad­landırılan, 2004 yılındaki Doğu ve Orta Avrupa genişlemesinden önce birliğe üye olmuş Batı Avrupalı ülkelerin çoğunluğu, bugün azınlıkları ilgilendiren dört bü­yük uluslararası antlaşmaya (Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Söz­leşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı ve Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşme’ye) imzacı konu­mundadırlar.[103] Batı Avrupalı devletlerin dışında, AB üyeliği pazarlık sürecinin etkin bir maddesi olarak kendilerine dayatılan bu antlaşmalara imzacı olma şartı nedeniyle, eski Komünist blok üyeleri de bu antlaşmalardaki azınlık şartlarını kabul etmiş durumdadırlar.[104] Bu bilgiler ışığında, tüm Avrupa genelinde, 1945 sonrası gelişen insan hakları rejiminin 1970’lerden itibaren uzantısı konumunda gözüken çokkültürlü azınlık haklarının yeşermekte olduğu ve özellikle de AB üyeleri ve aday ülkelerinde, her türlü ayrımcılık karşıtlığı temelinde oluşturulan, azınlık hakları ve korunması anlayışının hukuki varlığından söz etmenin müm­kün olduğu iddia edilebilir.

Bu noktada sorulması gereken soru ise, bahsi geçen çokkültürlü azınlık anla­yışının neyi kapsadığı, bir başka deyişle, çokkültürlü vatandaşlık kuramı ile hangi konularda benzeştiği olmalıdır. İşe hangi grupların azınlık sayıldığı ile başlanabi­lir. Daha önce belirtildiği gibi çokkültürlülük, azınlıkları ‘ulusal azınlık’ şeklinde kabul edip bu sıfata sahip olma ölçütünü de ‘toplumsal kültür’ adını verdiği, bir grup içindeki toprak, dil ve tarih birliği ile birlikte yaşama istencine bağlar. Ka­bul edilmelidir ki, çokkültürlülüğün getirdiği bu tanım son derece özneldir ve bu tanımı yapan özne de, ister istemez, o tanıma uyan gruplara belirli hakları sağla­yacak olan devletin bizzat kendisi olmak durumundadır. Bir başka deyişle, çokkültürlü vatandaşlık kuramı, devletin rolünü en aza indirmeyi planlayan libe­ral bir ekolden gelmesine karşın, azınlık gruplarını tanıma rolünü yine devlete devreder.[105] Tıpkı 1945 sonrası hukuksallaştırılmış ‘Ulusların Kendi Kaderini Ta­yin Etme Hakkı’nda olduğu gibi, hangi ulusların kendi kaderlerini tayin edecek­leri bir kez daha devletlere bırakılmış bir karardır. Bu durumda ortaya çıkan tablo ise, Tamir’in ifadesiyle, ‘liberal milliyetçilik’ olarak tanımlanmaya müsait olacaktır.[106]

Çokkültürlülük ve azınlık politikalarını, milliyetçilik kavramının içine yerleş­tirmek ortaya paradoksal bir tablo çıkarır. Uzun soluklu bir çokkültürlü yaşamın ve azınlık haklarının karar mercii, toplumun bizzat kendisi olmak zorundadır. Zira Derrida’ya göre, “adalet hukukla [bitmez].”[107] Siyasi çerçevesinden sıyrılmış, ‘hoşgörü’ ve ‘konukseverlik’ gibi ‘misafirlik’ kavramını çağrıştıran bir anlayıştan uzaklaşmış ve yerine bir arada yaşama istencini koymayı başarmış toplumsal di­namikler doğmadıkça, gerçek bir çokkültürlülükten ya da işler bir azınlık reji­minden söz etmek mümkün olmayacaktır. “Hoşgörü sözcüğü sınırıyla [öyle ya da böyle karşılaşmaya mahkûmdur]: Yabancı olanı, ötekiyi, yabancı bünyeyi belli bir noktaya kadar ve dolayısıyla kısıtlamalar dâhilinde kabul [edecektir].”[108] Bu haliyle her iki süreç de, içinde hem açık hem de gizli bir milliyetçilik öğesi barın­dıran birer devlet projesi olmaktan öteye gidemez.

Devlet eliyle yürütülen çokkültürlülükten, Batı Avrupalı devletlerin kendi aralarında ortak kabul edebilecekleri bir ‘azınlık rejimi’ne sahip olamamaları du­rumu çıkar. Örneğin, Batı Avrupa devletlerinden İspanya, İtalya ve İsveç gibi ül­keler, farklı gruplara haklar tanımak konusunda daha cömert olsalar da; Yuna­nistan ve Fransa’da azınlık haklarından söz dahi edilmez. Belçika ve Hollanda kendi farklı çokkültürlü, çok-etnili, çok-dilli yapılarını bozmamak için Avrupa ile kurallarını uyumlaştırmaktan itinayla kaçınırlar.[109] Zaten hemen hemen tür­deş milletlere sahip olan Finlandiya, Portekiz ve Lüksemburg gibi ülkelerde azınlık hakları tartışmaları önemli bir iç politika gündemi yaratmaz. Avusturya ve Almanya gibi federal devletler ise, Avustralya veya Kanada’dakilere benzeyen politikaları yerleşik azınlıklarına uygulamaktadırlar.[110]

Bu girift Batı Avrupa tablosunun dışında kalan ülkeler hakkında da benzer argümanlar ortaya konulabilir. Her ne kadar bu ülkeler için azınlıklar meselesi, AB üyeliği pazarlıkları sürecinde yerine getirmeleri gereken hükümlerden biri olsa da, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin gerek kendilerine model alabilecekleri bir Batı Avrupa azınlıklar rejimi olmaması gerekse de azınlık tanımının kendile­rine bırakılmış olmasının sağladığı özgüven nedeniyle, birbirleriyle son derece tutarsız azınlık politikaları izlediklerini söylemek mümkündür.[111] Ad hoc olarak da tanımlanabilecek bu devletlerarası azınlıklar politikaları, Macaristan, Ro­manya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerde bilhassa önem taşır ve bu ülkeler kendi ülkelerinde yaşayan farklı gruplara cömert haklar vermektedirler. Bunun altında yatan en önemli neden ise, bahsi geçen ülkelerin, sınırları dışında yaşa­yan kendi milletlerine mensup birçok azınlık grubuna sahip olan birer akraba devlet olmalarıdır.[112] Bu ülkelerin tersine, Slovakya, Estonya, Letonya ve

Bulgaristan ise azınlık hakları konusunda, AB’den ve dünya kamuoyundan sık­lıkla eleştiri alan ülkeler konumundadırlar. Slovakya, AB ile görüşmeleri süre­cinde ülkesinde yaşayan Romanyalı azınlıklara verdiği dil haklarını 2009 yılı iti­bariyle ellerinden almış;[113] Estonya ve Letonya, sınırları içerisinde yaşayan ve Rusça konuşan azınlıklara vatandaş kalabilmeleri için bir dil sınavından geçme­lerini şart koşmuş;[114] komşuları Yunanistan ve Türkiye gibi, Bulgaristan ise, geç­mişte yaşadığı nüfus mübadeleleri sebebiyle azınlıklar rejimine şüpheyle yaklaşır konumunu değiştirmemiştir.[115] Polonya, Slovenya, Litvanya gibi AB üye ülkeleri ile Hırvatistan, Makedonya ve Türkiye gibi aday ülkeler de azınlıklara karşı olumsuz tutumları ve farklı azınlık politikaları ile tanınmaktadırlar.

Ortak bir Avrupa azınlık rejimi yerine, Avrupalı devletlerin azınlık rejim­lerini gözler önüne seren bu tablo, esasında çokkültürlülüğün daha ziyade fede­ral devletlere uygun yapısı içinde yadırganmamalıdır. Ancak, asıl problem, dev­letlerin seçtikleri/tanımladıkları (ya da Fransa, Yunanistan, Bulgaristan gibi ör­neklerde olduğu gibi, seçmedikleri/tanımlamadıkları) azınlıklarda yaşanmakta­dır. Basklar, Katalanlar, İskoçlar, İrlandalılar, Gallerliler, Samiler, Frizyenler, Macarlar, Çekler, Slovenler, Romanyalılar veya Polonyalılar gibi kimi gruplar, pozitif ayrımcılıktan yararlanabilirken; Roma vatandaşları ve Baltık devletlerin­deki Rusça konuşanlar gibi diğer yerli halklar ise, toplumsal ayrımcılık, istihdam, hukuksal izlekler, bürokrasi, hatta vatandaşlık gibi konularda küçük düşürücü muamelelere tutulmaktadırlar.[116] AB, Orta ve Doğu Avrupalı ülkelerini 2007 itibariyle üye yapmaya başlayıp şartlılık ilkesi avantajını kaybettikten sonra, azınlık hakları meselesi, AB için bir araç olmaktan çıkmış; kendi içinde bir azın­lıklar iç hukuku bulunmaması sebebiyle de çokkültürlülüğü teşvik edici rolün­den uzaklaşmıştır (örneğin, Slovakya’da 2009 yılında yapılan değişiklikler).[117] Öte yandan, Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler antlaşmalarının devletler huku­kunda bağlayıcılıklarının olmaması da, Avrupa içinde ortak bir azınlıklar rejimi­nin kurulmaması konusunda önemli bir rol oynamaktadır.

Çokkültürlülük kuramınca sınırlı sayıda azınlık grubuna verilen ve bu takdiri de devlet tekeline bırakan yaklaşım dışında, azınlık grupları dâhilinde kabul edilmeyen diğer grupların Avrupa alanındaki durumları da tartışılmalıdır. Bu grupların başında Avrupa ülkelerindeki misafir işçiler ve göçmenler yer alır. As­lında bu grupların Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya veya Yeni Zelanda gibi ülkelerdeki durumu, mülteciler veya misafir işçiler gibi gönüllü göçmenlere özel haklar tanımaktan kaçınan Kymlicka’nın çokkültürlü vatandaş­lık kuramının, gerçek hayata birebir yansımasıdır. Bahsi geçen ülkelerin çoğun­lukla on dokuzuncu ve yirmi yüzyılın savaşlar ve ekonomik çalkantılarıyla yıkılan Avrupasından kaçan mültecilere vatandaşlık vermek suretiyle kurulmaları ger­çeği, bu ülkelerde, yeni gelen mültecilere pozitif ayrımcılık tanıyan haklar veril­mesi yerine, zaman içerisinde gelişen sosyal haklar sunulması gibi bir gelenek yaratmış olabilir ve bu da Kymlicka’nın bahsettiği gönüllülük esasını mantıksal bir zemine oturtulabilir.[118] Üstelik Modood gibi çokkültürlülük taraftarı yazarla­rın dahi iddia ettiğinin aksine,[119] kimi otokton gruplar da, gönüllülük esasına göre bir ülkeye göç etmiş diğer gruplarla benzer sorunlardan muzdarip olabilir­ler. Örneğin, yeni çıkacak bir dil yasası, Avustralyalı bir Aborjin ile aynı ülkeye misafir işçi olarak gelmiş bir Türk’ü aynı oranda etkileyebilir. Ancak, Avust- ralya’nınki gibi, zaman içerisinde gelişen ve işleyen bir çokkültürlü demokraside, yeni gelenlere karşı ilke olarak ayrımcılığı yasaklamak ve bunu sürekli geliştirilen kanunlarla desteklemek, uzun vadede verimli bir çözüm yolu olarak kabul edile­bilecektir.

Bu noktada sorulacak soru, Avrupa ülkeleri için benzer bir mantığın kullanı­lıp kullanılamayacağı ile ilgili olmalıdır. Ne yazık ki, bu sorunun olumlu bir ya­nıtını bulmak ise kolay değildir. Karapin’e göre Avrupa’ya göç, “yerli nüfustan etnik olarak tamamen farklı bir grubun bir ülkeye girişi ve o ülkede yıllarca kal­ması”[120] olarak tanımlanabilir. Ve bir üst basamakta bahsedilen ülke vatandaşlarından farklı olarak, Avrupalı devletlerin vatandaşları, gerçekten de ortak bir geçmişi, dili, dini, kültürü, gelenekleri ve ait olma bilincini taşıyan, bir­birine ‘görünüşte’ de benzeyen milletlerin mensuplarıdır. Onların yabancı ülke­lerden göç alma sebepleri, gelişen ekonomilerine ve teknolojilerine paralel ola­rak, giderek artan vasıfsız iş gücü talepleri ve dünyanın geri kalmış bölgelerinden gelen insanların zihninde yarattıkları ‘yeni ve daha iyi fırsat’ algısıdır.[121] Batı Avrupalı devletler, yalnızca kıta dışı ülkelerden değil, bugün AB üyesi olan Po­lonya, Macaristan gibi ülkelerden de göç almaktadırlar. Bir başka deyişle, Av­rupa’ya göçmen arzı gayet geniş olduğu gibi, bu kıtadaki göç olgusu, bir arz-talep eksenine bağlı olarak da gelişmektedir. Gönüllü göç, gönüllü talebi gölgelemez ve bu bağlamda, Kymlicka’nın ‘gönüllülük’ algısı sarsılmaya mahkûmdur. Avru­palı devletler, talep ettikleri işçilere, göçmenlere, hatta bugün sportif başarıla­rında başrol oynamalarını sağlayan kaçak mültecilere, onların dil, din, gelenek, işsizlik, vatandaşlık vs. sorunları ile ilgilenecek bir ‘toplumsal farklılıklarla ilgi­lenme modeli’ sunmak zorundadır.[122]

Bugün Almanya, Fransa, Hollanda ve Büyük Britanya gibi ülkelerde ise, göç­menlere, misafir işçilere ve ailelerine karşı tek taraflı ve bağlayıcı antlaşmalar da- yatmaktadır.[123] Alman ve Hollanda hükümetleri, daha önce eleştirdikleri Estonya ve Letonya gibi, yıllardır ülkelerinde yaşayan misafir işçileri hedef alan vatandaş­lık sınavları hazırlamaktadırlar.[124] Fransa hükümeti, ülkesinde Afrika kökenli işçilere ve göçmenlere karşı alenen ırkçı politikaları yürürlüğe sokmakta ve Roma vatandaşlarını sınır dışı etmekte kararlı gözükmekte,[125] hatta “çokkültürlülüğün bir hata olduğunu ve iflas ettiğini”[126] ilan etmektedir. Roma vatandaşlarına tüm Avrupa çapında yapılan ayrımcılıklar, Romanya’da dev pro­testolara neden olmaktadır.[127] Yükselen aşırı sağcılık ve muhafazakâr-göçmen karşıtı partilerin mecliste sayılarını artırmaları 2010 yılında zirveye ulaşmış gibi görünse de, 1999 yılından bu yana üzerine akademik çalışmaların yapılmaya de­vam ettiği bir olgu olarak Avrupa’yı sarmalamaktadır.[128] Öyle görünüyor ki Av­rupa, çokkültürlülüğü salık veren teknokratlarına karşı, muhafazakârlıkla halkla­rına sempatik gelen politikacılar arasında yaptığı seçimde, ikinci grubun tarafını tutmaktadır.

Avrupa’da yükselen muhafazakârlıktan en çok etkilenen, ancak aynı zamanda Kymlicka’nın çokkültürlü kuramında kendisine yer bulamayan bir başka grup da hiç şüphesiz Avrupalı Müslümanlardır. Avrupa’yı 2008 yılından bu yana sars­makta olan mali krizin de iyiden iyiye körüklediği yabancı düşmanlığının merke­zinde Müslümanların yer alması,[129] şüphe yok ki sekülerlik ve hümanizm üzerine kurulu Aydınlanma değerleri ile çatışır. Üstelik İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gelişen siyasi ve ekonomik faktörler sebebiyle Avrupa ülkelerinin çoğunluğuna, çok sayıda Müslüman göçmen yerleşmiştir ve Avrupa’da Müslümanların varlığı ile Avrupa kültürüne katkıları da tarihsel ve diyalektik bir olgu olarak görülebi­lir.[130] Bilhassa Huntington’ın medeniyetleri birbirleriyle çatıştıran tezinden sonra,[131] ‘modern medeniyetin’ beşiği kabul edilen Avrupa’da, bu medeniyetin gereklerine kültürel bir direnç gösterdiği iddia edilen Müslümanların, çokkültürlü bir ortamda yaşamalarında sorunlar çıkması, beklenen bir gelişme olarak kabul edilmektedir.

Avrupa çokkültürlüğü, tıpkı çokkültürlülük kuramının öngördüğü gibi, Müslümanları ayrı bir azınlık grubu olarak kabul etmez. Onlara uygun sıfat, göçmenler, misafir işçiler ve mülteciler gibi alanlarda aranır. Yukarıda bahsedil­diği gibi, Avrupa çokkültürlülüğü, ‘gönüllü’ göç eden bu gruplara, temel insan haklarından öteye bir şey sunmadığı gibi, mesele Müslüman gruplara geldiğinde, temel insan haklarının sağlanması dahi sorunlu hale gelir. İşsizlik oranları, düşük eğitim seviyeleri, sağlıksız yaşam koşulları, fakirlik ve dilsel, dinsel, kültürel fark­lılıklarının uygulanmasını sağlayacak sosyal kurumlar gibi alanlarda yapılan ça­lışmalar, Fransa, Almanya, Büyük Britanya, İsveç, Danimarka ve Hollanda gibi gelişmiş ülkelerde dahi, Avrupalı Müslümanların ciddi bir ayrımcılığa maruz bı­rakıldıklarını göstermektedir.[132] Adına ister ‘İslamofobi’, ister ‘yabancı düşman­lığı’, isterse de ‘ırkçılık’ denilsin, yapılan bu ayrımcılık, yalnızca sosyal alanda kalmayıp politik alana da taşınmıştır. Türkiye’nin AB üyeliği tartışmalarında öne çıkan ‘Müslüman kimliği’[133] gibi konular, benzer bir tutumun sonucu olarak ka­bul edilebilir. Hollanda’da Wilders’in Özgürlük Partisinin ve İsveç’te Akesson’un İsveç Demokratları Partisinin, açıkça İslam-karşıtı söylemleri ile yü­rüttükleri propagandaların ardından yükselişe geçen oyları da[134], çokkültürlü Avrupa söyleminin Müslümanlar için çok da geçerli olmadığının örnekleri ola­rak sunulabilir.

SONUÇ: İFLAS EDEN ÇOKKÜLTÜRLÜ AVRUPA MI, ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK KURAMI MI?

Bu çalışmada, devletlerin ve toplumların kendi içlerinde yaşayan ancak şu veya bu nedenle kendilerinden ayrı olarak gördükleri diğer topluluklara bakış açıları ve bu doğrultuda izledikleri devlet içi ve uluslararası politikalar, tarihsel bir süreç içinde ele alınmıştır. On yedinci yüzyıldan itibaren türdeş bir toplum yaratma amacı güden ve toplumsal farklılıkları bir güvenlik problemi olarak gören politi­kaların iflası, neden oldukları büyük ölçekli savaşlar ve uluslararası barışın bir türlü sağlanamıyor oluşu, yirminci yüzyılda, bir arada yaşama koşulları ve sosyal adalet üzerine kafa yoran kuramların türemesine neden olmuştur. Yekpare mil­letlerden çoğulcu devletlere doğru atılan bu adımlar, başta Avrupa’dan gelen göçmenlerin kurmuş oldukları Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve Amerika Birleşik Devletleri gibi federal yönetimlere atfedilmiş olsa da, 1970’li yıllardan itibaren Soğuk Savaş’ın perdelerini indirmeye çalışan Avrupalı teknokratlarca eski kıtaya da tanıtılmış, çokkültürlülük adını verdikleri, Batılı değerlerin verimli çalışmasına önayak olması beklenen bir başlık altında yürürlüğe konulmaya çalı­şılmıştır.

Çokkültürlü yurttaşlık kavramı daha sonraları, Kymlicka’nın liberal demok­rasi kuramına bir eklenti olarak doğmuş olsa da; çokkültürlülük anlayışının ta­rihsel gelişimini yansıtmakta başarılı olmuş, kendisine yöneltilen olumlu ve olumsuz eleştirilerle, bugün de üzerinde tartışılan ve yalnızca kuramsal alanda kalmayıp pratikte de takip edilen bir yaklaşım olarak öne çıkmıştır. 1970’li yılları takiben, 1945 sonrası evrensel insan hakları politikalarının, azınlık haklarını da kapsayacak şekilde geliştirilmesi ve evrensel bir değer olarak addedilmesi, çokkültürlü bu anlayışın bir uzantısı ve başarısı olarak kabul edilebilir. Ancak, başarılı sayıldığı bu alanda dahi, çokkültürlü anlayışın eksikleri, günümüz dünya­sında istenilen hoşgörülü, çok-etnili, çok-dilli, çok-dinli ve bir arada yaşamayı öğrenmiş toplumların niteliğinin ve sayısının azlığında gözlenebilmektedir.

Bu çalışmada çokkültürlü anlayışın temel sorunları, toplumsal farklılıkları (ya da azınlık gruplarını) tanımlamayı ve bu farklılıklara sahip topluluklara verilecek hakların kapsamını devlet tekeline bırakmaya devam etmesi ve bilhassa da yerle- şik/yerel halklar dışında, ülkelere göç yoluyla yerleşmiş misafir işçilere, göç­menlere ve mültecilere özel haklar vermeyi reddetmesi olarak sıralanmıştır. Bu sorunların pratikteki yansımasına örnek olarak, küresel ölçekte insan ve azınlık hakları konusunda en ileri seviyede kabul edilen Avrupa devletleri ve Avrupa değerleri incelenmiştir. Buna göre, ilk olarak, Avrupa genelinde ortak bir azınlık hakları ve azınlıkların korunması rejiminden söz edilemeyeceği ortaya konmuş­tur. Çokkültürlü öğretinin azınlıkların tanımlanmasını devletlere bırakması, bazı ülkelerde güçlü azınlık politikalarının takibi şeklinde sonuçlanırken, çoğunlukla birbirinden kopuk ve zayıf azınlıklar anlayışının ortaya çıkmasına neden olmuş­tur. Birkaç istisna dışında, sivil-toplumsal ulus-devlet geleneğini hala koruyan ülkeler, azınlık tanımlarından bile kaçınarak, çokkültürlülük anlayışının farklı­lıklara özel haklar verme talebini, devletlerin güvenlik sorunu haline dönüştür­meye devam etmektedirler. Bu nedenle, Avrupa’da çokkültürlü bir azınlık reji­minden ziyade, farklı ve genelde zayıf politikalar izleyen azınlık rejim-lerinin varlığından söz etmek daha uygun olacaktır.

Son olarak belirtilmelidir ki, çokkültürlü anlayışın Avrupa’ya yansıyan en bü­yük sorunu, yerleşik olmayan topluluklarda gözlemlenmektedir. İkinci Dünya

Savaşı sonrası ve Soğuk Savaş boyunca ekonomilerini ve ülkelerindeki refah se­viyelerini geliştiren Avrupa ülkelerinin, vasıfsız işçi açıklarını kapatmak amacıyla diğer ülkelerden talep ettikleri misafir işçiler, bugün aileleri ile genişlemiş, farklı kültürdeki topluluklar haline dönüşmüşlerdir. Her biri farklı kültürlerden gelen bu topluluklar, yalnızca göç nedenleri gönüllülük esasına dayandığı için, çokkültürlü anlayışın dikte ettiği üzere, özel haklardan mahrum bırakılmakta­dırlar. Oysa en azından Avrupa’nın gelişmiş ülkeleri düzeyinde, Avrupalı dev- letler-misafir işçiler arasındaki ilişkinin, bir karşılıklı gönüllülük (arz-talep) den­gesine dayandığı, çokkültürlülük tarafından ihmal edilen bir olgu olagelmiştir. Avrupalı hükümetlerin, geçmiş dönemlerce talep edilen bu işçilerin varlıklarını yalnızca gönüllü göçlere bağlayıp, bugün talep edilen özel hakları yok sayması, demokratik ülkelerin hoşgörü anlayışının çok uzağına düşmektedir. Benzer ar­gümanlar, hiç şüphe yok ki, kendi ülkelerindeki (çoğunlukla Avrupalı dev sö­mürgeciler döneminden kalma) savaşlardan kaçıp, Avrupa ülkelerine göçe zor­lanan mülteciler için de tekrar edilebilir. Ancak, bilhassa 1990’lı yıllardan bu yana Avrupa’da yükselen aşırı muhafazakâr eğilimler ve artan milliyetçi söylem­ler, işçilere, göçmenlere, mültecilere ve bilhassa da Avrupalı Müslüman halklara özel haklar verilmesi şöyle dursun, bu grupların temel insan haklarından bile ya­rarlanmasına engel olmaktadırlar. Bu veriler ışığında iddia edilebilir ki, Avrupa örneği hem çokkültürlü pratiklerin hem de çokkültürlü kuramın hatalarını göz­ler önüne seren ve bu şekilde devam etmesi durumunda, hem pratiklerin hem de kuramın yakında iflas edeceğini salık veren, incelenmesi gereken bir çalışma ala­nıdır.

 

KAYNAKÇA

Akarcalı, Sezer., ikinci Dünya Savaşı’nda iletişim ve Propaganda, (Ankara: İmaj, 2003). Anagnostou, Dia., ‘Deepening Democracy or Defending the Nation? The Europeanization of Minority Rights and Greek Citizenship’, West European Politics, Vol. 28, No. 2, 2005, s. 335-57.

Anderson, Benedict., Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, İskender Savaşır (çev.), (İstanbul: Metis, 1983/2007).

Arsava, Ayşe F., Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslararası Belgeler ve Özellikle Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında incelenmesi, (Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1993).

Avrupa Konseyi Belgesi, Complete List of the Council of Europe’s Treaties, http://conventions.coe.int/Treaty/Commun/ListeTraites.asp?CM=8&CL=ENG (Erişim Tarihi: 14 Mart 2011)

Banks, James A. – Banks, Cherry A. M., Multicultural Education: Issues and Perspectives, (New York: Wiley & Sons Inc., 1989/2010).

Barry, Brian., ‘The Limits of Cultural Politics,’ içinde Desmond M. Clarke ve Charles
Jones, (der.) The Rights of Nations, (New York: St. Martin’s Press, 1999), s. 127-144.
Baun, Michael J. ‘The Maastricht Treaty As High Politics: Germany, France and
European Integration’, Political Science Quarterly, Vol. 110, No. 1, 1996, s. 605-624.
Birleşmiş Milletler Belgesi, United Nations Treaty Collection, http://treaties.un.org/Page

s/ViewDetails.aspx?src=TREATY&mtdsg_no=IV-4&chapter=4&lang=en (Erişim Tarihi: 14 Mart 2011)

Blalock, Hubert M., Toward A Theory of Minority Group Relations, (New York: Wiley & Sons, 1967).

Boer, Pim den – Bugge, Peter – Wsver, Ole (1995) The History of the Idea of Europe (What is Europe?), Kevin Wilson ve Jan Van der Dussen, (der.) (Londra: Routledge, 1993/1995).

Brusse, Wendy A. ve Schoonenboom, Jan., ‘The European Union, Religion and Turkish Islam’, içinde Richard T. Griffiths ve Durmuş Özdemir, (der.) Turkey and the EU Enlargement, (İstanbul: İstanbul Bilgi University Press, 2004), s. 69-88.

Castles, Stephen., Ethnicity and Globalization, (Londra: Sage, 2000).

Cesari, Jocelyne., ‘Muslim Identities in Europe: The Snare of Exceptionalism,’ içinde Aziz Al-Azmeh ve Effie Fokas, (der.) Islam in Europe: Diversity, Identity and Influence, (Cambridge: Cambridge University Press, 2007), s. 49-67.

Daley, Suzanne., ‘Roma, on Move, Test Europe’s ‘Open Borders’’, The New York Times, 17 Eylül 2010.

Deets, Stephen., ‘Reconsidering East European Minority Policy: Liberal Theory and European Norms’, East European Politics and Societies, Vol. 16, No. 1, 2002, s. 30-53.

Delgado-Moreira, Juan M., Multicultural Citizenship of the European Union, (Londra: Ashgate, 2000).

Delanty, Gerard., Avrupa’nın icadı, Hüsamettin İnaç (çev.), (İstanbul: Adres, 1995/2005).

Derrida, Jacques., ‘Otoimmünite: Gerçek ve Simgesel İntiharlar – Jacques Derrida ile Söyleşi,’ içinde Giovanna Borradori, (der.) Terör Günlerinde Felsefe: Jürgen Habermas ve Jacques Derrida ile Diyaloglar, Emre Barca (çev.), (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2003/2008).

Deutsch, Karl W., Nationalism and Social Communication: An Inquiry into the Foundations of Nationality, (Massachusetts: The MIT Press, 1956).

Donnelly, Jack., ‘International Human Rights: A Regime Analysis’, International Organization, Vol. 40, No. 3, 1986, s. 599-642.

Dobre, Ana-Maria., ‘EU Conditionality Building and Romanian Minority Rights Policy: Towards the Europeanization of the Candidate Countries’, Perspectives on European Politics and Society, Vol. 4, No. 1, 2003, s. 55-83.

Doran, Charles F., The Politics of Assimilation: Hegemony and Its Aftermath, (Baltimore: The Johns Hopkins University Press, 1971).

Doyle, Michael., ‘Kant, Liberal Legacies and Foreign Affairs’, Philosophy and Public Affairs, Vol. 12, No. 3, 1983, s. 205-35.

Doytcheva, Milena., Çokkültürlülük, Tuba A. Onmuş (çev.), (İstanbul: İletişim, 2005/2009).

Eralp, Atila., ‘Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm-Realizm Tartışması,’ içinde Atila Eralp, (der.) Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası ilişkilerde Temel Yaklaşımlar, (İstanbul: İletişim, 1996/2006), s. 57-88.

Escobar, Pepe., ‘Letter From Islamophobistan’, Asia Times, 22 Ekim 2010.

Etzioni, Amitai., ‘Citizenship Tests: A Comparative, Communitarian Perspective’, The Political Quarterly, Vol. 78, No. 3, 2007, s. 353-363.

Fichtner, Ullrich., ‘Sarkozy’s Perfect Storm: French Fury Goes Beyond Pensions’, Der Spiegel International, 26 Ekim 2010.

Forst, Rainer., ‘Foundations of A Theory of Multicultural Justice’, Constellations, Vol. 4, No. 1, 1997, s. 63-71.

Galbreath, David J. ‘The Politics of European Integration and Minority Rights in Estonia and Latvia’, Perspectives on European Politics and Society, Vol. 4, No. 1, 2003, s. 37­38.

Galenkamp, Marlies., ‘Do We Need Special, Collective Rights for Immigrants and Refugees in Western Europe’, Citizenship Studies, Vol. 2, No. 3, 1998, s. 501-17.

Gal, Kinga., ‘The Council of Europe Framework Convention for the Protection of National Minorities and Its Impact on Central and Eastern Europe’, Journal of Ethnopolitics and Minority Issues in Europe, Vol. 1, No. 4, 2000, s. 1-17.

Geddes, Andrew., The Politics of Migration and Immigration in Europe, (Londra: Sage, 2003/2005).

Geertz, Clifford., Kültürlerin Yorumlanması, Hakan Gür (çev.), (İstanbul: Dost, 1973/2010).

Gellner, Ernest., Uluslar ve Ulusçuluk, (İstanbul: Hil, 1983/2008).

Gilbert, Geoff., ‘The Council of Europe and Minority Rights’, Human Rights Quarterly, Vol. 18, No. 1, 1996, s. 160-89.

Glazer, Nathan., Affirmative Discrimination: Ethnic Inequality and Public Policy, (New York: Basic, 1975).

Glazer, Nathan., We Are All Multiculturalists Now, (Massachusetts: Harvard University Press, 1998).

Grab, Alexander I., Napoleon and the Transformation of Europe, (Londra: Palgrave Macmillan, 2003).

Gray, John., Liberalizmin iki Yüzü, Koray Değirmenci (çev.), (İstanbul: Dost, 2000/2003).

Gutmann, Amy., ‘Communitarian Critics of Liberalism’, Philosophy and Public Affairs, Vol. 14, No. 3, 1985, s. 308-22.

Gülalp, Haldun., ‘Introduction: Citizenship vs. Nationality?’, içinde Haldun Gülalp, (der.) Citizenship and Ethnic Conflict: Challenging the Nation State, (Londra: Routledge, 2006), s. 1-18.

Haas, Ernst B., The Uniting of Europe: Political, Social and Economic Forces 1950-1957, (Londra: Library of World Affairs, 1958).

Habermas, Jürgen., ‘Multiculturalism and the Liberal State’, Stanford Law Review, Vol. 47, No. 5, 1995, s. 849-53.

Hall, Stuart., ‘Europe Breaks Out,’ içinde Stuart Hall et al., (der.) Modernity: An Introduction to Modern Societies, (Oxford: The Open University, 1996), s. 189-201.

Held, David – Archibugi, Daniele (der.), Cosmopolitan Democracy: An Agenda for A New World Order, (Londra: Polity Press, 1995).

Hobsbawm, Eric J., Milletler ve Milliyetçilik: Program, Mit, Gerçekçilik, Osman Akınhay (çev.), (İstanbul: Ayrıntı, 1990/2006).

Hobsbawm, Eric J. – Ranger, Terrence Geleneğin icadı, Mehmet M. Şahin (çev.), (İstanbul: Agora, 1983/2006).

Hoffmann, Rainer., ‘Implementing States Obligations under the Council of Europe- Framework Convention for the Protection of National Minorities’, Europa Ethnica, Vol. 55, No. 1, 1999, s. 1-8.

Hoffmann, Stanley., ‘Obstinate or Obsolete? The Fate of the Nation-State and the Case of Western Europe’, Daedalus, Vol. 95, No. 3, 1966, s. 862-915.

Horrowitz, Donald L., Ethnic Groups in Conflict, (California: University of California Press, 1985/2000).

Huizinga, Johan., Ortaçağın Günbatımı, Mehmet A. Kılıçbay (çev.), (İstanbul: İmge, 1996/1997)

Huntington, Samuel P., ‘The Clash of Civilizations?’, Foreign Affairs, Vol. 72, No. 3, 1993, s. 22-49.

Jacobs, Dirk., ‘Multinational and Polyethnic Politics Entwined: Minority Representation in the Region of Brussels-Capital’, Journal of Ethnic and Migration Studies, Vol. 26, No. 2, 2000, s. 289-304.

Johns, Michael., ‘‘Do As I Say, Not As I Do’: The European Union, Eastern Europe and Minority Rights’, East European Politics and Societies, Vol. 17, No. 4, 2003, s. 682­699.

Jonas, George., ‘Multiculturalism Clearly A Failure: Sarkozy’, Agence France-Presse, 10 Şubat 2011.

Joppke, Christian., ‘Multicultural Citizenship: A Critique’, European Journal of Sociology, Vol. 42, No. 2, 2001, s. 431-447.

Ivanov, Andrey., ‘Minority Nationalism in the Balkans: The Bulgarian Case’, Institute for Market Economics (IME) Working Paper, No. 3, 1999, s. 1-13.

Kaldor, Mary., New and Old Wars: Organized Violene in A Global Era, (Londra: Polity Press, 1999/2003).

Karapin, Roger., ‘The Politics of Immigration Control in Britain and Germany: Subnational Politicians and Social Movements’, Comparative Politics, Vol. 31, No. 4, 1999, s. 423-44.

Kovacs, Peter., ‘The Slovak Law on the State Language’, Hungarian American Coalition News, Vol. 17, No. 1, 2009, s. 1-8.

Keyman, Emin F., Küreselleşme, Devlet, Kimlik/Farklılık: Uluslararası ilişkiler Kuramını Yeniden Düşünmek, Simten Coşar (çev.), (İstanbul: Alfa, 2000).

Kukathas, Chandran., ‘Are There Any Cultural Rights?’, Political Theory, Vol. 20, No. 1, 1992, s. 105-39.

Kurubaş, Erol., Asimilasyondan Tanınmaya: Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, (Ankara: Asil, 2004), s. 113-46.

Kymlicka, Will., ‘American Multiculturalism and the ‘Nations Within’,’ içinde Duncan Ivison, Paul Patton ve Will Sanders, (der.) Political Theory and the Rights of Indigenous Peoples, (Cambridge: Cambridge University Press, 2000), s. 216-36.

Kymlicka, Will., Çokkültürlü Yurttaşlık: Azınlık Haklarının Liberal Teorisi, Abdullah Yılmaz (çev.), (İstanbul: Ayrıntı, 1995/1998).

Kymlicka, Will., ‘Do We Need A Liberal Theory of Minority Rights? Reply to Carens, Young, Parekh and Forst’, Constellations, Vol. 4, No. 1, 1997, s. 72-87.

Kymlicka, Will., ‘Justice and Security in the Accomodation of Minority Nationalism,’ içinde Alain Dieckhoff, (der.) The Politics of Belonging: Nationalism, Liberalism, and Pluralism, (New York: Lexington, 2004), s. 127-54.

Kymlicka, Will., Liberalism, Community and Culture, (Oxford: Oxford University Press, 1989/1991).

Kymlicka, Will., ‘Nation-Building and Minority Rights: Comparing West and East’, Journal of Ethnic and Migration Studies, Vol. 26, No. 2, 2000, s. 183-212.

Kymlicka, Will., Politics in the Vernacular: Nationalism, Multiculturalism, and Citizenship, (Oxford: Oxford University Press, 2001).

Kymlicka, Will., ‘The New Debate over Minority Rights,’ içinde Ferran Requeio, (der.) Democracy and National Pluralism, (Londra: Routledge, 2001), s. 15-39.

Kymlicka, Will – Marin, Rubio R. ‘Liberalism and Minority Rights: An Interview’, Ratio Juris, Vol. 12, No. 2, 1999, s. 133-52.

Lenihan, Don., ‘Liberalism and the Problem of Cultural Membership: A Critical Study of Kymlicka’, Canadian Journal of Law and Jurisprudence, Vol. 4, No. 2, 1991, s. 401-19.

Lewis, Bernard., ‘The Muslim Discovery of Europe’, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, Vol. 20, No. 1, 1957, s. 409-16.

Lorentzen, Jochen., ‘Keep Out! Protectionism, Migration Control, and Globalization,’ içinde Ronald Tiersky, (der.) Europe Today: National Politics, European Integration, and European Security, (New York: Rowman & Littlefield, 2004), s. 145-176.

Llobera, Josep R., The Making of Totalitarian Thought, (Oxford: Oxford University Press, 2003).

MacIntyre, Alasdair., After Virtue, (Indiana: Notre Dame University Press, 1981).

Magnusson, Lars., Nation, State and the Industrial Revolution, (Londra: Routledge, 2009).

May, Stephen., Critical Multiculturalism: Rethinking Multicultural and Antiracist Education, (Londra: Routledge, 1999).

Milligan, Christine – Conradson, David ‘Contemporary Landscapes of Welfare: the ‘Voluntary Turn’?,’ içinde Christine Milligan ve David Conradson, (der.) Landscapes of Voluntarism: New Spaces of Health, Welfare and Governance, (Londra: Polity Press, 2006), s. 1-14.

Mitrany, David., A Working Peace System, (Londra: Royal Institute of International Affairs, 1943).

Monnet, Jean., ‘A Ferment of Change’, Journal of Common Market Studies, Vol. 1, No. 1, 1962, s. 203-11.

Myrdal, Gunnar., An American Dilemma, (New York: McGraw-Hill, 1944).

Modood, Tariq., Multiculturalism: A Civic Idea, (Londra: Polity Press, 2007).

Nagel, Thomas., The Possibility of Altruism, (Princeton: Princeton University Press, 1979).

Oestreich, Joel E., ‘Liberal Theory and Minority Group Rights’, Human Rights Quarterly, Vol. 21, No. 1, 1999, s. 108-32.

Oran, Baskın., Küreselleşme ve Azınlıklar, (Ankara: İmaj, 1997/2001).

Parekh, Bikhu., ‘Integrating Minorities in A Multicultural Society,’ içinde Ferran Requejo ve Ulrich K. Preuss, (der.) European Citizenship, Multiculturalism and the State, (Baden-Baden: Nomos, 1998), s. 67-86.

Parekh, Bikhu., ‘Dilemmas of A Multicultural Theory of Citizenship’, Constellations, Vol. 4, No. 1, 1997, s. 54-62.

Pentassuglia, Gaetano., Minority Issues Handbook: Minorities in International Law, (Strazburg: Council of Europe Press, 2002/2007).

Plog, Max., ‘Democratic Theory and Minority Rights: Internal and External Group Rights in A Global Democracy’, International Journal on Minority and Group Rights, Vol. 10, No. 1, 2003, s. 55-82.

Pogany, Istvan., ‘Minority Rights and the Roma of Central and Eastern Europe”, Human Rights Law Review, Vol. 6, No. 1, 2006, s. 1-25.

Preece, Jennifer J., ‘Minority Rights in Europe: from Westphalia to Helsinki’, Review of International Studies, Vol. 23, No. 1, 1997, s. 75-92.

Ram, Melanie H. ‘Democratization Through European Integration: The Case of Minority Rights in the Czech Republic and Romania’, Studies in Comparative International Development, Vol. 38, No. 2, 2003, s. 28-56.

Rawls, John., A Theory of Justice, (Oxford: Oxford University Press, 1971).

Ramaga, Philip V. ‘The Group Concept in Minority Protection’, Human Rights Quarterly, Vol. 15, No. 3, 1993, s. 575-88.

Redhead, Mark., Charles Taylor: Thinking and Living Deep Diversity, (New York: Rowman & Littlefield, 2002)

Reaume, Denise G., ‘Official-Language Rights: Intrinsic Value and the Protection of Difference’, içinde Will Kymlicka ve Wayne Norman, (der.) Citizenship in Diverse Societies, (Oxford: Oxford University Press, 2000), s. 245-272.

Robertson, Roland., Küreselleşme: Toplum Kuramı ve Küresel Kültür, Ümit H. Yolsal (çev.), (Ankara: Bilim ve Sanat, 1992/1999).

Rosas, Allan., ‘State Sovereignty and Human Rights: Towards A Global Constitutional Project’, Political Studies, Vol. 43, No. 1, 1995, s. 61-78.

Rumford, Chris., The European Union: A Political Sociology, (Londra: Blackwell, 2002).

Sandel, Michael J. Liberalism and the Limits of Justice, (Cambridge: Cambridge University Press, 1982).

Sasse, Gwendolyn., ‘EU Conditionality and Minority Rights: Translating the Copenhagen Criterion into Policy’, European University Institute Working Paper, No.16, 2005, s. 1­21.

Schlesinger, Arthur., The Disuniting of America: Reflections on A Multicultural Society, (New York: W.W. Norton & Company, 1991).

Schimmelfennig, Frank., ‘Strategic Action in A Community Environment: The Decision to Enlarge the European Union to the East’, Comparative Political Studies, Vol. 36, No. 1, 2003, s. 156-83.

Scholten, Peter – Holzhacker, Ronald., ‘Bonding, Bridging and Ethnic Minorities in the Netherlands: Changing Discourses in a Changing Nation’, Nations and Nationalism, Vol. 15, No. 1, 2009, s. 81-100.

Smith, Anthony D., Ulusların Etnik Kökeni, Sonay Bayramoğlu ve Hülya Kenedir (çev.), (İstanbul: Dost, 1986/2002).

Spinelli, Altiero., ‘Italian Movement for European Federation’, Socialist Commentary, Vol. 9, No. 9, 1944, s. 167-68.

Sollors, Werner., ‘The Multiculturalism Debate as Cultural Text,’ içinde Wendy F. Katkin, Ned Landsman ve Andrea Tyree, (der.) Beyond Pluralism: The Conception of Groups and Group Identities in America, (Chicago: University of Illinios Press, 1998), s. 63-104.

Soutphommasane, Tim., ‘Grounding Multicultural Citizenship: From Minority Rights to Civic Pluralism’, Journal of International Studies, Vol. 26, No. 4, 2005, 401-416.

Spencer, Martin E., ‘Multiculturalism, ‘Political Correctness’ and the Politics of Identity’, Sociological Forum, Vol. 9, No. 4, 1994, s. 547-67.

Stalker, Peter., ‘Migration Trends and Migration Policy in Europe’, International Migration, Vol. 40, No. 5, 2002, s. 150-179.

Stolcke, Verena., ‘New Rhetorics of Exclusion in Europe’, International Social Science Journal, Vol. 51, No. 159, 1999, s. 25-35.

Tamir, Yael., Liberal Nationalism, (New Jersey: Princeton University Press, 1993).

Taşdemir, Hakan – Saraçlı, Murat., ‘Avrupa Birliği ve Türkiye Perspektifinden Azınlık Hakları Sorunu’, Uluslararası Hukuk ve Politika, Vol. 8, No. 2, 2007, s. 25-35.

Taylor, Charles., ‘Atomism,’ içinde Alkis Kontos, (der.) Powers, Possessions and Freedoms: Essays in Honor of C. B. Macpherson, (Toronto: University of Toronto Press, 1979), s. 39-61.

Thomas, Barbara – Keller, Woolley ve Edmond J. ‘Majority Rule and Minority Rights: American Federalism and African Experience’, The Journal of Modern African Studies, Vol. 32, No. 3, 1994, s. 411-27.

Tok, Nafiz., Kültür, Kimlik ve Siyaset, (İstanbul: Ayrıntı, 2003).

Touraine, Alain., Eşitliklerimiz ve Farklılıklarımızla Birlikte Yaşayabilecek Miyiz?, Olcay Kunal (çev.), (İstanbul: Yapı Kredi, 1997/2000).

Vincent, John., Human Rights and International Relations, (Cambridge: Cambridge University Press, 1986/2001).

Verkuyten, Maykel – Yıldız, Ali A. ‘The Endorsement of Minority Rights: The Role of Group Position, National Context, and Ideological Beliefs’, Political Psychology, Vol. 27, No. 4, 2006, s. 527-548.

Wachtel, Andrew B., Dünya Tarihinde Balkanlar, Ali C. Akkoyunlu (çev.), (İstanbul: Doğan, 2008/2009).

Walzer, Michael., Spheres of Justice, (New York: Basic, 1983).

Walzer, Michael., On Toleration, (New Haven: Yale University Press, 1999).

Waever, Ole., ‘Securitization and Desecuritization,’ içinde Ronnie D. Lipschutz, (der.) On Security, (New York: Columbia University Press, 1995), s. 46-68.

Walker, Rob B. J., Inside/Outside: International Relations as Political Theory, (Cambridge: Cambridge University Press, 1992).

Wendt, Alexander., ‘Anarchy Is What States Make of It: The Social Construction of Power Politics’, International Organization, Vol. 46, No. 2, 1992, s. 391-425.

Weston, Burns H., ‘The Universality of Human Rights in A Multicultured World,’ içinde Richard P. Claude ve Burns H. Weston, (der.) Human Rights in the World Community: Issues and Action, (Philadelphia: University of Pennsylvania Press, 2006), s. 39-52.

Williams, Robert F. – Tarr, Alan., ‘Subnational Constitutional Space: A View From the States, Provinces, Regions, Länder, and Cantons,’ içinde Alan Tarr, Robert F. Williams ve Josef Marko, (der.) Federalism, Subnational Constitutions, and Minority Rights, (Londra: Praeger, 2004), s. 3-24.

Williams, Michael C. ‘Words, Images, Enemies: Securitization and International Politics’, International Studies Quarterly, Vol. 47, No. 4, 2003, s. 511-531.

Woodward, Susan L., Balkan Tragedy: Chaos and Dissolution after the Cold War, (New York: The Brookings Institution Press, 1995).

Yurdusev, Ahmet N., International Relations and the Philosophy of History: A Civilizational Approach, (Londra: Palgrave Macmillan, 2003).

Yıldızoğlu, Ergin., ‘Kusursuz Fırtınanın’ Öncü Rüzgarları Mı?’, Cumhuriyet, 6 Ekim 2010.

Tomasi, John., ‘Kymlicka, Liberalism and Respect for Cultural Minorities’, Ethics, Vol. 105, No. 3, 1995, s. 580-603.

 

Dipnotlar

[1]   Roland Robertson, Küreselleşme: Toplum Kuramı ve Küresel Kültür, Ümit H. Yolsal (çev.), (Ankara: Bilim ve Sanat, 1992/1999), s. 49.

[2]   Milena Doytcheva, Çokkültürlülük, Tuba A. Onmuş (çev.), (İstanbul: İletişim, 2005/2009), s. 12.

[3]   Stuart Hall, ‘Europe Breaks Out,’ içinde Stuart Hall et al., (der.) Modernity: An Introduction to Modern Societies, (Oxford: The Open University, 1996), s. 189-201.

[4]   Chris Rumford, The European Union: A Political Sociology, (Londra: Blackwell, 2002), s. 209-237.

[5]   Lars Magnusson, Nation, State and the Industrial Revolution, (Londra: Routledge, 2009), s. 75­120.

[6]   Josep R. Llobera, The Making of Totalitarian Thought, (Oxford: Oxford University Press, 2003), s. 73.

[7]   Ahmet N. Yurdusev, International Relations and the Philosophy of History: A Civilizational Approach, (Londra: Palgrave Macmillan, 2003), s. 113.

[8] Eric J. Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik: Program, Mit, Gerçekçilik, Osman Akınhay (çev.), (İstanbul: Ayrıntı, 1990/2006), s. 106.

[9]   Johan Huizinga, Ortaçağın Günbatımı, Mehmet A. Kılıçbay (çev.), (İstanbul: İmge, 1996/1997).

[10] Jennifer J. Preece, ‘Minority Rights in Europe: from Westphalia to Helsinki’, Review of International Studies, Vol. 23, No. 1, 1997, s 75.

[11] Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, Sonay Bayramoğlu ve Hülya Kenedir (çev.), (İstanbul: Dost, 1986/2002), s. 47-68.

[12] Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, (İstanbul: Hil, 1983/2008), s. 71-78.

[13] Pim den Boer, Peter Bugge ve W^ver, Ole (1995) The History of the Idea of Europe (What is Europe?), Kevin Wilson ve Jan Van der Dussen, (der.) (Londra: Routledge, 1993/1995), s. 22.

[14] Clifford Geertz, Kültürlerin Yorumlanması, Hakan Gür (çev.), (İstanbul: Dost, 1973/2010).

[15] Eric J. Hobsbawm ve Terrence Ranger, Geleneğin icadı, Mehmet M. Şahin (çev.), (İstanbul: Agora, 1983/2006).

[16] Benedict Anderson, Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, İskender Savaşır (çev.), (İstanbul: Metis, 1983/2007).

[17] Anthony D. Smith, Ulusların…, s. 27-41.

[18] Emin F. Keyman, Küreselleşme, Devlet, Kimlik/Farklılık: Uluslararası ilişkiler Kuramını Yeniden Düşünmek, Simten Coşar (çev.), (İstanbul: Alfa, 2000), s. 11-12.

[19] Rob B. J. Walker, Inside/Outside: International Relations as Political Theory, (Cambridge: Cambridge University Press, 1992).

[20] Alexander I. Grab, Napoleon and the Transformation of Europe, (Londra: Palgrave Macmillan, 2003).

[21] Atila Eralp, ‘Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm-Realizm Tartışması,’ içinde Atila Eralp, (der.) Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, (İstanbul: İletişim, 1996/2006), s. 57-88.

[22] Alexander Wendt, ‘Anarchy is What States Make of it: The Social Construction of Power Politics’, International Organization, Vol. 46, No. 2, 1992, s. 391-425.

[23] Ole W^ver, ‘Securitization and Desecuritization,’ içinde Ronnie D. Lipschutz, (der.) On Security, (New York: Columbia University Press, 1995), s. 46-68.

[24] Ibid, s. 55.

[25] Sezer Akarcalı, ikinci Dünya Savaşında iletişim ve Propaganda, (Ankara: İmaj, 2003), s. 11-12.

[26] Altiero Spinelli, ‘Italian Movement for European Federation’, Socialist Commentary, Vol. 9, No. 9, 1944, s. 167-68.

[27] David Mitrany, A Working Peace System, (Londra: Royal Institute of International Affairs, 1943).

[28] Karl W. Deutsch, Nationalism and Social Communication: An Inquiry into the Foundations of Nationality, (Massachusetts: The MIT Press, 1956).

[29] Ernst B. Haas, The Uniting of Europe: Political, Social and Economic Forces 1950-1957, (Londra: Library of World Affairs, 1958).

[30] Jean Monnet, ‘A Ferment of Change’, Journal of Common Market Studies, Vol. 1, No. 1, 1962, s. 203-11.

[31] Stanley Hoffmann, ‘Obstinate or Obsolete? The Fate of the Nation-State and the Case of Western Europe’, Daedalus, Vol. 95, No. 3, 1966, s. 862-915.

[32] Allan Rosas, ‘State Sovereignty and Human Rights: Towards A Global Constitutional Project’, Political Studies, Vol. 43, No. 1, 1995, s. 61-3.

[33] Jack Donnelly, ‘International Human Rights: A Regime Analysis’, International Organization, Vol. 40, No. 3, 1986, s. 599-642.

[34] John Vincent, Human Rights and International Relations, (Cambridge: Cambridge University Press, 1986/2001), s. 111-28.

[35] Burns H. Weston, ‘The Universality of Human Rights in A Multicultured World’, içinde Richard P. Claude ve Burns H. Weston, (der.) Human Rights in the World Community: Issues and Action, (Philadelphia: University of Pennsylvania Press, 2006), s. 39-52.

[36] Michael Doyle, ‘Kant, Liberal Legacies and Foreign Affairs’, Philosophy and Public Affairs, Vol. 12, No. 3, 1983, s. 205-35.

[37] Michael C. Williams, ‘Words, Images, Enemies: Securitization and International Politics’, International Studies Quarterly, Vol. 47, No. 4, 2003, s. 520.

[38] Aktaran: Werner Sollors, ‘The Multiculturalism Debate as Cultural Text,’ içinde Wendy F. Katkin, Ned Landsman ve Andrea Tyree, (der.) Beyond Pluralism: The Conception of Groups and Group Identities in America, (Chicago: University of Illinios Press, 1998), s. 64.

[39] Michael Walzer, On Toleration, (New Haven: Yale University Press, 1999), s. 14-36.

[40] James A. Banks ve Cherry A. M. Banks, Multicultural Education: Issues and Perspectives, (New York: Wiley & Sons Inc., 1989/2010), s. 447.

[41] Nathan Glazer, We Are All Multiculturalists Now, (Massachusetts: Harvard University Press, 1998), s. 1-22.

[42] Alain Touraine, Eşitliklerimiz ve Farklılıklanmızla Birlikte Yaşayabilecek Miyiz?, Olcay Kunal (çev.), (İstanbul: Yapı Kredi, 1997/2000).

[43] Charles F. Doran, The Politics of Assimilation: Hegemony and Its Aftermath, (Baltimore: The Johns Hopkins University Press, 1971).

[44]  Gunnar Myrdal, An American Dilemma, (New York: McGraw-Hill, 1944).

[45] Hubert M. Blalock, Toward A Theory of Minority Group Relations, (New York: Wiley & Sons, 1967).

[46]  Tim Soutphommasane, ‘Grounding Multicultural Citizenship: From Minority Rights to Civic Pluralism’, Journal of International Studies, Vol. 26, No. 4, 2005, 402-403.

[47]  Christian Joppke, ‘Multicultural Citizenship: A Critique’, European Journal of Sociology, Vol. 42, No. 2, 2001, s. 431-447.

[48] Bakınız: John Rawls, A Theory of Justice, (Oxford: Oxford University Press, 1971); Nathan Glazer, Affirmative Discrimination: Ethnic Inequality and Public Policy, (New York: Basic, 1975); Thomas Nagel, The Possibility of Altruism, (Princeton: Princeton University Press, 1979); ve Arthur Schlesinger, The Disuniting of America: Reflections on A Multicultural Society, (New York: W.W. Norton & Company, 1991).

[49] Stephen May, Critical Multiculturalism: Rethinking Multicultural and Antiracist Education, (Londra: Routledge, 1999), s. 11.

[50] Bkz: Charles Taylor, ‘Atomism,’ içinde Alkis Kontos, (der.) Powers, Possessions and Freedoms: Essays in Honor of C. B. Macpherson, (Toronto: University of Toronto Press, 1979), s. 39-61; Alasdair MacIntyre, After Virtue, (Indiana: Notre Dame University Press, 1981); Michael J. Sandel, Liberalism and the Limits of Justice, (Cambridge: Cambridge University Press, 1982); ve Michael Walzer, Spheres of Justice, (New York: Basic, 1983).

[51] Amy Gutmann, ‘Communitarian Critics of Liberalism’, Philosophy and Public Affairs, Vol. 14, No. 3, 1985, s. 308-22.

[52] Jürgen Habermas, ‘Multiculturalism and the Liberal State’, Stanford Law Review, Vol. 47, No. 5, 1995, s. 849-53.

[53] Will Kymlicka, Çokkültürlü Yurttaşlık: Azınlık Haklarının Liberal Teorisi, Abdullah Yılmaz (çev.), (İstanbul: Ayrıntı, 1995/1998).

[54] Will Kymlicka, Liberalism, Community and Culture, (Oxford: Oxford University Press, 1989/1991), s. 47-73.

[55] Will Kymlicka ve Rubio R. Marin, ‘Liberalism and Minority Rights: An Interview’, Ratio Juris, Vol. 12, No. 2, 1999, s. 134-5.

[56] Ayşe F. Arsava, Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslararası Belgeler ve Özellikle Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 27. Maddesi Işığında incelenmesi, (Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1993), s. 38-82.

[57] Will Kymlicka, ‘Justice and Security in the Accomodation of Minority Nationalism,’ içinde Alain Dieckhoff, (der.) The Politics of Belonging: Nationalism, Liberalism, and Pluralism, (New York: Lexington, 2004), s. 127-54.

[58] Will Kymlicka, ‘Do We Need A Liberal Theory of Minority Rights? Reply to Carens, Young, Parekh and Forst’, Constellations, Vol. 4, No. 1, 1997, s. 72.

[59] Denise G. Reaume, ‘Official-Language Rights: Intrinsic Value and the Protection of Difference’, içinde Will Kymlicka ve Wayne Norman, (der.) Citizenship in Diverse Societies, (Oxford: Oxford University Press, 2000), s. 245-272.

[60] Will Kymlicka ve Rubio R. Marin, ‘Liberalism…’, s.136-137.

[61] Will Kymlicka, ‘Nation-Building and Minority Rights: Comparing West and East’, Journal of Ethnic and Migration Studies, Vol. 26, No. 2, 2000, s. 183-212.

[62] Mark Redhead, Charles Taylor: Thinking and Living Deep Diversity, (New York: Rowman & Littlefield, 2002), s. 21-44.

[63] Will Kymlicka ve Rubio R. Marin, ‘Liberalism…’, s.138.

[64] Ibid, s. 138.

[65] Nafiz Tok, Kültür, Kimlik ve Siyaset, (İstanbul: Ayrıntı, 2003), s. 42-68.

[66] Will Kymlicka, Çokkültürlü…, s. 235.

[67] Will Kymlicka, ‘The New Debate over Minority Rights,’ içinde Ferran Requeio, (der.) Democracy and National Pluralism, (Londra: Routledge, 2001), s. 28-9.

[68] Will Kymlicka, ‘American Multiculturalism and the ‘Nations Within’,’ içinde Duncan Ivison, Paul Patton ve Will Sanders, (der.) Political Theory and the Rights of Indigenous Peoples, (Cambridge: Cambridge University Press, 2000), s. 216-36.

[69] Chandran Kukathas, ‘Are There Any Cultural Rights?’, Political Theory, Vol. 20, No. 1, 1992, s. 105-39.

[70] Donald L. Horowitz, Ethnic Groups in Conflict, (California: University of California Press, 1985/2000), s. 3-54.

[71] Bikhu Parekh, ‘Dilemmas of A Multicultural Theory of Citizenship’, Constellations, Vol. 4, No. 1, 1997, s. 54-62.

[72] John Gray, Liberalizmin iki Yüzü, Koray Değirmenci (çev.), (İstanbul: Dost, 2000/2003), s. 7-36.

[73] Rainer Forst, ‘Foundations of a Theory of Multicultural Justice’, Constellations, Vol. 4, No. 1, 1997, s. 63-71.

[74] Barbara Thomas-Woolley ve Edmond J. Keller, ‘Majority Rule and Minority Rights: American Federalism and African Experience’, The Journal of Modern African Studies, Vol. 32, No. 3, 1994, s. 411-27.

[75] Will Kymlicka, Politics in the Vernacular: Nationalism, Multiculturalism, and Citizenship, (Oxford: Oxford University Press, 2001), s. 49-68.

[76] Don Lenihan, ‘Liberalism and the Problem of Cultural Membership: A Critical Study of Kymlicka’, Canadian Journal of Law and Jurisprudence, Vol. 4, No. 2, 1991, s. 401-19; John Tomasi, ‘Kymlicka, Liberalism and Respect for Cultural Minorities’, Ethics, Vol. 105, No. 3, 1995, s. 580-603; Marlies Galenkamp, ‘Do We Need Special, Collective Rights for Immigrants and Refugees in Western Europe’, Citizenship Studies, Vol. 2, No. 3, 1998, s. 501-17; ve Stephen Castles, Ethnicity and Globalization, (Londra: Sage, 2000), s. 1-25.

[77] Martin E. Spencer, ‘Multiculturalism, ‘Political Correctness’ and the Politics of Identity’, Sociological Forum, Vol. 9, No. 4, 1994, s. 547-67.

[78] Max Plog, ‘Democratic Theory and Minority Rights: Internal and External Group Rights in A Global Democracy’, International Journal on Minority and Group Rights, Vol. 10, No. 1, 2003, s. 55-82.

[79] David Held ve Daniele Archibugi (der.), Cosmopolitan Democracy: An Agenda for A New World Order, (Londra: Polity Press, 1995).

[80] Max, Plog, ‘Democratic…’, s. 56.

[81] Joel E. Oestreich, ‘Liberal Theory and Minority Group Rights’, Human Rights Quarterly, Vol. 21, No. 1, 1999, s. 108-32.

[82] Baskın Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, (Ankara: İmaj, 1997/2001), s. 67.

[83] Philip V. Ramaga, ‘The Group Concept in Minority Protection’, Human Rights Quarterly, Vol. 15, No. 3, 1993, s. 575-88.

[84] Maykel Verkuyten ve Ali A. Yıldız, ‘The Endorsement of Minority Rights: The Role of Group Position, National Context, and Ideological Beliefs’, Political Psychology, Vol. 27, No. 4, 2006, s. 531.

[85] Mary Kaldor, New and Old Wars: Organized Violene in A Global Era, (Londra: Polity Press, 1999/2003), s. 69-89.

[86] Michael J. Baun, ‘The Maastricht Treaty As High Politics: Germany, France and European Integration’, Political Science Quarterly, Vol. 110, No. 1, 1996, s. 605-624.

[87] Frank Schimmelfennig, ‘Strategic Action in A Community Environment: The Decision to Enlarge the European Union to the East’, Comparative Political Studies, Vol. 36, No. 1, 2003, s. 156-83.

[88] Gerard Delanty, Avrupa’nın icadı, Hüsamettin İnaç (çev.), (İstanbul: Adres, 1995/2005).

[89] Erol Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya: Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, (Ankara: Asil, 2004), s. 113-46.

[90] Andrew B. Wachtel, Dünya Tarihinde Balkanlar, Ali C. Akkoyunlu (çev.), (İstanbul: Doğan, 2008/2009), s. 133-6.

[91] Kiro Gligorov’dan aktaran, Susan L. Woodward, Balkan Tragedy: Chaos and Dissolution after the Cold War, (New York: The Brookings Institution Press, 1995), s. xvi.

[92] Haldun Gülalp, ‘Introduction: Citizenship vs. Nationality?,’ içinde Haldun Gülalp, (der.) Citizenship and Ethnic Conflict: Challenging the Nation State, (Londra: Routledge, 2006), s. 1-18.

[93] Bikhu Parekh, ‘Integrating Minorities in A Multicultural Society,’ içinde Ferran Requejo ve Ulrich K. Preuss, (der.) European Citizenship, Multiculturalism and the State, (Baden-Baden: Nomos, 1998), s. 67-86.

[94] Juan M. Delgado-Moreira, Multicultural Citizenship of the European Union, (Londra: Ashgate, 2000).

[95] Geoff Gilbert, ‘The Council of Europe and Minority Rights’, Human Rights Quarterly, Vol. 18, No. 1, 1996, s. 160-89.

[96] Rainer Hoffmann, ‘Implementing States Obligations under the Council of Europe-Framework Convention for the Protection of National Minorities’, Europa Ethnica, Vol. 55, No. 1, 1999, s. 1­8.

[97] Erol Kurubaş, Asimilasyondan…, s. 132.

[98] Hakan Taşdemir ve Murat Saraçlı, ‘Avrupa Birliği ve Türkiye Perspektifinden Azınlık Hakları Sorunu’, Uluslararası Hukuk ve Politika, Vol. 8, No. 2, 2007, s. 29.

[99] Gaetano Pentassuglia, Minority Issues Handbook: Minorities in International Law, (Strazburg: Council of Europe Press, 2002/2007).

[100] Ana-Maria Dobre, ‘EU Conditionality Building and Romanian Minority Rights Policy: Towards the Europeanization of the Candidate Countries’, Perspectives on European Politics and Society, Vol. 4, No. 1, 2003, s. 55-83.

[101] Stephen Deets, ‘Reconsidering East European Minority Policy: Liberal Theory and European Norms’, East European Politics and Societies, Vol. 16, No. 1, 2002, s. 30-53.

[102] Dia Anagnostou, ‘Deepening Democracy or Defending the Nation? The Europeanization of Minority Rights and Greek Citizenship’, West European Politics, Vol. 28, No. 2, 2005, s. 335-6.

[103] Birleşmiş Milletler’e ait antlaşma için bakınız:  United Nations Treaty Collection,

http://treaties.un.org/Pages/ViewDetails.aspx?src=TREATY&mtdsg_no=IV- 4&chapter=4&lang=en (Erişim Tarihi: 14 Mart 2011); Avrupa Konseyi’ne ait antlaşmalar için bakınız: Complete List of the Council of Europe’s Treaties, http://conventions.coe.int/Treaty/Co mmun/ListeTraites.asp?CM=8&CL=ENG (Erişim Tarihi: 14 Mart 2011)

[104] Kinga Gal, ‘The Council of Europe Framework Convention for the Protection of National Minorities and Its Impact on Central and Eastern Europe’, Journal of Ethnopolitics and Minority Issues in Europe, Vol. 1, No. 4, 2000, s. 1-17.

[105]  Brian Barry, ‘The Limits of Cultural Politics,’ içinde Desmond M. Clarke ve Charles Jones, (der.), The Rights of Nations, (New York: St. Martin’s Press, 1999), s. 127-144.

[106]   Yael Tamir, Liberal Nationalism, (New Jersey: Princeton University Press, 1993).

[107] Jacques Derrida, ‘Otoimmünite: Gerçek ve Simgesel İntiharlar – Jacques Derrida ile Söyleşi,’ içinde Giovanna Borradori, (der.) Terör Günlerinde Felsefe: Jürgen Habermas ve Jacques Derrida ile Diyaloglar, Emre Barca (çev.), (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2003/2008), s. 165.

[108]  Ibid, s. 160.

[109] Dirk Jacobs, ‘Multinational and Polyethnic Politics Entwined: Minority Representation in the Region of Brussels-Capital’, Journal of Ethnic and Migration Studies, Vol. 26, No. 2, 2000, s. 289­304; ve Peter Scholten ve Ronald Holzhacker, ‘Bonding, Bridging and Ethnic Minorities in the Netherlands: Changing Discourses in a Changing Nation’, Nations and Nationalism, Vol. 15, No. 1, 2009, s. 81-100.

[110] Robert F. Williams ve Alan Tarr, ‘Subnational Constitutional Space: A View From the States, Provinces, Regions, Lander, and Cantons,’ içinde Alan Tarr, Robert F. Williams ve Josef Marko, (der.) Federalism, Subnational Constitutions, and Minority Rights, (Londra: Praeger, 2004), s. 3­24.

[111] Gwendolyn Sasse, ‘EU Conditionality and Minority Rights: Translating the Copenhagen Criterion into Policy’, European University Institute Working Paper, No.16, 2005, s. 4.

[112] Melanie H. Ram, ‘Democratization Through European Integration: The Case of Minority Rights in the Czech Republic and Romania’, Studies in Comparative International Development, Vol. 38, No. 2, 2003, s. 28-56.

[113] Peter Kovacs, ‘The Slovak Law on the State Language’, Hungarian American Coalition News, Vol. 17, No. 1, 2009, s. 1-8.

[114] David J. Galbreath, ‘The Politics of European Integration and Minority Rights in Estonia and Latvia’, Perspectives on European Politics and Society, Vol. 4, No. 1, 2003, s. 37-38.

[115] Andrey Ivanov, ‘Minority Nationalism in the Balkans: The Bulgarian Case’, Institute for Market Economics (IME) Working Paper, No. 3, 1999, s. 1-13.

[116] Istvan Pogany, ‘Minority Rights and the Roma of Central and Eastern Europe’, Human Rights Law Review, Vol. 6, No. 1, 2006, s. 1-25.

[117] Michael Johns, ‘Do As I Say, Not As I Do’: The European Union, Eastern Europe and Minority Rights’, East European Politics and Societies, Vol. 17, No. 4, 2003, s. 682-699.

[118] Christine Milligan ve David Conradson, ‘Contemporary Landscapes of Welfare: the ‘Voluntary Turn’?,’ içinde Christine Milligan ve David Conradson, (der.) Landscapes of Voluntarism: New Spaces of Health, Welfare and Governance, (Londra: Policy Press, 2006), s. 1-14.

[119]  Tariq Modood, Multiculturalism: A Civic Idea, (Londra: Polity Press, 2007), s. 21-36.

[120] Roger Karapin, ‘The Politics of Immigration Control in Britain and Germany: Subnational Politicians and Social Movements’, Comparative Politics, Vol. 31, No. 4, 1999, s. 423.

[121] Peter Stalker, ‘Migration Trends and Migration Policy in Europe’, International Migration, Vol. 40, No. 5, 2002, s. 150-179.

[122] Jochen Lorentzen, ‘Keep Out! Protectionism, Migration Control, and Globalization,’ içinde Ronald Tiersky, (der.) Europe Today: National Politics, European Integration, and European Security, (New York: Rowman & Littlefield, 2004), s. 145-176.

[123] Andrew Geddes, The Politics of Migration and Immigration in Europe, (Londra: Sage, 2003/2005), s. 191-200.

[124] Amitai Etzioni, ‘Citizenship Tests: A Comparative, Communitarian Perspective’, The Political Quarterly, Vol. 78, No. 3, 2007, s. 353-363.

[125] Ullrich Fichtner, ‘Sarkozy’s Perfect Storm: French Fury Goes Beyond Pensions’, Der Spiegel International, 26 Ekim 2010.

[126]   George Jonas, ‘Multiculturalism Clearly A Failure: Sarkozy’, Agence France-Presse, 10 Şubat 2011.

[127] Suzanne Daley, ‘Roma, on Move, Test Europe’s ‘Open Borders”, The New York Times, 17 Eylül 2010.

[128] Verena Stolcke, ‘New Rhetorics of Exclusion in Europe’, International Social Science Journal, Vol. 51, No. 159, 1999, s. 25-35.

[129]  Ergin Yıldızoğlu, ‘Kusursuz Fırtınanın’ Öncü Rüzgarları Mı?’, Cumhuriyet, 6 Ekim 2010.

[130] Bernard Lewis, ‘The Muslim Discovery of Europe’, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, Vol. 20, No. 1, 1957, s. 409-16.

[131]  Samuel P. Huntington, ‘The Clash of Civilizations?’, Foreign Affairs, Vol. 72, No. 3, 1993, s. 22-49.

[132] Jocelyne Cesari, ‘Muslim Identities in Europe: The Snare of Exceptionalism,’ içinde Aziz Al- Azmeh ve Effie Fokas, (der.) Islam in Europe: Diversity, Identity and Influence, (Cambridge: Cambridge University Press, 2007), s. 49-67.

[133] Wendy A. Brusse ve Jan Schoonenboom, ‘The European Union, Religion and Turkish Islam’, içinde Richard T. Griffiths ve Durmuş Özdemir, (der.) Turkey and the EU Enlargement, (İstanbul: İstanbul Bilgi University Press, 2004), s. 69-88.

[134]   Pepe Escobar, ‘Letter From Islamophobistan’, Asia Times, 22 Ekim 2010.

—————————————————

[i] Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 7, Sayı: 26 ss.55-85, 2011

[ii] Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Doktora adayı

Yazar
Hakan Övünç ONGUR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen