Raflarda öyle güzel duruyorlar ki top top. Eskiden manifaturacı… Şimdilerde mefruşat ya da kumaşcı. Daha içeri girince renkleri, dokuları, desenleri, sessiz cümbüşleri, albenileriyle başınızı döndürürler.
Kumaşlar…
Paranız varsa mest olur zevkle seçerseniz alacağınızı… Bazen fazlasıyla. Yoksa eğer hevesiniz içinizde, aklınız onlarda ayrılırsınız dükkândan. Kumaşla hemhâl olanlar ayrı bir mengeneden geçerler sanki onlarla bir.
Raflarda kusursuz duran kumaşlar, önce gözünüze, sonra elinize geldiyse başlar serüven. Topta durduğu gibi değildir çünkü. Göründüğü gibi yani. Düz ipler bi bulunur evvela. İpler çekilir düz ip yerleri işaretlenir. Oralardan kesilir… Dümdüz olur dört bir yanı. Tabi öncesinde güzelce yıkanmak, iyice bir de ütüden geçmek var… Terbiye yani bir çeşit.
İlle çileden, makastan, sudan, ısıdan geçecek. Rafa gelene kadar ki çilesi hele, zaten ayrı bir hikâye.
Ele avuca gelmek, hizaya, ayara, ölçüye gelmek. Sonra buluşup bir’leşmek tamamlayıcılarıyla. Düğme, kurdela, başka çeşit kumaş, biye, fisto, dantel…
E güzelleşmek, insan içine çıkmak, kullanılır hâle gelmek, işe yaramak, hizmete lâyık olmak öyle kolay olmuyor ya,
İlle merhale merhale işlem görmek şart. Raftayken orda güzel, hizmet ehli olacaksa böyle güzel…
Hep hâl hâl, hep basamak basamak pişmek. Biçim biçim.
Sizde bir türlü, bizde bir türlü hâllince…
Hizmete, işe yararlığa, biçime, hâle er’mek…
İlle kurtulmak fazlalıklardan.
İnsan da olsa, eşya da…
Bu yol değişim yolu.
İlle vermek, soyunmak, arınmak yolu.
Razılık yolu.
Kader yolu.
Talep yolu.
Nasip yolu.
Sıra seki yolu.
Vakit yolu.
Malzemesiyle hem dem, malzemesiyle yolda yolcu terzi… Eli usta, gönlü ocak terzilerimiz.
Sessiz dervişler. Yolun hâl yolcuları…
Size de hâlâ elinizi bekleyen
hâlâ raflarda olan kumaşlara da selam olsun,
Öyle ya kumaş olduysa ip, ille bir terzi vardır onu bekleyen…
Buluşturana hamd ile,
Canan Aslan