Hayır, darbeci genelkurmay başkanlarından bahsetmiyorum.
Başbakanın paltosunu tutan veya “O tak der, ben şak yaparım.” diyen genelkurmay başkanlarından da bahsetmiyorum.
Maiyetindeki subaylara kumpas kurulurken sessiz kalan genelkurmay başkanlarından da bahsetmiyorum.
Yaptıkları protokollerin sırlarıyla terki diyar eden genelkurmay başkanından da bahsetmiyorum.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliğini (Genelkurmay Başkanlığını) yaptıktan sonra Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele’ye katılan, daha önce kendi astları olan komutanların emrine gönüllü olarak ve gocunmadan giren iki büyük askerden Fevzi Çakmak ve Cevat Çobanlı paşalardan bahsetmek istiyorum.
Bahsedeceğim bakanlar da günümüzün veya yakın geçmişin bakanları değil Osmanlı İmparatorluğunda harbiye nazırlığı, bahriye nazırlığı, dâhiliye nazırlığı görevlerinde bulunmalarına rağmen unvanlarını, geçmişlerini bırakıp Millî Mücadele’ye, sonu meçhul bir maceraya atılan eski nazırlar…
Söz edeceğim damat da, Berat Albayrak veya Damat Ferit değil, Vahdettin’in damadı ve Osmanlı Sadrazamı Tevfik Paşa’nın oğlu olmasına rağmen, padişah damadı olmanın tüm avantajlarını elinin tersiyle itip, eşinden boşanmayı göze alarak İstiklal Savaşı’na katılan İsmail Hakkı Okday…
24 Aralık 1918’den 14 Mayıs 1919’a kadar ferik rütbesiyle Osmanlı Devleti’nin Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliğini yürüten Fevzi Çakmak, 1920 yılının Şubat-Nisan aylarında Harbiye Nazırı olarak görev yaptı. 27 Nisan 1920’de Ankara’ya gelerek Millî Mücadeleye katıldı. 3 Mayıs 1920’de Millî Müdafaa Vekilliğine getirildi. 24 Ocak 1921’de Mustafa Kemal Paşa’nın İcra Vekilleri Heyeti Reisliğinden ayrılması üzerine, Millî Müdafaa Vekilliği üzerinde kalmak kaydıyla İcra Vekilleri Heyeti Reisliğini (Başbakanlık) de üstlendi. Ağustos 1921’den itibaren Başvekillik, Millî Müdafaa Vekilliği ve Erkân-ı Harbiye Reisliği görevlerini hep birlikte yürütmeye başladı ve Sakarya Savaşı sırasında TBMM Reisi ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile birlikte bizzat cephede savaşı yönetti.
Cevad Çobanlı Paşa 14 Mayıs 1919 tarihinde Fevzi Paşa’nın yerine Erkân-ı Harbiye-i Umumîye Reisi olarak atandı. 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’u işgal eden İngiliz kuvvetleri tarafından tutuklandı, Malta’ya nakledildi. 23 Ekim 1921 tarihinde TBMM ve İngiltere Hükûmeti arasında imzalanan takas anlaşması ile 15 Ocak 1922 tarihinde Ankara’ya geldi. 9 Şubat 1922 tarihinde karargâhı Diyarbekir’de olan El-Cezire Bölgesi Komutanlığı görevine atandı. 21 Ekim 1922 tarihinde yeniden oluşturulan 3. Ordu Müfettişi oldu.
Askerlik mesleği hakkında çok az da bir bilgisi olanlar, kıdemli bir subayın kendisinden kıdemsiz bir subayın emrine girmeyi kolay kolay kabul etmeyeceğini bilirler. Gerek Fevzi Çakmak gerekse Cevat Çobanlı, Mustafa Kemal’den kıdemlidirler. Onun komutanlarıdırlar. Fevzi Çakmak da Cevat Çobanlı da milli mücadeleye katıldıktan sonra hiç tereddütsüz Mustafa Kemal’in emrine girmişlerdir. Bu tavır Mustafa Kemal’in karizmatik askeri liderliğine duyulan güvenin ve tabii ki ülkeyi ancak onun kurtaracağına olan inancın göstergesidir.
Osmanlı Devletinde çeşitli dönemlerde nazırlık (bakanlık) görevinde bulunduktan sonra Millî Mücadele’ye herhangi bir görev ve çıkar beklemeden katılan çok sayıda vatan evladı vardır.
Mesela; Hamidiye kahramanı olarak ünlenen ve 1918 Ekim’inde Osmanlı Devleti’nin Bahriye Nazırı olarak görev yapan Rauf Orbay, Millî Mücadele’nin ilk direniş belgelerinden birisi olan Amasya Tamimi’ni Atatürk ile birlikte imzalayan iki kişiden birisidir (Diğeri Ali Fuat Cebesoy). Kendisi Bahriye Nazırlığı yapmış olmasına rağmen ilk günden itibaren, Mustafa Kemal’in liderliğini kabul etmiş onun yanında durmuştur.
Mesela İttihat Terakki Partisi Genel Sekreterliği, Dahiliye Nazırlığı gibi çok önemli görevlerde bulunan, Hürriyet ve Avam Partisi Genel Başkanlığı yapan Fethi Okyar, İngilizler tarafından esir tutulduğu Malta’dan kurtulur kurtulmaz çocukluk ve sınıf arkadaşı Mustafa Kemal liderliğindeki Millî Mücadele’ye katıldı.
Mesela Ekim 1919’da Harbiye Nazırı olan Harbiye Nazırlığı süresince Kuvâ-yı Milliye’ye her türlü yardımı yapan İstanbul’un işgalinden sonra İngilizler tarafından tutuklanarak Malta Adası’na sürgün edilen Mersinli Cemal Paşa, Malta dönüşü Millî Mücadele’ye katıldı.
Mesela Osmanlı İmparatorluğunda Bağdat, Musul, Basra, Hicaz ve Bursa Valilikleri yapan, 1919-1920 yıllarda dâhiliye nazırı olarak görev Ebubekir Hâzım (Tepeyran) da 1921 yılında Milli Mücadele’ye katılarak Sivas ve Trabzon Valisi olarak görev yaptı.
Mesela Damat Ferit Paşa Kabinesi’nde Nafia Nazırı (Bayındırlık Bakanı) olarak görev yapan, Millî Türk Fırkası Genel Başkanı Ahmet Ferit Tek de Birinci Meclis’in üyesi olarak Milli Mücadele’ye katıldı. Cumhuriyetin ilk içişleri Bakanı oldu.
Mesela Talat Paşa Hükümeti’nde Nafıa Nazırlığı yaptıktan sonra Malta’ya sürülen, Ali Münif (Yeğenağa) Malta’dan kurtulduktan sonra Millî Mücadele’ye katıldı ve Adana’nın kurtulmasından sonra Adana Belediye Başkanı oldu.
Osmanlı İmparatorluğunda bakanlık gibi önemli görevlerde bulunmuş, sarayı ve saray yönetimini çok iyi tanıyan bu şahsiyetlerin, Sarayın “baldırı çıplaklar, maceracılar, hainler” diye tanımladığı Kuvâ-yı Milliye’ye katılmaları, Nemrut Mustafa Divanı’nın idama mahkûm ettiği, görevinden istifa etmiş bir paşaya tabi olmaları da Türk Milleti için tek umut ve tek kurtuluş yolu olarak Mustafa Kemal’i ve Kuvâ-yı Milliye’yi görmeleriyle açıklanabilir. Ve de tabii çok iyi tanıdıkları saray yönetiminin, acizliğini ve tükenmişliğini belki imparatorluğun sonunun geldiğini görmeleriyle…
Sarayı terk ederek Millî Mücadele’ye katılan şahsiyetler içerisinde ismi mutlaka zikredilmesi gerekenlerin başında Vahdettin’in damadı İsmail Hakkı Okday gelir. İsmail Hakkı Okday yalnızca Vahdettin’in damadı değil, son sadrazamlardan Tevfik Paşa’nın oğludur. Harp Okulu’nu bitirip subay olduktan sonra Prusya Harp Akademisi’ni bitiren İsmail Hakkı Bey Şehzade Mehmed Vahdettin Efendi tarafından kızı Fatma Ulviye Sultan için damat olarak seçildi ve onunla evlendirildi. Bu evlilikten kızı Suade Hümeyra Hanım dünyaya geldi. İsmail Hakkı Bey bir ziyafette İngiliz istihbarat subayı Yüzbaşı John Bennett’in içkinin tesiriyle “Hükümet, Kemal Paşa adlı genç bir generali, umumi müfettiş olarak Anadolu’ya göndermeye karar vermiş. Paşa, vapurla yola çıkmak üzereymiş ama asla Samsun’a ulaşamayacak.” dediğine tanık olur ve duyduklarını, daha önce emrinde çalıştığı Mustafa Kemal Paşa’ya iletir. Böylece belki de Mustafa Kemal Paşa’nın hayatını kurtarır. İsmail Hakkı Bey Kurtuluş Savaşına katılmak üzere “Koyun Tüccarı Mustafa Ağa” kimliğiyle İngiliz kontrolünden geçerek, Ankara’ya ulaşır. Ayrılışını babasına haber vereceği endişesiyle eşine bildirmez. Mustafa Kemal Paşa kendisini yanına danışman almak ister. İsmail Hakkı Bey cephede savaşmak istediğini söyleyerek bu teklifi kabul etmez, 16. Tümen Kurmay Başkanlığına atanır. Savaşın sonuna kadar bu görevi yürütür. Vahdettin onu yapılan evlilik kontratındaki bir maddeye dayanarak kızı Ulviye Sultan’dan boşar. İsmail Hakkı Bey bu haberi gazetelerden öğrenir. Bir Padişah Damadı, padişahın kifayetsiz ve zayıf kişilikli birisi olduğunu bilmese, sarayın çapulcuların başı olarak nitelediği isyancı paşanın niteliklerine güvenmese, rahatını bozup, damat olmanın tüm imkânlarını iterek, çocuğunu da bir daha hiç görememek pahasına Milli Mücadele’ye katılır mı?
Fesli Deli Kadir’den tarih allamesi çıkarmaya kalkan Atatürk düşmanı zavallılar, zaman zaman “Olmasaydın da olurduk” diye zırvalasalar da, bu birkaç örnek bile Atatürk’ün karizmatik liderliğinin kurtuluş savaşında ne kadar belirleyici olduğunun göstergesidir…