“Kök temür kerü turmas”
(Gök demir boş durmaz)[1]
İnsanoğlu yeryüzündeki metalleri (madenleri) henüz keşfetmeden meteorlarla düşen demiri işlemiş ve özellikle bu yukarıdan gelen özelliği nedeniyle demiri kutsal saymıştır. Demir, göksel bir metal olarak görülmüş ve onun kutsallığı demircinin hünerine de aksettirilmiştir. Meselâ eski Türklerde demir kutsal olduğu gibi şamanlar da demirci olarak kutsal işlerin yürütücüsü görevini yerine getirmiştir.
Eski Türklerde demirin kutsal sayılması nedeniyle kullandıkları silahlar da demirden yapıldığı ve aynı zamanda kendilerini, ailelerini, sevdiklerini ve ait oldukları toplumu korumalarını ve yaşamlarını sürdürmelerini sağladığı için kutsallık kazanmıştır. Bu silahların başında kılıç gelmektedir.[2].
“Kılıcın tarihi” der Burton, “insanlığın tarihidir” (1884: xi). Mesela Seküler ve dinî birçok anlam yüklenen “kılıç, gücün, hâkimiyetin, adaletin, cesaretin ve yiğitliğin, ihtiyat ve yok etmenin sembolüdür.” Böylece kılıcın kültürle olan ilişkisi, savaş aleti olmasının çok ötesinde bir görüntü sergilemektedir. Kılıcın hikâyesi, bir savaş hikâyesi değildir. O, bir yerde, artık bir kişilik olarak tanımlanır; insanî ve insanüstü niteliklerle bezeli bir kişilik. Onur, şeref, cesaret gibi değerlerin ritüellerinin kendisi aracılığıyla yapıldığı bir kişilik olur. Öte yandan o, adalet, şehadet vb. değerler (karakter nitelikleri) için bir simge olmuştur; bu hayattayken kullanılan bir simge olduğu gibi mezara da işlenen veya saplanan bir simgedir (ss.xi-xii). İslamiyet öncesinde Türk inanç ve geleneklerinde kılıcın yeri önemlidir. Eski Türklerde kılıç, geleneksel birçok toplumda olduğu gibi, güç ve hâkimiyet sembolü olarak egemenlik figürü şeklinde hem hayatta hem de ölümde etkin bir motiftir. Cumhuriyet öncesine bakıldığında tahta çıkan Osmanlı hükümdarının kılıç kuşanma merasiminde görüldüğü gibi kılıç ve hâkimiyet arasındaki kültürel kod sürdürülmüştür[3].
Eski Türklerde kılıç, hem hukukî hem de dinî bir sembol koduna sahipti. Egemenlikle ilişkili olarak yüceltilen kılıç, cihan hâkimiyeti gibi ideallere de sembol olur. Bir başka açıdan bakıldığında bu yüceltilmenin “kutsal kılıç” algılarının mitsel varlık kazanmasını da sağladığı anlaşılmaktadır ve Avrupa hükümdarı Atilla’da bariz bir şekilde kendini bulmaktadır. Avrupa Hun Hükümdarı Atilla’nın adlandırması olan ve kökeni Orta Asya Bozkır Türk hâkimiyet anlayışına dayanan, ‘Tanrı’nın Kılıcı’ unvanı, hâkimiyetinin kaynağının tanrı olduğu ve kılıç ile de tanrının buyruğuna boyun eğmeyen devletleri ve toplumları kılıçla boyun eğdireceğine işaret etmektedir. Kılıç burada tanrısal bir gücü ifade etmektedir. Avrupalı kavimlerin Atilla’ya verdiği ‘Tanrı’nın Kılıcı’ unvanı bir bakıma onun adaleti sağlamak için kılıç kullandığına işaret etmektedir. Burada kılıç yoldan çıkan ve halklarına zulmeden kralların tanrı adına Atilla tarafından cezalandırıldığı sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Çünkü Avrupalı kavimler, Atilla’nın çağdaşı olan kendi hükümdarlarına değil Avrupalı olmayan ve kökeni Asya bozkırlarına dayanan bir kişiye bu unvanı vermişlerdir. Burada önemli olan bahsi geçen unvan verilen Atilla’nın, tanrı tarafından gönderildiği ve adaleti kılıç gücü ile sağlayan kurtarıcı bir kişilik olarak görülmesidir. Bu koruma, kılıç kültünün en çarpıcı örneklerinden biri olarak hem dünya egemenliği hem de Tanrı’nın yetkilendirmesinin sembolü olarak hafızalarda bir kod olarak kalışını ifade etmektedir.
Bu kapsamda, mezar taşlarında kılıcın bir motif olarak kullanıldığı görülmektedir. Yaşamda kılıca önem veren Türkler, ölümlerinde de kılıçlarından vazgeçmemişler; ölülerini kılıçlarıyla birlikte gömmüşler, mezar taşlarını kılıç motifleriyle süslemişlerdir. Kılıç, gündelik yaşamın bileşenlerinden biri olduğu dönemlerde yalnızca yaşayanların bir aksesuarı olarak belirgin değildir. O, aynı zamanda mezarlarında ölülerin kimliğinin bir tamamlayıcısı olarak metaforik bir anlatı aracıdır. Bu bağlamda, Hunlarda, mezarlara kılıç koymak, hançer ve ok-yayın yanı sıra önemli bir uygulamaydı. Bu gelenek, Türk toplulukları arasında sürdürülmüştür. Mezar taşlarında ‘kılıç’, ölen kişinin kahramanlığı ile alakalı olduğuna dair görüşler mevcuttur”. Tıpkı bıçak gibi kesen ve bölen, ayıran bir unsur olarak hayat ve ölüm arasındaki ayrım aracı olması da kılıcın figüratif araçsallığının kaynağı olabilir[4]. Ölüm ve kılıç ilişkisinde bazı yorumların, kılıcın mezar taşlarına işlenmesinin o kişinin ölüm nedenini gösterme ihtimalini dile getirdiği görülmektedir. Anadolu’nun bazı şehitliklerinde mezar taşlarında kitabe bulunmazken, kılıç ve hançer motifler yer almaktadır.
Dipnotlar:
[1] Çobanoğlu, Ö. (2004). Türk Dünyası Ortak Atasözleri Sözlüğü. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı,s. 361-362. ( Bu atasözü Altınordu, Kazak ve Özbek Türkçelerinde de bulunmaktadır )
[2] Eralp, T. N. (1993). Tarih boyunca Türk toplumunda silâh kavramı ve osmanlı imparatorluğunda kullanılan silâhlar. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını,s.58.
[3] Berkli, Y. (2007). Mezar taşlarında görülen kılıç, Hançer, Ok-Yay ve Bayrak Motiflerinin Sembolik Anlamları. EKEV Akademi Dergisi, 11 (31), s. 69.
[4] Berkli, Y. (2007). Mezar taşlarında görülen kılıç, Hançer, Ok-Yay ve Bayrak Motiflerinin Sembolik Anlamları. EKEV Akademi Dergisi, 11 (31), s. 69.