Televizyona “Aptal Kutusu” diyenler ne kadar haklı.
Korona eve mahkûm ettiği için ister istemez zaman zaman televizyona bakıyorum…
Ne çok dizi var… Gençleri kaba kuvvete özendiren, evlilik dışı ilişkiyi ve ihaneti kutsayan, kötüleri idealize eden hayatın gerçeklerinden uzak diziler… Böyle dedim, ama düşünmeden de edemedim; hayatın gerçeğinden uzak olan, diziler mi? Ben miyim?
Çukur, Arıza, Ramo, Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz, Maraşlı gibi mafya dizlerinde her hafta yüzlerce insan katlediliyor. Faillerin hepsi sokakta elini kolunu sallayarak geziyor. Polisin dokunmadığı, uyuşturucu alıp satmanın normal bir iş gibi sunulduğu, insanları gözünü kırpmadan öldüren, kadına tahakküm eden maganda mafya reislerinin rol model olarak sunulduğu dizilerin izleyicilerden büyük ilgi gördüğü anlaşılıyor. Zira reyting sıralamalarında bu diziler genelde üst sıralardalar…
Zengin, villalarda köşklerde yaşayan, yoz ilişkilerin hâkim olduğu, herkesin birbirini boynuzladığı, hiç bir kutsalın kalmadığı, zengin olmak için her yolun mubah sayıldığı diziler. Yasak Elma, Sol Yanım, Baraj, Kefaret, Akrep… Aklıma gelenler bunlar. Bu tür dizilerin örneklerine farklı kanallarda rastlamak mümkün…
Tarihi kitaplardan, ana kaynaklarından öğrenemeyen tarihe aç bir toplum uzun süredir tarihi; tarihi tahrif eden, gerçeklerle bağdaşmayan, siyasi görüş aşılamaya yönelik tarihi dizilerden öğrenmeye çalışıyor. İşin ilginci, bu tarihi dizilerde anlatılanları da gerçek sanıyor…
Tüm bunlara ilaveten bir iki Hint dizisi… Ve küçük kanallarda büyük kanalların eski dizileri…
TRT’nin genel yayın politikasını tasvip etmesem de, tarihi dizileri ayrık tutarsak, ailece izlenebilir, yanlış mesajlar vermeyen diziler yalnızca TRT’de var diyebilirim… Masumlar Apartmanı, Benim Adım Melek, Gönül Dağı ve Tövbeler Olsun ailece izlenebilir diziler…
Televizyon haberlerinden gerçekleri öğrenirim, diyorsanız yanılırsınız… Tüm kanallar olayları bizimkiler ve karşıtları mantığı ile sunuyor. Bir tarafın ak dediğine diğer taraf kara; kara dediğine ak diyor… Bazı kanalları izlerseniz Türkiye dünyanın en mesut, en ileri, en kalkınmış ülkesi… Diğer tarafa bakarsanız, felaket geldi geliyor… Haberleri yalnızca bir kanaldan izlerseniz, haberlerden haberiniz olmaz… Haberlerin gerçek boyutlarını öğrenmek için iyi ki internet var. Televizyonlarda izlediğiniz haberleri, farklı internet siteleri ve yabancı medya ile karşılaştırarak belki doğruya ulaşabilirsiniz.
Tartışma programlarını ikiye ayırabiliriz. İlk grupta hep aynı kişilerden oluşan, katılımcıların birbirini dinlemediği sürekli bağrıştıkları tartışma programları… İkincisi grupta aynı görüşteki katılımcılardan oluşan farklı tek bir sese yer verilmeyen tartışma(!) programları… Ara sıra eşim seyrederken göz attığım kısa anlar dışında yaklaşık 15 yıldır tartışma programı izlemem. Niye izleyeyim; güne olaya, kişiye göre görüşleri değişen rüzgârgüllerini mi? Her zaman güçlünün yanında olan hacıyatmazları mı? Günün 4-5 saatini televizyon ekranlarında geçiren, çok ağır olan görevlerini ne zaman yaptıklarını anlayamadığım, bu kadar yoğunluk arasında yıllardır bir sayfa kitap okumadığından emin olduğum sözde aydınları mı? Kaldı ki ekranların daimi konukları arasında toplumun ortalama IQ’sünün üzerinde IQ’ye sahip katılımcı sayısının çok az olduğuna inanmamam da tartışma programlarını izlemememin başka bir nedeni.
Ve saçma sapan yarışmalar… Bir gösteri sihirbazı olduğunu düşündüğüm Acun Ilıcalı’nın insana hiçbir şey vermeyen, gösteri ağırlıklı yarışma programlarını insan ara sıra kafa dağıtmak için izleyebilir ama o yarışmaların bağımlısı olmak, olacak şey mi? Bilgi yarışmaları başka bir âlem. Çok basit soruları bilemeyen yarışmacılar özellikle mi seçiliyor diye düşünüyorum çoğu zaman. Ortalama televizyon izleyicisi; “omurilik sarımsağı”ndan bahseden doktorları, “1930’da Türkiye’nin başkenti”ni bilemeyenleri, “Fatih’ten önceki Padişah kimdir?” sorusunu cevaplayamayan Tarih öğretmenlerini görünce “ne salaklar var” diye düşünerek programın müdavimi mi oluyor? diye sormadan edemiyorum. Bu tür yarışmalarla ilgili gözlemim şu; katılımcılar bilgi düzeylerine göre elemeden geçirilmiyor, fiziki görünümlerine, enteresan davranışlarına ve kılık kıyafetlerine göre seçiliyor. Hatta öğrenimine, sosyal konumuna ve unvanına göre kültür düzeyi düşük olanlar özellikle seçiliyor. Amaç seyirciye “ben de boş değilmişim” dedirtmek. Yani önemli olan reyting hedefine ulaşalım. Bilgi yarışması deyince TRT’nin TRT olduğu zamanlardaki bilgi yarışmaları gelir aklıma. Çoğunu Bülent Osma-Safiye Osma ikilisi hazırlar, Bülent Özveren sunardı. Banko, Joker, Ben Bilirim… Joker’e ben de katıldığım için, yarışmacıların nasıl özenle seçildiğini çok iyi biliyorum… Ama yine de izlenecek birkaç yarışma programı var. Mesela; TRT’de “3’te 3 Tarih”, Tv2’de “Kelime Oyunu”, Tv 360’da “Ben Bilirim”. “Ben bilirim” aileyi -aile dedikse yalnızca iki kişi, eşim ve ben- ekran başında birleştirmeyi becerebilen tek program. Sırası gelmişken “3’te 3 Tarih” ile ilgili bir eleştirimi paylaşayım; yarışma hazırlanışı ve orijinal formatı ile televizyonların en kaliteli yarışma programlarından birisi olmasına karşılık, ilk sorular çok basit tutulduğu için, ister istemez “Kim Milyoner Olmak İster”i hatırlatıyor. Basit soruların bu çağırışımı karşısında, daha yarışmanın başında kanalı değiştiriyorsunuz.
Gündüz kuşağı ise rezalet; toplumdaki yoz ilişkileri normalleştiren, sunucularının adıyla bilinen programlar; hangi ünlü ne yaptı konulu magazin programları; gösterişi israfı özendiren, kazanmak için sık sık ayak oyunlarına başvurulan yemek programları; tüketimi teşvik eden, katılımcıların sürekli birbirini aşağıladığı moda programları. Bence gündüz programlarının topluma vereceği pek bir şey yok… Hatta götüreceği çok şey var… Bu programları izleyenlerin çoğu maalesef “ev kadınları” ve bu ev kadınlarının tamamına yakını da “anne”… Gelecek nesilleri yetiştirecek annelerimizin daha faydalı programlar izlemesi gerekmez mi? Daha doğrusu onlara daha kaliteli programlar sunulması gerekli değil mi?
Televizyon yayıncılığı konusunda görevli kamu kurumları, yayınlardaki bu yozlaşma konusunda ne yapıyorlar acaba? Hatırladığım kadarıyla TRT’nin 2012’de 14 kanalı vardı. Geçen dokuz senede bu sayı mutlaka artmıştır. Ama baktığınız zaman TRT Müzik ve TRT Avaz dışında işlevini tam olarak yerine getiren başka kanal yok. Hepimizin elektrik faturasının % 2’sini alan TRT’nin görevi, ideolojik yaklaşımla yayınlar yapmak, eş dostu kalkındırmak, Bilal Erdoğan’ın vakıflarını tanıtan programlar yapmak değil, 2954 sayılı Türkiye Radyo Televizyon Kanununun 9. Maddesinde gösterilen hedefler doğrultusunda Türk Milletine kaliteli programlar sunmak. TRT’nin; Kuruluş Kanununda “Atatürk ilke ve inkılaplarının kökleşmesine, Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmasını öngören milli hedeflerin gerçekleşmesine” “Atatürk Milliyetçiliğine dayanan demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti niteliklerinin korunmasına ve güçlendirilmesine” “Kamuoyunun Anayasa ilkeleri doğrultusunda serbestçe ve sağlıklı bir şekilde oluşmasına…” yardımcı olmak şeklinde belirtilen görevlerini yaptığını söylemek mümkün mü? Yayınlardan sorumlu düzenleyici kurum, yani RTÜK başka bir âlem. Haber veya tartışma programlarında sarf edilen çok sıradan muhalif cümleler nedeniyle, kanallar milyonlarca lira ceza kesen, kanalları kapatan RTÜK’ün; insanlara yoz bir ahlak anlayışı dayatan diziler, çarpık ilişkileri olağanlaştıran gündüz programları, tüketimi ve israfı teşvik eden yayınlar için bırakın para cezası vermeyi veya kanal kapatmayı, uyarıda bulunduğunu dahi hatırlamıyorum. Sigara ve içki reklamlarının televizyonlarda yayımlanması yasaklandı. Güzel de yapıldı. Ama kafamı kurcalayan bir soru var; kumar, sigaradan daha mı az zararlı? Son günlerde en fazla rastladığım reklamlar, şans oyunları reklamları. Şans oyunları ve şans oyunlarının serbestçe oynandığı internet sitelerinin reklamları. Milli Piyango’nun yeni sahibinin ilişkilerinin bu reklamlara göz yumulmasında payı olup olmadığını düşünüyorum epeydir.
Aptal kutusunu anlatacaktım. Biraz anlattık, ama sonunda hiç istemememe rağmen siyasi göndermeler yapmaya başladım. Kessem iyi olacak. Korona döneminde adliyelerde sürünmenin anlamı yok…
Özetle, canımın sıkıldığı zamanlarda stres dağıtmak dışında, televizyonun bana vereceği pek bir şey yok. Ama kitap öyle mi? “Kitap en iyi arkadaştır.” Biraz basmakalıp, biraz sıradan, biraz küflü bir cümle gibi geliyor. Ama doğru. Kitabın arkadaşlığı Veysel’in kara toprağı “sadık yar” görmesi gibi. Beğenmeyip bırakırsın, eline başka bir kitap alırsın yani aldatırsın; küsmez, suratını bile asmaz. Beğendiğin satırlarını çizersin, notlar alırsın, sayfalarını katlarsın, yıpratırsın yani değer vermezsin; kırılmaz. Cildini bozarsın, sayfalarını yırtarsın, yani saygısızca davranırsın; sen istemedikçe seni terk etmez. Kim demişse doğru demiş; kitap en iyi arkadaştır.
En iyisi kitaba sığınmak. En iyi arkadaşa…