Şu fâni ömrümde birkaç def’a Çanakkale Cephesi’ni görme tâlihine erdim. Ne vakit o mübârek toprak üzerinde olsam, ne vakit tâ uzaklardan görülen dev-âsâ Âbide’nin çatısı altına varsam, insanı uçuracak, alıp götürecek bir rüzgârla karşılaşmışımdır. Bu dediğim, sıradan bir yel değildir. Tedbîrli davranmayanı yere yıkacak bir rüzgârdan bahsediyorum. Çanakkale’de esen bu rüzgârı, iklîm bilgileri ve coğrâfî yapı ile îzâh edenlere, elbette hürmetimiz vardır. Bu kabîl açıklamaların doğruluğundan şüphe edilemez. Zîrâ, ilim akıl işidir ve akıl, Allâh’ın insan nesline ihsân ettiği yüce bir nîmettir.
Bendeniz, büyük şâir ve Oğuz Kocası Fuzûlî’nin yolundan gitmeyi şiâr edinmiş bir kemter kul olduğumdan, onun şu beyitini her dâim tekrarlamışımdır:
“Aşk imiş her ne vâr Âlem’de
İlim bir kıyl ü kaal imiş ancak”
Fuzûlî merhûmun burada kasdettiği “aşk”, karşı cinse duyulan alâkanın çok ötesinde bir kul görünüşüdür. Yine Fuzûlî, bu hakîkati, kavuştuğu Leylâ’nın yüzüne bakmayan Mecnûn’dan aldığı ilhâmla kendine şöyle söyletir:
“Mende Mecnûn’dan füzûn âşıklık istidâdı var
Âşık-ı sâdık menem Mecnûn’un ancak âdı var”
Fuzûlî’deki aşkın, Hakk’a, hakîkate ve Hâlık’a bağlanmak olduğunu söylemeye, herhâlde hâcet yoktur. Buna da ilim diyenler vardır, ammâ öteki bildik ve tanıdık ilimlerden ayırmak için adını “ilm-i bâtın” veyâ “ilm-i ledünn”koymuşlardır. Bir başka gönül eri, Koca Yûnus ise, bahsi geçen aşkı, doğrudan vatan sevgisine bağlamıştır:
“Düşd’önüme hubbü’l-vatan
Gidem ey dost deyü deyü”
İşte, Çanakkale’de esen o alıp götürücü rüzgâr, Fuzûlî’nin sînesinde hissettiği, Yûnus’un kendine mihmândâr edindiği aşk yelidir. Vatan, sevgililerin sevgilisi azîz bir mekândır. O mekâna duyulan aşkı ifâde eden sözler, Fuzûlî ve Yûnus misilli yüce gönüllerden ilhâm alıp beslenmiştir ve gücünün, kudretinin kaynağı, Çanakkale’de temsîl edilen mukaddesâtımızdır. Bu sözleri, ancak ve ancak, Çanakkale’deki Şehîdler Âbidesi’nin çatısı altında esen rüzgâr ifâde edebilir. Zîrâ, Çanakkale toprağında yatan şühedânın vatan aşkı şiirlerin, destânların, türkülerin, marşların dile getiremeyeceği kadar büyük ve insan tâkatinin üstündedir.
Demeye çalıştığım sebeblerden ötürü, Çanakkale’nin semt ve yer isimleri, Türk milletinin hâfızasında hep kudsî mevkilerde görülmüştür. İstiklâl şâirimiz Mehmed Âkif de, Yûnus ve Fuzûlî’den aldığı derin ilhâmlarla, Çanakkale’yi Hazret-i Peygamber’in ilk gazâ mekânı olan Bedir Kuyusu mahâlline benzetmiştir:
“Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhîdi
Bedr’in arslanları ancak bu kadar şânlı idi
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
Gömelim gel seni târîhe desem sığmazsın”
Yûnus Emre, Fuzûlî ve nihâyet Mehmed Âkif’in şehâdetiyle sâbittir ki, Çanakkale’de esen rüzgâr, coğrâfî şartların îcâbı görülen bir yel değildir. O rüzgâr, târîhin sesi ve Türk’ün vatan aşkının hiç dinmeyen şiiridir. Allâh, o rüzgârı Çanakkale’den hiç eksik eylemesin…