Gerçeklere mi Yoksa Geçmişe mi Uyacağız?…

İnsanlığın belki de en önemli yaşam sorunu, gerçeklere mi yoksa geçmişe mi uyacağı  sorunudur. Mutlak anlamda hakikat, Allah’ın değişmez kanunlarıdır. Yani hakikat Allah’ın yaratma kanunlarıdır. Bu nedenle din, Allah’ın kanunlarını bilmek ve onlara göre yaşamı kurmaktan ibarettir.

İbn Arabi “Varoluştaki varlıklar, Allah’ın tükenmez kelimeleridir. Onlar “kün” sözünden meydana gelmişlerdir. Ve “kün” Allah’ın kelimeleridir. diye açıklamıştır. Varoluş ilahi düzen olarak fiillerden oluşmaktadır.

Rahman 29: “Allah her an yaratma halindedir.” Ve 30/27: “Yaratmaya başlayan, sonra onu yeniden yaratan O’dur.” Bu bağlamda Allah her an sürekli herşeyi yeniden, yenileyerek yaratmaktadır.

Mutlak ilahi düzen böyle  yenilik ve yenilenme üzere gerçekleşmekte iken insanoğlu ise buna karşı adımlar atmaktadır. İnsanlığın tüm sorunları hep bu ilahi düzenle uyum içinde olmaması yüzündendir.

Sorun insan zihninde, doğru düşünememesi ve doğru davranmamasıdır. İnsan zihni, geçmişi ve içinde bulunduğu zamanı bilebilecek durumdadır. Geleceği bilemez. Çünkü geleceği Allah daha yaratmamıştır. Dünü, geçmişi bilmek gerçekten zordur. Geçmiş tarihtir. Tarih ise gerçekte olup bitmiş olanlardan farklı bir kateogoridir.  İnsanın zihni hep bu geçmişe takılı kalması ve bir türlü günümüze gelememesidir. Özellikle inanç alanında bu sorun çok yoğundur. İnanç alanı sorunlu olunca diğer alanlarda sorunlu oluyor.

Geçmişe takılı kalmak, yani anakronizm bir akıl tutulmasıdır,  zamanı şaşırmak, zamanda yürümesi gereken insanın patinaj yapmasıdır. Bize göre hayat zamanda yürümektir. İlim ise zamanı okumaktır. Zaman, Allah’ın “ dehr” isminin tecellisidir. Hz. Muhammed”  Zamana sövmeyin, zira zaman Allah’tır. Allah’a uyun” demiştir. Beşeri hayatta “gericilik” , “ilericillik” kavramları da bu durumları ifade eder. Kur’an insanlara Allah’ı tanıtırken, O’nun fiilleri olan yaratma kanunlarını da açıklar ki doğru düşünce ve eylem ancak bu değişemz kanunlara dayanarak yapılanlardır. İlahi varoluş bu minval üzere iken varoluş daima ileriye doğrudur. Geçmişe yönelik tutumlar yani gericilik ne oluyor? Gerici tutum ilahi düzene karşı duruştur. Hayat ileri doğru yaşanır. Her an yeni bir andır. Hz. Mevlana bu varoluş gerçeğine şu sözlerle değinmiştir.” Dün dünle gitti cancağızım. Bu gün yeni şeyler söylemek lazım” diye.

İslam, hakikati temsil eden bir anlam içeriğine haizdir, dinamik bir varoluşu imler. İnsanı yaratan Allah, ona nasıl yaşayacağının bilgilerini de vermektedir.

İsra 9: “Gerçek şu ki, en doğru yola (yaşama yoluna) Kur’an iletir.”

Furkan 31: “Yol gösterici olarak Rabbin yeter.”  Şu kadar var ki, davranışlarımıza yön veren inançlarımızdır. Ve inanç bilgileri Kur’an’ın içeriğidir. Allah, insanlara varlığın işleyiş kanunlarına göre yol göstermektedir. Ve Kur’an ezeli ve ebedi değişmez ilkeler ışığında yürünmesini öğütler. Kur’an’ın hiç bir ayeti geçici gerçekliği değil, değişmez ebedi gerçekliği ifade eder. Her zaman ve mekanda yaşayanlar bu ilkelere göre kendi yaşamlarını kuracaklardır. Şu kadar ki değişmez olan dini ilkeler her zaman ve mekanda yeniden yorumlanarak yaşanacaktır. Bir hadis de bu gerçeklik vurgulanır: “Zamanın değişmesiyle ahkam tebeddül eder.”

Bizim görüşümüz de şöyledir. Tarihsel, toplumsal olanlarla; evrensel, insani, ahlaki, dini olanları birbirinden ayırmak zorunludur. İlahi sözlerle, yaşanmış, bitmiş söz ve fiilleri, beşeri tecrübeleri din olarak kabul etmek yanlıştır. Tarihsel olan bitmiştir, onlar dünün gerçekleridir. Bunların adı “ mazi” dir. Mazi, atiye cevap veremez. Eskinin üzerine bir şey inşaa edilemez. Kur’an her devirde toplumun ihtiyaçlarına uygun düzenlemeler yapılabilmesi için ahlaki ilkeleri önerir. Değişmez olanlar ahlaki ilkelerdir. Bu konuda ciddi sözleri olan Değerli Hüseyin Atay “Cehaletin Tahsili” adlı eserinde şöyle söylemiştir: “İslam dünyasında karşı karşıya gelen iki tür düşünce ve faaliyet ortaya çıkıyor. Birinciler, geçmişte hiç birşey değiştirmeden, ona göre  yaşamayı din sayanlar; diğerleri de içinde bulunduğu çağın yaşam şartlarına uyarak yaşamayı zorunlu görenler. İki tarafta gücünü ters yönde kulanıyor.” Ve Atay konunun can alıcı noktasında da şöyle söylüyor: “Yeni bir konuyu eskiler gibi anlamak eskilerin anlayışlarının devamı olur. Eskiyi yeniye göre anlamak lazım ki, eskinin yanlışlığı anlaşılsın.” Yukarıda söyleneneler bağlamında diyebiliriz ki mutlak hakikatlar değişmez ve ilahidir. Tarihi yaşanmış gerçeklikler beşeridir. Bugünkü insanlar akıllarını değil hafızalarını kullanıyorlar. Yani çıkış yolunu çıkmaz sokakta arıyorlar. Bu nedenle tam bir “ seyyiat” içindeler. İdraklerı tam bir zincire vurulmuş gibi, zihinleri kaymış ve saplantılı hal almış,sürekli geçmişten referanslarla konuşuyorlar. Geçmişi yüceltiyorlar, idealize ediyorlar.

Son olarak yapılacak şey ise çok açıktır. Ortaçağ dindarlığından yeni çağ dindarlığına terfi etmektir. Ortaçağ teolojlernden yeniçağ teolojlerine geçmektir. Böylece zamana uygun yeni kültürde İslam da kendini  yeniden ifade edecektir. İnsan zamana direnemez. Zamana direnenler taklit zindanlarından çıkamaz. GEÇMİŞE, GELENEKLERE DEĞİL GERÇEKLERE GÖRE YAŞAMAK ZORUNLUDUR..

Yazar
Ömer AĞAÇLI

Aksaray doğumlu, Ankara Devlet Mühendislik Akademisi İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunu. Daha sonra işletme masteri yaptı. Kamu da çalıştı... Emlak Kredi Bankası’nda mühendislik, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde imar başkanlı... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen