Yaş 65’in üzerinde olduğu için bir yıla yaklaşan yalnızlığın ıstırabını hafifletmek için, günlük yürüyüş güzergâhımı belirlerken şehrin ana bulvarlarına öncelik veriyorum. Geçen gün şehrin ana bulvarlarında yürürken “ …..Evim”, “…Ev” vb isimler taşıyan 7-8 işyeri gördüm. Bayağı büyük gösterişli işyerleri açmışlar. Banka şubeleri görünümünde. İçlerinde 10-15 kişi çalıştıranlar var. Birkaçının ismini duymuştum. Kabaca faizsiz (?) ev ve araç sahibi olmak için geliştirilmiş bir uygulama olduğunu biliyordum. Ama nasıl çalıştıklarını bilmiyordum. Bu kadar çoğalmaları ve büyük bir sektöre dönüşmeleri ürküttü doğrusu…
İnternette küçük bir inceleme yapınca; faizsiz (?) ev ve araç sahibi yapma iddiasında olan 17 farklı kuruluş olduğunu tespit ettim. İçlerinde 20 yıldır piyasada olan da var, 3-5 ay önce kurulmuş olan da. İnternette bu konuda araştırma yaptım ya; interneti açar açmaz bu firmalardan birkaçının reklamı gözükmeye başladı. Birkaçı da telefonla aradı. İnternetin nasıl en önemli reklam-tanıtım aracı haline dönüştüğüne bir kez daha şahit oldum…
Bu firmaların kuruluşu herhangi bir yasaya dayanmıyor. Firmaların çalışma tarzları birbirine çok benziyor. Üç dört farklı yöntemle çalışıyorlar. Faiz yok ama %7 ile %12 arasında komisyon veya organizasyon ücreti alınıyor. Paranız ev almaya yeterli olana kadar parayı firmaya yatırıyorsunuz. Eğer vazgeçerseniz yalnızca yatırdığınız para iade ediliyor. Çekiliş sırana bağlı olarak almak istediğin evin fiyatının sürekli artması, enflasyon nedeniyle kurum tarafından verilen tutarın değer kaybetmesi, satın almak istediğin eve taşınma süresinin uzun olması gibi ciddi problemler var. Firma aracı olduğu konut, araba ya da gayrimenkule ipotek koyarak kendi alacağını garanti altına alıyor. Ama katılımcıların alacaklarının herhangi bir garantisi yok. Sistemden çıkmak isterseniz birikmiş paranız 6-7 ay sonra iade ediliyor. Ama komisyon veya organizasyon ücreti adı altında alınan yüzde ile hesaplanan –ve faiz olmayan (!)- ücretin iadesi söz konusu değil. Her ne kadar 6-7 ay sonra iade edileceği söylense de internetteki çeşitli şikâyet sitelerine intikal eden başvurulardan anlıyoruz ki, sistemden ayrılmasının üzerinden bir yılı geçmesine rağmen parasını alamayan katılımcılar var. Bu firmalar hakkında katılımcıların yaptığı şikâyetler arasında ilk sırayı girişte yeterli bilgilendirme yapılmaması nedeniyle sonradan anlaşmazlıkların olması… Örneğin, yıllarca para yatırdıktan sonra, ev alacakları zaman ipotek konulacak tapunun hisseli olduğu gerekçesiyle, teminat olarak gösterdikleri tapuları kabul edilmeyen ve ödedikleri parayı herhangi bir getirisi olmadan geri almak zorunda kalan katılımcıların şikâyetleri yürek sızlatan cinsten.
Uygulamanın yasal bir güvencesi olmaması, bana 1990’ların Kombassan, Yimpaş, Endüstri Holding gibi “İslami” holdinglerin neden olduğu faciaları “İhlas Holding” gibi “İslami Bankacılık” uygulamalarına servetlerini kaptıranları, 2000’lerin başındaki Jet Fadıl vakasını ve son yıllarda patlak veren “Çiftlikbank” vurgununu hatırlattı. Bu olayların mağdurlarının iki ortak özellikleri vardı. “Müslümanım” diyene güvenmeleri ve günah olan faizden kaçınmaları.
Klasik ekonomi anlayışında dört temel üretim faktörü vardır; Toprak (Doğal Kaynaklar), Emek, Sermaye, Girişimci… Toprağın üretimden aldığı pay rant veya kira olarak tanımlanır. Emeğin karşılığı ücrettir. Girişimcinin üretimden aldığı pay kârdır. Klasik kapitalist ekonomi anlayışına göre üretimin olması için tasarruf sahibinin birikimi olan sermayeye ihtiyaç vardır. Sermaye sahibinin bu birikimi karşılığı alacağı bedele de “faiz” denir.
Toprak, girişim ve emek gelirini helal kılan dinimiz faizi günah olarak kabul etmiştir. Kuran-ı kerimin pek çok ayetinde (Bakara/275,276, 278,279, Âl-i İmran 130, Nisâ 161, Rum/39) faizin haram olduğuna dair hükümler yer almaktadır.
Paranın ekonomik hayatta o kadar belirleyici olmadığı, alışverişin büyük ölçüde mübadele ile gerçekleştiği dönemde faiz yasağının uygulanmasında bir güçlük yaşanmasa da, ekonomide değişim aracı para ve para hükmündeki değerler olmaya başlayınca, İslam dünyasında faiz yasağını aşmak için, hileyi şeriyelere başvurulmak zorunda kalınmıştır. Yani faize İslami maske takılmıştır.
Osmanlı iktisadının temelleri İslam hukukundan destek buluyordu, ancak günlük ihtiyaçların değişmesiyle katı bulunan kurallar esnetilmeye başlandı. Sistem faize karşıydı ama uygulamada faiz işliyordu. Ekonomik gereklilikler, kişilerin nakit ihtiyacını karşılayabilmek için “muamele satışı” , “para vakıfları” gibi maskeli faiz uygulamalarını hayata geçirmeyi zorunlu kıldı.
Ama zamanla iç tasarruf, gerek devletin gerekse işadamlarının nakit ihtiyaçlarını karşılamada son derece yetersiz kalınca, yabancı sermayeye ihtiyaç duyuldu. Yüksek faizlerle borç verenler çoğu yerde “tefeci” olarak tepki görürken, bu iş Osmanlı Devleti’nde “sarraflık” olarak meşrulaştırıldı ve resmiyet kazandı. Başlangıçta devlet adamları ve saray kadınlarıyla olan bireysel kredi ve borç alışverişi daha sonraları devlet bazında büyük borç alışverişlerine dönüştü. Dünya piyasasında bulunan paraları tanıyabilen bu sarraflar için, faiz karşılığında borç vermek kadar para değiş-tokuşu da önemli ölçüde kazanç kapısı oldu. Galata sarraflarının adı zamanla Galata Bankerine dönüştü. 1848’de Galata Bankerlerinden J. Allen ve T. Baltazzi, Osmanlı’ya borç vermek için, Osmanlı’nın himayesinde, İstanbul Bankası’nı (Banque de Constantiople) kurdular. 1855’te merkezi Londra’da Ottoman Bank’ı kuruldu. 1863’te, adı Osmanlı, kendisi yabancı, Osmanlı Bankası kuruldu. Dolayısıyla faizli yaşam “Halifenin Ülkesinde” bir hayat gerçeğine dönüştü.
Cumhuriyetin ilanından sonra, yabancı bankaların ekonomideki rolü azaldı. Kamu bankaları kuruldu.
Ancak faizi günah bilen muhafazakâr çoğunluk, bankalardan uzak durdu. Başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere din adamlarının “Altın ve döviz tasarrufunun caiz olduğu” yolundaki fetvaları doğrultusunda, altın ve döviz tasarrufuna yöneldi, bunları bankalar sistemine sokmayarak yastık altında muhafazaya yöneldi. Dolayısıyla “faiz korkusu” çok ciddi boyutta bir birikimin ekonomiye katkı vermemesine neden oldu.
Bu birikimlerin ekonomiye kazandırılması için zaman içerisinde bazı girişimler oldu. Yurtdışında çalışan işçilerin birikimleri ile ciddi yatırımlar yapıldı. Bunların kontrolü için DESİYAB (Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası) kuruldu. Ama zamanla iyi yönetilmemesi, yönetenlerin kötü niyetleri gibi nedenlerle bu işçi şirketleri ya battı., ya da yerel zenginlerin eline geçti.
1980’li yıllarda başta Konya olmak üzere, çeşitli Anadolu kentlerinde, bazılarının “Anadolu Kaplanları”, bazılarının “İslami Sermaye” veya “Yeşil Sermaye” olarak tanımladıkları şirketler, holdingler kuruldu. Başlangıçta, “ülke ekonomisine katkıda bulunma, Anadolu’ya yatırım yapma, istihdam yaratma” gibi son derece iyi niyetli düşüncelerle ortaya çıkan girişimcilerle, parasını “faizsiz” değerlendirmek, “günaha girmeden para kazanmak” ve parasına maksimum kâr sağlamak amacıyla onlara para/sermaye sağlayan kişilerin birlikteliğiyle oluşan holdinglerde, zamanla her iki kesimi zor duruma düşüren ve yatırımcıları mağdur eden bir tecrübe yaşandı. Ülke ardı ardına “Holding” batışları yaşadı. Faiz korkusu ve yüksek getiri umuduyla bu holdinglere para yatıran ve sayıları sekiz yüz bini bulan Müslümanın birikimi yok oldu. Yaşanan bu ekonomik olumsuz tecrübe, dindar insanların ekonomik alandaki güven sorununu bir kez daha ortaya çıkardı.
1990’lı yıllarda yasal mevzuatı oluşturulmadan ardı ardına “Faizsiz Bankacılık” kurumları oluştu. Bunlardan İhlas Finans battı (?) ve birikimlerini faizsiz (?) olarak değerlendirmek isteyen tam 88 bin mudi paralarını geri alamadılar… Katılım Bankacılığı mevzuatının düzenlenmesi, en azından bu konuda bir daha bu çapta bir mağduriyet yaşanmayacağının müjdecisi oldu.
Ardından, Jet Fadıl rezaleti. Son olarak da Çiftlik Bank’ın yetmiş bin kişiye ulaştığı ifade eden mağdurları…
Bu süreçte Diyanet ve kendini fetva mevkiinde gören bazı din adamları, faiz konusunda çoğu zaman birbiriyle çelişen fetvalar verdiler. “Enflasyonun altındaki faiz caizdir”, “Katılım bankacılığının verdiği kar payı faiz değildir” “TOKİ’den ev almak dışında ev alma şansı olmayanların, TOKİ’den ev almak amacıyla devlet bankasından kredi çekmeleri caizdir.”… Dediler. Hatta bir din adamı “Ev almamak için faizle kredi almak haramdır. Ancak …. Abinin (Faizsiz ev alımına aracılık ettiğini ifade eden firmalardan birisinin sahibinin ismini veriyor) size sunduğu bir imkân var ki helaldir. …. Evim’den ev alırsanız haram değildir” diye buram buram reklam kokan vaazler verdi. Ve o vaazın videosu firmanın da gayretiyle yüzbinlerce kişiye ulaştı. Yani fetvalarla faize maske takma eylemine katkı verilmeye devam edildi.
Umarım ki; bir yasal dayanağı olmayan, devlet tarafından gerektiği gibi denetlenmeyen, büyük çoğunluğunun iyi niyetle kurulduğuna inandığım, “Faizsiz (?) ev ve araç sahibi yapan” kuruluşlarla ilgili yasal düzenleme biran önce hayata geçirilir de; ardı ardına batan “Holdingler” gibi yeni bir mağduriyete neden olunmaz. Ve yüzbinlerce mütedeyyin Müslümanın “Faizsiz (?) ev sahibi olma hayalleri” bir kâbusla sonlanmaz…
Fazlı KÖKSAL