İnsanlık son iki yüz yıldır baş döndürücü bir hızla önemli değişim yaşamaktadır. Tarım toplumundan sanayi toplumuna ve bilgi toplumuna geçişin etkileri hayatın hemen her alanında görülmektedir. Bu değişimin coğrafyalara ülkelere, milletlere ve çeşitli etnisitelere göre farklılık gösterdiği bir gerçeklik olsa da gelişim ve değişimin bütün toplumları etkisi altına aldığı aşikârdır. Sosyal ve görsel medyaya yansıyan görüntülerden, örneğin çok az bir gelir ile adeta boğaz tokluğuna çalışan, evinde gündelik ihtiyaçlarını karşılayacak alet edevatı bile olmayan bir insanın çatısında uydu anteni olması, elinde dijital akıllı bir telefonunun bulunması artık normal kabul ediliyor. Dijital ve sanal platformlardaki gelişmeler hayatın vazgeçilmezleri arasına girdi. Bunlara karşı duranlar, çoğu kez protest, marjinal kişilikler konumuna düştüler. Yaşı elliyi geçenler görsel medyadaki 80’li 90’lı yılları hasretle izlerken yeni yetişen gençler bu yıllarda yaşanan hayatı tasavvur bile etmek istemiyor. Onlar için akıllı telefonsuz bir hayat zindandan öte bir anlam içermiyor.
Bu değişim, değer anlayışımızın ve değerler sistemimizin de değişimini beraberinde getirmiş, özellikle nesiller arasında yaşanan erozyon artık kapatılamayacak şekilde uçurumlara dönüşmüştür. Konumuz bakımından bu değişimin iki boyutu söz konusudur. Birincisi, sanayi devrimiyle birlikte Batı’da hâkim olan kapitalist sistemin kişiyi obje haline getiren insan anlayışı. Buna göre insan “homoeconomicus”dur. Yani kişi rantına, gelirine, kârına kısaca parasına göre değerlendirilir ve ekonomiye katkısı ölçüsünde değer verilir. 19. yüzyılın sonlarında sanayi toplumunda oluşan sınıfsal yapıların yönetimi önce “personel işleri” altında yapılandırılmış ancak zamanla bu adlandırma “insan kaynakları”na dönüşmüştür. (Hazıroğlu: 2019) Bu adlandırma insanın objeye dönüştürülmesinin açık ifadesidir. Kapitalist algıda sermaye sahibi zenginler ve şirketler için diğer insanlar kendilerinin hizmetine sunulan getirim vasıtaları olarak görür. Çünkü “ben” merkezli yapılar Makyevelist bir anlayışla bütün çevre gibi insanları da kendi kullanıma sunulmuş varlıklar olarak görmekte, kendi rantları için onları sonuna kadar kullanmak ve tüketmekten kaçınmamaktadırlar.
Konumuzla ilgili ikinci boyut ise esasen birinciyle bağlantılı olarak bu olgunun daha ötesine gitmektedir. Obje olarak kabul edilen insan son yirmili yıllarda geliştirilen dijital teknoloji kaynaklı sanal dünyada, sosyal medyada ticari bir meta’ haline getirilmiştir. Bunun en somut ifadesi “sosyal medya kullanıcısı” kavramıdır. Kavramdaki “kullanıcı” vurgusunun yer aldığı bir başka alanın “uyuşturucu kullanıcısı” olduğunu dikkate aldığımızda konunun vahameti daha açık hale gelmektedir. Yeni nesil dijital ve sanal ortamda kendine yeni bir dünya kurup oralarda sosyalleştiğini zannederken kim bilir hangi subliminal telkine maruz kalıyor, hangi reklamın parçası oluyor, kime veya kimlere sunuluyor? (Sosyal Dilemma, 2020). Nitekim sosyal ve görsel medyayı kontrol edenlerin planladıkları algı operasyonlarıyla insanları istedikleri amaç uğruna kullandıkları, kimi zaman kolayca eylemlere yönelterek birer aktiviste dönüştürebildikleri gözlemlenmektedir. Bazen insanlar kendilerini ilgilendirmeyen konularda bir şekilde taraf olup, tarafgirliğini fiili olarak göstermekten çekinmemektedir. Yakın tarihlerde örneklerini gördüğümüz şekilde toplu hareketlere dönüşen bu eylemlerin bazen önü alınmaz şekilde resmi otoriteleri zorladığı ve çoğu kere şiddet içerdiğini göz ardı etmemek gerekir.
Bu durum milli devlet otoritesinin güvenlikle ilgili endişelerini beraberinde getirerek sosyal ve görsel medyayla ilgili bir dizi hukuki düzenlemeler getirmeye dahası bu yapıyı da millileştirecek teknolojik hamleler yapmaya yöneltmektedir. Ancak ilgili gelişmeler takip edildiğinde Türkiye özelinde bu hususta ne kadar başarılı olunduğu tartışmaya açıktır.
Bütün bu olanlara rağmen “gençler, bu gerçekliğin ne kadar farkındalar?” sorusunu sormak gerekir. Zira onlar kafelerde bir araya geldiklerinde sadece telefonlarıyla yazışarak iletişim kurmakta, sözlü iletişim birkaç kelime ve emojiye kurban edilmektedir. Aynı masada oturanlar yüksek sesle konuşmak yerine en kısa dijital paylaşımlarla birbirlerine ulaşmayı tercih etmektedirler. Zira bu onların sanal ortamdaki popülaritelerini göstermenin en kolay yoludur.
Esasen kapitalist sistemin paradigması olarak hayatın temeline yerleştirilen “hak ve özgürlük” algısı, farkına varmadan insanları sanal ortamı yöneten ve yönlendirenlerin esiri etmektedir. Öte yandan bu “hak ve özgürlük” algısı kapitalist siteme uygun olarak güç odaklı bir savrukluğu da beraberinde getirmektedir. Gücü kadar hak sahibi olduğunu inananlar çoğu kere muhataplarının haklarını unutmakta, hoyratça bir bencillikle kendi haklarını sonuna kadar özgürce kullanabileceğini zannetmektedirler. (Semerci, 2005) Bunun tezahürü olarak gösterdikleri vandalist tavırlar, psiko-patolojik boyut bir tarafa üçüncü sayfa haberlerine konu olacak nahoş olaylara yol açmaktadır.
İşte bu noktada yeni nesli bütünüyle kaybetmeden onlarla iletişime geçip, onlara hayatı huzurlu ve mutlu yaşayabilecekleri değerleri hatırlatmamız ve öğretmemiz gerekiyor. Bu bağlamda tarihten gelen Ahilik tecrübesi bize bazı fırsatlar ve imkânlar sunmaktadır.
Zira Ahilik, insan merkezli bir örgütlenmelidir. İnsana hizmeti esas alan ve ona yararlı olmayı ilke edinen, diğerkâm bir yapılanmadır. Ahilik bunu kendi kültürel kodlarımızdan gelen dini ve ahlaki temeller üzerine inşa eder. Geleneğimizde var olan “halka hizmet Hakka hizmettir” anlayışının en güzel örneğini sergiler. Bir sosyal yapıda insan odaklı anlayışın varlığı, tabii olarak bireyler arasında karşılıklı sevgi ve saygının hâkimiyetini, bireylerin hak ve özgürlüklerinin gözetilmesini sağlayacaktır. Bir şirket veya işletmede yöneticilerin çalışanlarına, çalışanların birbirlerine saygılı olduğu, farklılıkların zenginlik olduğu bir ortamda, stres, mobbing vb. psikolojik sorunlar daha az yaşanacaktır (Kavi, 2015).
Ahilikteki insan odaklı anlayışın ilk tezahürü kişiye sorumluluk bilincinin öğretilmesidir. Bu sorumluluk bilinciyle kişi öncelikle kendini tanıyıp kendinin farkında olarak küçüklerine karşı sevgiyle davranmayı, büyüklerine karşı saygı göstermeyi, akranlarıyla hoş hasbihal etmeyi bilir. Kendi hak ve özgürlüklerinin diğer insanların hak ve özgürlüklerinin başladığı yerde bittiğinin farkındadır. Kendisine ve gücüne güvenerek başkasının hakkına tecavüz etmenin getireceği sorumluluğun bilincindedir. Örneğin, böyle bir sorumluluk bilincine sahip olan insan yaşadığımız olağanüstü şartlarda maske takmanın gerekliliğinin farkındadır. Çünkü taktığı maske sadece kendisini hastalıklardan korumakla kalmayacak diğer insanların da sağlıklı kalmasına katkı sağlayacaktır. Yine salgın hastalığa yakalanmış bir kişi, kendini karantinaya alarak diğer insanların kendisinden dolayı zarar görmelerini engelleyecektir. Örnekten da anlaşılacağı gibi bu sorumluluk bilinci esasen resmi otoritenin ve kolluk güçlerinin de işlerini hafifletecek, herkes üzerine düşeni yaptığında bu gibi bela ve musibetlerden görülecek zarar en asgariye düşecektir. Oysa zaman zaman çevremizden duyduklarımızdan veya medyaya yansıyan olaylardan çok vahim vakıaların yaşandığı anlaşılıyor.
Kendisini tanıyan ve sorumluluklarının farkında olan kişi dijital ortamda ve sanal âlemde sosyal medyayı kullanıyorsa bilinçli davranması gerekir. Sanal âlem bilinçli ve doğru kullanılırsa insanlığa bir fayda temin edebilir. Covid-19 sürecinde yaşadığımız uzaktan eğitim olgusuyla bunu somut olarak tecrübe etmekteyiz. Yoksa sonsuz bir bilgi denizinde bilgi kirliliğine yakalanmak, doğruyu yanlıştan ayıramamak, görünen bilgiyi test edememek gibi bir çıkmaza girilir. Kaldı ki günümüz Türkiye’sinde sanal âlem ve sosyal medya doğru bilgi üretmekten öte dedikodu amaçlı kullanılmakta, dijital ortamdaki beğenilen oyunların çoğu kişiyi hırsa, tamaha, hınca, öfkeye, şiddete yöneltmektedir. Öyle ki gençlik kimi zaman sanal ile gerçekliği birbirine karıştırıp magandalık ve vandalizme ulaşan şiddet travmalarına girebilmektedir.
Ahilikte insana öğretilen ve yüklenen bu sorumluluk bilinci, hayatın her alanında ve sürekli yaşanan bir eğitim sürecini de beraberinde getirmektedir. Fütüvvetnamelerde ahinin bilmesi ve uyması gereken 740 ahlaki hasletten bahsedilir. Bu hasletlerden görgü kuralları diyebileceğimiz 124 madde topluca zikredilir, diğerleri yeri geldikçe veya erkânda yer alan dua ve nasihat cümleleri arasına serpiştirilerek verilir. Günümüz insanlığını da modern hayatın getirdiği buhranlardan kurtarmanın yolu ciddi bir ahlâk eğitiminden geçer. İnsan eğitilen bir varlıktır; hiç kimse ahlâki erdemlerle donanmış olarak dünyaya gelmez. Beşikten mezara kadar hayatın her aşamasında hatta her anında ona karşılıksız sevgi, saygı, özveri, kanaat, şükür, sabır, paylaşma, yardımlaşma, fedakârlık ve feragat gibi yüksek ahlâki değerler hem bilgi hem de uygulamalı olarak gösterilmelidir. Çünkü insanoğlu bildiklerinin ve yaptıklarının yüzde seksenini başkalarından görerek, dinleyerek ve onları taklit ederek gerçekleştirir (Kaya, 2010). Nitekim Ahilikte dini ve ahlaki değerlerin eğitiminde soru-cevap, bir şahsiyeti örnek alma, yaparak ve göstererek öğretme, tedricen öğretme gibi yöntemler kullanılmıştır (Yeşil-Kart Arslanderen. 2020). Ahilerin öğrettiği bazı temel değerleri Seyyid Hüseyin’in (1955-1956) dilinden, şöyle sıralayabiliriz: “Sözünü bilip söylemek, vefa yolundan ayrılmamak, kerem göstermek, gökçek suretli olmak, tatlı dilli olmak, lütf ile ve iyilikle muamele etmek, dostluğu Allah için olmak, düşmanlığı Allah için olmak, kendine kötülük edene iyilik etmek, tevazu ehli olmak, tekebbür etmemek, ataya ve anaya izzet etmek, gıybeti terk etmek, sâlih olmak, komşulara iyilik etmek, ahde vefa etmek, kötülerden uzaklaşmak, dostlarıyla sohbette bulunmak, şefkat ehli olmak, dervişlere hor bakmayıp onları hoş tutmak, kimsenin malına tamah etmemek, sabır ehli olmak, şükür ehli olmak, daima halka faydası dokunmak, öfkesine hâkim olmak, suçluya rif’at ile muamele etmek, uzleti sevmek, sır saklamak, ayıp örtmek, sâlihleri hoş tutmak, dinini korumak, nerede olursa olsun Hakkı görmek, kimseyi incitmemek.”
Ayrıca eğitimini tamamlayıp mesleki ve ahlaki olgunluğa erişen usta/ahi adayının “cömert olması, gündelik ibadetlerini ihmal etmemesi, hayâ sahibi olması, dünyaya tamah etmemesi, helalinden kazanması, bilgi sahibi olması ve beyler kapısından uzak durması” (Burgâzî 1953-1954: 124-127) gerekir. Ahilikte cömertlik ilkesi başta zekât olmak üzere farklı infak formlarını içerir. Ahi kazancıyla hem ailesinin geçimini temin eder, hem de ihtiyaç sahiplerini görüp gözetir. Ahi toplumda, çalışıp kazanan, paylaşmayı bilen, fakirin, muhtacın, yetimin hakkını gözeten örnek bir şahsiyet olur. Ahi, mesleğin gerektirdiği bilgi birikimine sahip, kimseye dalkavukluk etmeden bileğinin hakkıyla işini yapan, helalinden kazanan ve dünya malına meyletmeyen, hayâ sahibi ve cömerttir. Bütün bu vasıflar dikkate alındığında Eflatun, Farabî vb. filozofların tasavvur ettiği mükemmel huzurlu toplum kendiliğinden oluşacağı aşikârdır. Gerçekten de cömert olan insan paylaşabilen insandır. Paylaşabilen insan ise ötekilerle bütünleşebilen ve herkesle barışık yaşayan insandır. Herkesle barışık olan insan ise huzurlu ve mutlu insandır.
Atalarımız tarihte bunu Ahilik örgütlenmesiyle başarmıştır. Bugün biz de yine Ahilikteki uygulamaları günümüze uyarlayarak bunu başarmak zorundayız. Nitekim MEB orta öğrenimde son yıllarda değer merkezli bir eğitim anlayışıyla oluşturulan müfredatı uygulama çabasındadır. Bazı eğitimciler değerler eğitiminin uygulanabilirliği konusunda çalışmalar yapmaktadır. Ahilik bağlamından örnek çalışmalar Kırşehir Ahi Evran Üniversitesinde Lisanüstü çalışmaları olarak yapılmıştır. (Aslanderen, 2016; Kart, 2017) Çalışmalarda özellikle Ahilik temelli model denemesine girişilip, farklı yöntemler ve bunların uygulama alanları tespit edilmiş, bugün örgün ve yaygın eğitimde yapılabilecekler öneriler halinde sunulmuştur. Ancak konunun dijital ortam ve sosyal medya kısmının eksik kaldığını belirtmek gerekir. İçinde bulunduğumuz yılda yaşadığımız tecrübelere binaen bizim bir şekilde gençlere ulaşabilmek için uzaktan eğitimin yanında yaygın eğitim sürecine uygun değer eğitimini gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bunun için her şeyden önce yerli ve milli sanal yazılımları üretinceye kadar mevcut sanal âlemde yeni nesillere öğretmememiz gereken dini, ahlaki ve milli değerlerimizle ilgili mottolar, spotlar, kısa videolar vb. gençlere ulaşacak yeni yöntem ve teknikleri üretmeli ve kullanmalıyız. Yoksa çocuklarımızın yabancılar tarafından yönetilen ve yönlendirilen dijital ortamlara kurban edileceği ve giderek bize yabancılaşan, kendimizin bile tanımakta zorlanacağı nesillerin geleceği kaçınılmazdır.
Prof.Dr. Mehmet Saffet Sarıkaya
SDÜ İlahiyat Fakültesi/ISPARTA
Kaynaklar
Aslanderen, Mustafa (2016): Esnaf ve Sanatkârların Ahilik Değerlerine Sahiplik Düzeylerinin Değerlendirilmesi (Kırşehir Örneği). Kırşehir: Ahi Evran Üniversitesi, Yüksek Lisans tezi
Burgâzî (1953-1954). Burgazi ve Fütüvvetnamesi, haz. Abdulbaki Gölpınarlı. İstanbul Üniversitesi İktisad Fakültesi Mecmuası, 15/1-4, 1953-1954.
Erken, Veysi (2008). Bir Sivil Örgütlenme Modeli Ahilik. Ankara: Berikan yayınları.
Gemici, Nurettin (2010). “Ahilikten Günümüze Meslek Eğitiminde Model Arayışı ve Sonuçları”, Değerler Eğitimi Dergisi, 8/19, (2010), 71-105.
Hazıroğlu, Temel (2019): “Modern Dünya Bağlamında İnsan Kaynakları Kavramının Eleştirisi ve İnsan Değerleri Fikrinin Doğuşu. Uluslararası İslam Ekonomisi ve Finansı Araştırmaları Dergisi, 2019/1: 93-115.
Kart, Mehmet (2017): Değerler Eğitiminde Bir Model Olarak Ahilik, Kırşehir: Ahi Evran Üniversitesi, Yüksek Lisans tezi.
Kavi, Ersin (2015): “Ahilik Kurumu Ve Günümüz Çalışma Yaşamındaki Psikolojik Sorunlara Yönelik Çözümler”, HAK-İŞ Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, 4/8 (2015/1), 102-117.
Kaya, Mahmut (2010). İslâm’da Kanaat Kültürü, Tüketim ve Değerler, ed. Recep Şentürk. İstanbul: İTO Yayınları, 67-71.
Kaya, Umut (2013). “Değerler Eğitiminde Bir Meslek Teşkilatı: Ahilik”, Değerler Eğitimi Dergisi, 11/26,(2013). 41-69.
Semerci, Bengi (2005): Özgür müyüz?
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/gunaydin/bsemerci/2005/07/30/ozgur_muyuz
Sosyal Dilemma, https://www.netflix.com/tr/title /81254224, ET: 9.9.2020.
Uçma, İsmet (2011). Bir Sosyal Siyaset Kurumu Olarak Ahilik. İstanbul: İşaret Yayınları.
Yeşil Rüştü-Kart Mehmet-Aslanderen Mustafa 2020, Ahilik ve Değerler Eğitimi Modeli ADEM, Konya: Çizgi Yayınları