Kitap İncelemesi: Ankara Yalnızlığı

Hayatın en gerçek, en acı, bazen de en güzel duygusudur yalnızlık…  Aslında hepimiz kalabalıklar içinde yalnızız… Yalnızlık duygusunu en yoğun yaşayan insanlardan birisiyim… Fiilen 37 yıl müfettişlik yaptığım için hayatımın büyük bölümünü yalnız geçirdim. Tanımadığım kentlerde, meslek gereği mesafeli durduğunuz insanlar arasında… Bazen telefon santral odalarına veya posta dağıtım odalarına atılan seyyar yataklarda, bazen misafirhane odalarda, son yıllarda da otel odalarında yaşanan yalnızlık hiç bırakmadı beni.

İster Hilton’da ister Bit Palas’ta olsun, uzun süre kalınca tüm otel odaları aynılaşır. Hüzün, yalnızlık, özlem… Varsa, asla seyretmeseniz de sesiyle size arkadaş olan televizyon. Yoksa radyodan gelen cızırtılı sesin arkadaşlığı.

Bulursanız çaya ve ayrılmaz arkadaşınız kitaba sığınırsınız… Bu yüzden olmalı; Peyami Safa’nın “Yalnızız” romanını çok severim… Simeranya hayaliyle yaşayan Samim’le özdeşleştiririm kendimi.

Ve şiir deyince de aklıma yalnızlık üzerine yazılmış şiirler gelir… Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Yalnızlığım”, Özdemir Asaf’ın “Yalnızlık Paylaşılmaz” ve  “Yalnızlık”,  Orhan Veli’nin “Yalnızlık”, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “Yalnızlığa Sone”, Necip Fazıl’ın “Yalnızlık”, Cahit Sıtkı’nın “Yalnızlığa Dair”,  Cahit Külebi’nin “Yalnızlık”, Sunay Akın’ın “Yalnızlık”, Yavuz Bülent Bakiler’in “Yalnızlık”, Dilaver Cebeci’nin “Yalnızlığa Övgü”…

Yalnız yaşamak kişisel hayatınızda da yalnızlığı bir hayat tarzı olarak seçmenize neden olur. Herkesin zorunlu yaşadığı yalnızlığı siz bir hayat tarzı olarak tercih edersiniz…

Emekli olunca yükseköğrenimimi yaptığım, onlarca yıldır yaşadığım Ankara’dan memleketimiz olan Kayseri’ye taşındık. Yalnızlıkla aram hoş olmasına rağmen, Kayseri’ye gelince sudan çıkmış balığa döndüm.  İstem dışı Kayseri yalnızlığında, kendi tercihim olan Ankara yalnızlığını özlemeye başladım. Kütüphanemdeki kitaplar arasında Sayın İhsan Kurt’un romanı “Ankara Yalnızlığı”nı görünce hemen okumaya başladım…

Başlangıçta sıkıcı bulduğum roman, okudukça beni sarmaya başladı. Her çevirdiğim sayfa, beni biraz daha kendine bağlıyordu… Hoşuma giden, etkilendiğim satırların altını çizmeme, kitap defterime notlar almama rağmen, İki günde 218 sayfalık kitabı bitirdim…

Kitabı kısa sürede bitirdiğimi gören ve beğenmediğim kitaplar üzerine başka kitaplar bitirdiğimi bilen eşim, “kitabı beğendin herhalde” dedi. “Evet” deyince, “Konusu ne?” diye sordu. “Ankara yalnızlığı” diye cevapladım ve ilave ettim; “bazı romanlar vardır, olay ağırlıklıdır kolay okunur, kolay anlatılır. Senaryo olmaya müsaittir. Bazı romanları anlatmak, özetini bir hap gibi sunmak zordur. Bu da o tür romanlardan. Anlatması zor, tadına ancak okuyarak varılır.”  deyince… Anlatmamak için geçiştirdiğimi sandı…  Oysa doğru söylüyordum…

“Ankara Yalnızlığı”nı sevdim. Sevmemin o kadar çok nedeni var ki…

Mesela kitap, roman olduğu kadar, denemeydi… Bence “deneme” en içten, okurla yazarı en fazla kaynaştıran kuralsız bir yazı türüdür… Ben “Ankara Yalnızlığı”nda “deneme” tadı aldım. Farklı zamanlarda yazılmış denemeler ustaca birleştirilerek romana dönüştürülmüş sanki… Tabii ki öyle değildir. Ama bende öyle bir his uyandırdı. Denemeyi sevdiğim için “Ankara Yalnızlığı”nı da sevdim…

Ankara Yalnızlığı’nı,  hayatımın çok büyük bir bölümünün geçtiği bir kentten uzakta ve o kenti en fazla özlediğim bir dönemde okuduğum için belki çok sevdim…

Romanda kendimden, devlet bürokrasisinde yaşadığım deneyimlerden çok şey bulduğum için sevmiş olabilirim… Kifayetsiz muhterislerin, yeteneksiz yöneticilerin, üretmeyen ve üretene de düşman torpilli bürokratların bir prototipi o kadar güzel tanımlanmış ki… “Remzi Tayyar Bey”in şahsında tanıdığım tüm olumsuz bürokratların bir bileşkesini gördüm… Ve onu zihnimde yarattığım olumsuz bürokrat tipi Fikri Karanlık’a o kadar benzettim ki…

Ankara Yalnızlığı’nı, Ankara’da herhangi bir kamu kuruluşunda rahatça görebileceğiniz olumlu ve olumsuz tipleri çok basit ve sıradan anlattığı için sevdim belki…

46 yıl yaşadığım Ankara’dan sonra, doğduğum, çocukluğum ve ilk gençliğimin geçtiği memleketim Kayseri’ye neden -yeniden- alışamadığımı, daha doğrusu Kayseri’de yaşadığım yalnızlığı çok güzel anlatan şu cümle için sevdim; 

“Şimdi anlıyorum ki bir şehir tabiatından, gezilecek görülecek yerlerinden önce orada tanıdığın, sevdiğin, duygularını düşüncelerini zenginleştirdiğin arkadaş, dost ve hatta sevgiliyle güzelleşiyor, tüm güzellikleriyle sarıyordu.”

Tüm bunların dışında; romanın ana karakterleri Tengiz ve Ecetan’ın isimleri farklı ve değişik gelmesi, Ecetan’ı çok sevdiğim, birlikte olmaktan sohbet etmekten zevk aldığım bir arkadaşıma benzetmem, Tengiz’in kitaplarla kurduğu duygusal bağ, ideolojik bir didaktikliğe girmeden, okuyucuyu bazı konuları düşünmeye zorlaması gibi faktörler kitabı sevmemde etkili olmuştur…

İhsan Kurt Türkçeye hâkim bir yazar. Sade ve akıcı bir dili var. Gereksiz kelime oyunlarına girmiyor… Bu da okumayı kolaylaştırıyor…

Ama şüphesiz beni en fazla etkileyen husus romanın; patlamadan bir saat önce geçtiğim Kumrular Sokak patlamasıyla başlayıp, kızlarımdan farksız olan sevgili Gizem’i de kaybettiğimiz 13 Mart 2016’de gerçekleşen o lanet Güvenpark patlamasıyla sona ermesi…

Evet “Ankara Yalnızlığı”nı ben sevdim…

Siz sever misiniz bilmem…

Kitapta, altını çizdiğim satırlardan bir iki örnek vererek noktalayayım yazıyı.

Bazı insanlar konuşmadıkları zamanlar daha güzel oluyorlardı galiba.

Beklemenin, beklemeyi bilememenin sessizliği ancak bu kadar dayanılmaz, bu kadar ağır olabilirdi.

Bir şey yapmadan, ne olursa olsun bir şey üretmeden yaşayan insan, gerçekten ‘insan’ kimliğini ne kadar koruyabilirdi.

Gördüğüm, hissettiğim hiç bir hataya boş veremiyorum.. Haksızlıklara, vurdumduymazlıklara da “beni ilgilendirmez” diyemiyorum. Şayet bir gün gördüğüm hataları ya da densizlikleri yerinde ve zamanında işaret etmeden evime dönersem o gün gece uyuyamıyorum.

Hatalarını görmemenin, görmezden gelmenin adı aşksa, kusura bakma ben böyle bir aşkın esiri olamam.

Ne aradığını bilemeyenlerin, ne bulacağını da bilemeyeceğini çok iyi bilenlerdenim.

Ölümü öldürmek mümkün olsa, ölümü öldüren katil olmaya ilk gönüllü ben olacaktım.

Saran, sarmalayan, sonunda aldığım nefesi boğmaya çalışan şüpheci, tedirgin, zehirli sarmaşıklar büyütüyorum.

Yemen Cephesine gidip de gelmeyenler için yakılan, söylenen bu türkünün bir yerinde “Zenginimiz bedel verir, askerimiz fakirdendir.” diyor, benim için elbette manidar bir aksaklığa işaret ediyordu. Ben nasıl ‘bedelli askerlik” yapmayı kabul edebilir, sonrada bu türküyü hiçbir şey olmamış gibi dinleyebilirdim.

 

Fazlı KÖKSAL

Yazar
Fazlı KÖKSAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen