-Beynimizi Medyaya Esir Etmemek İçin-
Ben okumayı dinlemeye ve seyretmeye tercih ettim hep.
Okumada da önceliğim de kitap olmuştur…
Kitaptan sonra da dergi… Cemil Meriç’in deyimiyle; “Hür düşüncenin kaleleri…”
Ama güncelden de kopamazsınız, gazete ve televizyonları da izlemek zorundasınızdır..
Eğer okumalarımız, izlemelerimiz tek merkezli, tek yönlü ise; bir süre sonra takip ettiğimiz gazetenin, televizyonun esiri oluruz. Takip ettiğimiz yayın kuruluşları nasıl düşünmemizi isterse öyle düşünürüz..
Çoğu zaman, düşüncemiz diye takdim ettiğimiz fikirler, kendi düşüncemiz değildir. Birkaç gün, hatta birkaç saat önce okuduğumuz yazılardan, yorumlardan beğendiklerimizi sahipleniriz… Ve kendi fikrimiz gibi satışa başlarız…
Sonuçta, medya beynimizi esir alır…
Onun için beynimizi özgür bırakmalı, Onu çeşitli kaynaklardan beslemeliyiz…
Ama beynimizin özgürce dolaşacağı, farklı seslere yer veren gazeteler, televizyonlar yok ki…
Gazetelerde birbirinin kopyası yazılar, üslup kaybolmuş, yazarlar aynılaşmış… Hatta manşetler aynı… 8-9 büyük (!) gazetenin aynı manşeti kullanması bile vaka-ı adiyeden oldu… Kimse de yadırgamıyor…
Televizyonlarda klonlanmış hissini veren, ayni şeyleri söyleyen konuşmacılar… Tartıştıklarını sanıyorsunuz, ama görüyorsunuz ki, papağan gibi aynı şeyleri tekrarlıyorlar…
Medyanın esaretine girmemek için; farklı ama orijinal görüşlerin yer aldığı siteleri takip etmekte fayda var…
Tabii ki kitaplar… Beynin, beslenmesi için gerekli olan en önemli –belki de tek- gıda…
Kitaplar ki, beynin çocukları.. Ve Scilus’un dediği gibi, kitaplıklar da aklın tedavi yerleri…
Ama orda da bir sorun var; kitap okuyan çok az… Okuyanlar da tek renk okurlar… Hatta o tek rengin tek tonunu…
Böyle olunca da okuyan beyin de özgürleşmiyor çoğu zaman. Hatta aksine şartlanıyor, yobazlaşıyor..
Vereceğim bir kaç örnekten de anlaşılacağı üzere durum, vahimdir;
Yıllarca “Sol”, Ötüken Yayınevi yayınlıyor diye Cemil Meriç’i,
Ülkücüler de Varlık Yayınevi yayınlıyor diye Cengiz Aytmatov’u okumadı…
Marksist İsmet ÖZEL, İslamcı olduğunu açıklayınca, “Sol” onu okumayı derhal terk etti, Türklüğe vurgu yapmaya başlayınca da İslamcılar…
MHP’nin 1994 Kongresinde Alparslan Türkeş, Nazım Hikmet’in “Dörtnala gelip uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim/ Bilekler kan içinde dişler kenetli ayaklar çıplak ve bir ipekli halıya benzeyen bu toprak bu cehennem, bu cennet bizim.” Şiirini okuyana kadar Nazım’ı, ülkücülerin büyük bölümü hiç okumamıştı… Ya da Nazım’ı olumsuz anlatan kitaplara alıntılanan “Makinalaşmak” gibi şiirlerini biliyorlardı. Oysa “Ağa Cami”den “Kuvayı Milliye Destanı”ndan milliyetçiyim diyenler neden rahatsız olsun ki… Şiirlerinde “Türklük”, “Atatürk”, “Bozkurt” kelimelerini en fazla kullanan şairlerimizden olan Fazıl Hüsnü Dağlarca “solcu” bilindiği için sağ onun şiirlerini okumamıştır…
Sosyal medyada solcu bilinen şairlerin, vatan-millet içerikli şiirlerini her paylaştığımda “Bu adamları düşman bellettiler bize” mealinde yorumlar yapılır sık sık…
Kayınpederim vefat ettiğinde kitaplığındaki “Sahih-i Buhari”, “Fi Zilalil Kuran” ve “İhyau Ulumi’d-Din” ciltlerini oğlu bir dini vâkıfa bağışlamak istemiş. Cevap çok ilginç; “Vakfımıza Said-i Nursi’nin eserleri dışındaki kitapları kabul etmiyoruz”
Tek yanlı okumalar, beynimize pranga vuruyor…
Gelin çözelim bu prangaları…
Okuyalım…
Bizden, sizden demeden… Her güzel kitabı okuyalım…
Ahmet Hamdi Tanpınar’ların, Yusuf Atılgan’ların, Bahattin Özkişi’lerin kıymeti ölümlerinden sonra anlaşılmasın…
Kitapları ayırmazsak, inanın; kahveler de, sokaklar da, kalpler de ayrılmaz…
Ve o zaman Millet oluruz…
Fazlı KÖKSAL