Zamanın getirdiği teknolojik rehavet insanoğlunun ruh dünyasını allak bullak etti. Adeta insanı kolaycılığın potasında eritti, kendine yabancı kıldı. İnsanı günübirlik telaşelerin girdabında ki bir gazel yaprağının iradesi dışındaki başıboşluğuna itti. İnsanı düşünemez, hayal kuramaz hale getirdi. Romantik tarafını törpüledi, dışladı.
Millî değerlerinden çağdaşlık adına kopmalar, sarsıntılar, zafiyetler meydana geldi.
Şiir maceramız asalet ve asli yetinden, zengin kültür hazinesinden, uzaklaşarak sonu meçhul bir mecraya sürüklendi. Böylesi bir ortamda ne bir Mevlana, ne bir Yunus, ne bir Fuzulî, ne bir Nabî, ne bir Nedim, ne bir Şeyh Galip, ne bir Yahya Kemal, ne bir Mehmet Akif, ne de bir Necip Fazıl, ne de Faruk Nafiz Çamlıbel çapında şair yetişmez, yetişemez. Çünkü o muhteşem devirlerin sanat anlayışını terk ettik. Batıda yeşeren akımların sığ sularında kulaç atmayı çağdaşlık adına en önemli bir görev olarak algıladık.
Bu zaman diliminde şair o kadar bol ki, sayısına bereket ve üstelik her şiir yazan üstat. Şiirle nesir arasındaki fark ortadan kalktı. Duygularını kâğıda döken herkes şairi bilinir oldu.
Şiiri zor ve asil bir sanat dalı olarak kabul etmeyenlerin ve şiiri ciddi bir iş olarak görmeyenlerin yazdıkları, uyuyan bir insanın sayıklamalarına benzer. Yapılan iş ne olursa olsun, ortaya konulanın bilinçli olarak üretilmesidir. Şiirde önemli olan söylenen değil, söylenenin nasıl söylendiğidir.
Yazmayı ve konuşmayı bilen herkes isterse şiir yazabilir ya da kendi çapında bir şeyler söyleyebilir; ama yazdıkları gerçekten şiir olur mu? Söylenilenin bir formu, bir derinliği ve etkileyiciliği yoksa ona şiir denebilir mi? Zamanımızda sanat adına çıkan dergilere baktığımızda, şiiri bir deşarj olma hali sayan insanlarla; dolu olduğu görülmektedir. Şiir yazmaya çalışan ama bilgi ve kültür eksikliğinden dolayı, şiiri düzyazıya yaklaştıran insanların yazıları ile karşılaşmaktayız. Bu da şiire gönül bağlayan insanların şiiri ne kadar anladığının göstergesidir. Şiir ses ve söyleyiş sanatıdır. Söyleyiş derken özgünlük demek istiyoruz. Yani iyi şair ele aldığı bir temayı herkesten farklı, kendine has bir üslupla ile ifade etmelidir. Ses sanatıdır derken şiirdeki müzikaliteyi, başka deyişle ahengi kastediyoruz. Şiirde ahenk unsurları; ölçü (aruz, hece), kafiye, redif, aliterasyon, asonans, ritim ve kelime tekrarlarıdır.
“Gerçek şiirin, asıl sanat eserinin kendi varlığından başka bir amacı yoktur. Kendisinde başlar, kendisinde biter. Bütün soyluluğu da buradan gelir”. der Valéry. Biz de diyoruz ki: Şiir, Sözün sihre dönüşmesidir. Şiir sezgidir. Şiir tebliğ değil telkindir, telmihtir. Şiir kalpten gelen duygu tufanının kelimeler halinde dilden dökülmesidir.
Farklar, farklar, farklar dağlar kadar farklar var klasik şiirimiz ile çağdaş şiir arasında. Klasik şiirdeki Söz sanatları, Estetik, musiki ve tenasüp harmanını bulmanın imkânı yok bugünkü şiirde. Divan şiirimizdeki okuyucuyu sarıp sarmalayan, güzellik ve letafeti, hayal vadilerinde kanatlandıran duygu atmosferini bugünün çağdaş şiirinde bulmak mümkün değil. Aramakta zaten abesle iştigal olur. Katılırsınız, katılmazsınız ben şiir anlayışım hakkındaki samimi duygularımı ifade edeceğim. Bugünkü çağdaş şiir anlayışını ikinci dünya savaşından sonra Fransa’da meydana çıkan Dadaizm akımının bizdeki yansıması olarak değerlendiriyorum.
Geçmişin değerlerini hor gören ve o değerlere karşı bir başkaldırı olarak yorumluyorum.
Kendi şiir ummanımızda yelken açmak yerine, o değerlerle yeni ufuklara doğru yol almak yerine batının sığ gölcüklerinde kürek çekmeye çabalamak hamakatı olarak görüyorum.
Bizim medeniyetimiz gönül medeniyeti, batının medeniyeti her şeyi maddeye bağlayan ve huzuru maddede arayan ruhsuz bir medeniyet. Öyle olduğunu bile bile kendimizi batının her şeyini taklit etme şuursuzluğu ile bir mecburiyet zincirine bent etmişiz düşünce ifademizi. Eskiyi reddederek çağdaş olmak yerine eskiye bağlı kalarak çağın söylemlerini terennüm etmek daha akıllıca olur gibi geliyor bana.
Şiirimiz maalesef medyanın elinde bir gösteri metaı hâline geldi. Şiir diye halka sunulan o artistik yazıları elinize alın ve şiir kıstaslarına göre bir silkeleyin ve eleyin elinizde şiir namına hiçbir şeyin kalmadığını esefle göreceksiniz. Bana göre garipçilerle başlayan Türk şiirindeki bozulma ve hece ölçüsüne hayır aruza hayır kuralsızlığa evet macerası gele gele bizi bu noktaya taşıdı. Cümleleri bir kâğıda alt alta dizmek şiir, yan yana sıralamak nesir olduğu bir anlayışın hükümranlığında Susmaktan başka bir alternatif kalmıyor bize desem acaba aczi yetin bir ifadesine sığınmak mı olur? Ama mutlak gerçekte maalesef budur.
İBRAHİM SAĞIR