Özet:
Okuyacağınız bu yazı dizisi Güneydoğu Asya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkileri siyâsî, ticârî, kültürel ve entelektüel boyutlarda incelemeyi hedeflemektedir. Güneydoğu Asya, uzun zamandır ticaret, din ve siyâsî bağlarla Hint Okyanusu boyunca daha geniş bir Dünyâ’ya ve özellikle İslâm inancının etkisiyle Ortadoğu’ya oradan Osmanlı pâyitahtı İstanbul’a bağlanmıştır. Endonezya, Malezya, Brunei, Singapur ve Tayland’ın güney kısımları ile Filipinler’i kapsayan Müslüman coğrafyasını oluşturan Güneydoğu Asya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkilere gösterilen ilgi ve bu konuda yapılan araştırmalar, parmakla sayılacak kadar azdır. Osmanlı arşivlerinden ulaştığımız bilgilere göre, ilk siyâsî ilişkiler 16. yüzyılda, baharat ticâretindeki hâkimiyeti eline geçirmek isteyen Portekizliler’e karşı savaşmak için, topçular ile silâh ustalarının Pâyitaht’tan Açe’ye gönderilmesi şeklinde başlamıştır. Güneydoğu Asyalı Müslümanlar, Hristiyan bir devletin sömürgesi olmaktansa, Osmanlı koruması altında olmayı istemişlerdir. Bu ilişkiler 16. ve 17. yüzyıllarda devâm etmiş, yardım talebi ile Pâyitaht’a elçiler gönderilmiştir. İlerleyen yüzyıllarda bu ilişki Hac yolu üzerinden devâm etmiştir. 1517’den yirminci yüzyılın başlarına kadar Osmanlı kontrolünde olan kutsal Hicaz’a düzenlenen Hac yolculuklarına ek olarak pek çok Maley’in buralarda eğitim görmeleri de kültürel bağların oluşmasına yol açmıştır. 19. yüzyılda Avrupa’nın sömürgeci yayılma politikası döneminde Maley devletleri bir kez daha yardım çağrısı için İstanbul’a elçi yolladılar. Bunu tâkib eden yıllarda, Birinci Dünyâ Savaşı sonrasında, Mustafa Kemâl Atatürk tarafından yürütülen Millî Mücâdele, Cumhuriyet Türkiyesi’nin ve Türk adının geniş etkileri, diplomatik zaferler ve inkılâplar, Güneydoğu Asya’da ve özellikle de aydınlar üzerinde büyük etki yapmıştır.
Burada okuyacağınız yazı dizisinde İstanbul ve Güneydoğu Asya arşivlerdeki belgelere dayanarak Osmanlı Türk Cihân Devleti ile Güneydoğu Asya arasındaki ilişkiler farklı yüzyıllarda politik, economik, dînî, kültürel ve entelektüel açıdan incelenmiştir.
Anadolu’dan Açe’ye
“Biliniz ki; Açe bölgesi ve bütün Sumatra Adası’nın sâkinleri olarak bizler, haşmetli Osmanlı Devleti’nin Sultânı Sultan Selîm Hân oğlu Sultan Süleyman Hân oğlu Sultan Selîm Hân (Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun)’ın saltanatından beri, nesillerdir şânlı Osmanlı Devleti’nin koruması altında bulunmaktayız. (Bu, Sultanlığın kayıtlarında mevcuttur.) Bu büyük ve uzun ada, her biri kendi geleneklerine göre sultan ve kral adını taşısalar da şanlı Osmanlı Devleti’ne bağlı yöneticilerden oluşmaktadır.”*
1850 yılında Açe Sultânı Mansûr Şâh tarafından Osmanlı Sultânı Abdülmecîd Hân’a gönderilen bu arîza,[1] Hollanda’nın Kuzey Sumatra’yı yeni yeni filizlenen kolonisine katma çabalarına karşı Açelilerin Osmanlı’dan yardım talebi çağrısının resmî bir belgesidir. Nitekim bu satırlar ile Açe Sultânı Mansur Şâh, Sultan Abdülmecîd Hân’dan bir zamanlar yapılmış olan bağlılık anlaşmasının yenilenmesini istemekte, Osmanlı hâkimiyetine girme talebinde bulunmaktadır. Bu yazılı belge Osmanlı’nın Güneydoğu Asya ile olan ilişkisinin boyutunu göstermesi açısından mühimdir.
Bu arîzaya ek olarak sunulan bir harita da (Figure 1.1)** dikkat çekicidir. Sumatra Adası ile etrâfındaki diğer adaları gösteren bu haritada Maley Yarımadası “Anadolu”; (Anadol) olarak gösterilmiştir. Figure 1.2 de aynı haritanın lâtin harfleriyle yazılmış şekli görülmektedir.
Resim 1
Resim 2
Mansûr Şâh’ın Sultan Abdülmecid Hân’a göndermiş olduğu bu belgeler, aslında 16. yüzyılda Açe’ye def’alarca yardım etmiş olan Türk Cihân Devleti’nin gücüne dayanmaktadır. Maley Yarımadası’nın haritada “Anadolu” olarak gösterilmesi, Osmanlı hâkimiyetine girme isteğinin boyutunun şâhididir. Bu belge mühimdir, ancak Mansûr Şâh’ın yardım talebi Peacock ve Annabel The Gallop’a göre hayâl ve gerçek arasında bir yerdedir. Bu belge bir zamanlar Türk Cihân Devleti’nden yardım almış olmaları gerçeğine dayansa da, artık 16. yüzyıl sona ermiş, Türk Cihân Devleti o eski ihtişâmını ve gücünü 19. yüzyılda kaybetmeye başlamıştır. Gerçekte yardım aldıkları zamanlar geçmişte kalmıştır. Nitekim 19. yüzyılda Baharat Yolu da artık önemini yitirmiştir. Bu belge İstanbul’a ulaştığında en acı gerçek ise, Osmanlı İmparatorluğu artık Avrupa’nın ekonomik üstünlüğüyle, iç huzursuzluklarla ve Balkanlar’da toprak kaybı ile uğraşmak zorunda bırakılmış o eski gösterişi de kalmamıştır. Diğer bir ifâde ile yardım çağrısı neredeyse bir hayâl idi denecek zamanlardı. Nitekim vaziyet vükelâ meclisinde tartışılır ve Osmanlı hâkimiyetine girme talebi araştırılmak üzere Yemen Vâlisi görevlendirilir. Bu bağlılığın bir nişânesi olarak bir kaç yıl sonra çıkan Kırım Savaşı sırasında Açe Sultân’ının Osmanlı Devleti’ne on bin İspanyol dolarını yardım olarak göndermesi dikkatlerden kaçmaz.
Mansûr Şâh’ın vefâtından sonra yerine geçen Sultan Mahmûd Şâh da yardım çağrılarını sürdürmüş ve Pâyitaht’a elçiler göndermişti. Bir keresinde Pâyitaht’a gelen Açe hey’eti büyük bir coşku ile karşılanmış ve ziyâret basın tarafından da ilgiyle karşılanmıştı. Hattâ İslâm birliğini savunan “Basiret Gazetesi”, Türk savaş gemilerinin Açe’ye gönderilmesinin elzem olduğunu yazmış ve açıkça çağrıda bulunmuştur. Ama yarı Türkçe yarı Fransızca yayımlanan “La Turquie” Gazetesi’nin “Müjde” başlığı altında bastığı 8 Türk savaş gemisinin Açe’ye gönderileceği haberi diplomatik krize sebep olmuştur. İstanbul’daki Avrupalı temsilciler hep beraber bu haberi protesto etmişlerse de, daha sonra devletin yaptığı açıklamada bunun doğru olmadığı kendilerine iletilmiş ve gazete de bir hafta boyunca kapalı tutularak bu yalan haberden dolayı cezâlandırılmıştır.
Güneydoğu Asyalı Müslümanlar asırlar boyunca, yabancı bir sömürge altında olmaktansa Osmanlı koruması altında olmayı istemişlerdir. Bu ilişkiler 19. yüzyıla kadar devâm etmiş, yardım talebi ile pek çok kereler Pâyitaht’a elçiler gönderilmiştir. Pâyitaht’a ulaşan ve yardım talebinde bulunan elçiler sadece Açe’ den değil, diğer Maley sultanlıklarından da –Jambi, Johor ve Kedah, güneyde Riau adaları ve Filipinli Müslümanlar gibi- yardım çağrıları İstanbul’a ulaşmıştır.
Bu yardım çağrılarının ardında yatan esas sebeblerden en öne çıkanı, Güneydoğu Asya’da hızlanan Avrupa kolonileşmesidir. Güneydoğu Asya’da Avrupalı devletlerinin kolonileşmesini iki başlık altında inceleyebiliriz.
Güneydoğu Asya’da Avrupa Hristiyan devletlerinin kolonileşmeleri Portekizli, İspanyol, Hollandalı ve daha sonra Fransız ve İngiliz deniz baharat tüccarlarının gelişiyle 16. ve 17. yüzyıllar boyunca gerçekleşti. Kolonileşme 1511’de Portekiz’in Malacca’yı satın almasıyla ivme kazanarak üretim ve ticâret merkezlerinin ve hayâtî stratejik konumların kontrolünü zorla ele geçirme çalışmalarıyla devâm etmiştir. 17. ve 18. yüzyıllar boyunca gerçekleşen keşifler ve bu keşifleri yapanların ardındaki Avrupalı devletler, deniz ticâretinin güvenli geçişini sağlayan limanlarda odaklanmışlar ve buraları yer edinmişlerdir. Bu yol, aynı zamanda Avrupalı yabancı yöneticilerin vergi toplamasına ve Güneydoğu Asya mallarının fiyatlarını kontrol etmesine izin veriyordu. 19. yüzyıla gelindiğinde sömürgeciliğin ikinci safhasını görüyoruz. Neredeyse bütün Güneydoğu Asya topraklarının Avrupalı kürevî oyuncuların çeşitli etki alanlarına girmeye zorlanması ile karşılaşıyoruz. İngiliz sömürgesi altındaki Burma ile Fransız sömürgesi altındaki Çin Hindi arasına sıkışmış olan Burma, doğrudan yabancı yönetiminden kaçınabilen tek ülke idi. Sömürge devletlerinden kaçabilmesine kaçabilmişlerdi ama, 1893’teki Fransız-Siyam Savaşı ve 1909 Anglo-Siyam Antlaşması’ndan sonra onlar da İngiliz ve Fransız müdahaleleri, toprak kayıpları arasında tekrarlanan aşağılamalarla mücâdele etmek ve eşit olmayan anlaşmaları kabul etmek zorunda kalmışlardır.
Güneydoğu Asya-Osmanlı Devleti ilişkilerini araştıran A. C. S. Peacock ve Annabel Teh Gallop’un Avrupalı bakış açılarına göre, Osmanlı Devleti’nin 16. asırda Güneydoğu Asya’ya ilgisinin iki ana sebebi vardı: “Birincisi; Avrupalılar gibi Osmanlılar da buralardan kazanacakları ekonomik çıkarların câzibesini düşünüyorlardı. O dönemlerde Güneydoğu Asya, Dünyâ’da üretilen baharatın tek kaynağı ve üreticisi durumunda idi. İkincisi, 16. yüzyıl Osmanlıları kendilerini Dünyâ’ya hâkim tek imparatorluk olarak değerlendiriyorlardı ve Açeli müttefiklerinin Baharat yolunu tekelleri altına alıp Hind Okyanusu’nu hâkimiyeti altına almak isteyen Portekizlilere karşı mücâdelesinde onlara top ve silâh yapımı konusunda yardım etmişlerdi.”
Güneydoğu Asyalı müslümanların toprakları tek tek sömürge altına alınıyor ve Asyalı Müslümanlar Osmanlı Türk Cihân Devleti’nden mütemâdiyen yardım çağrısında bulunuyorlardı. Siyâsî ve ekonomik sebeplerin Osmanlı ve Açe’yi bir araya getirmesi; Osmanlı’nın 19. yüzyıla kadar en büyük Müslüman güç olmasına; Türk Sultânı’nın halîfe olarak prestiji elinde bulundurmasına dayanıyordu. Özellikle Yavuz Sultan Selîm devrinde Mekke ve Medine gibi mukaddes toprakların imparatorluğa katılmasından sonra bu topraklara düzenlenen Hac ziyaretleri Güneydoğu Asya Müslümanları için çok önemli oldu. 16. yüzyılda güçlü Osmanlı İmparatorluğu Hint Okyanusu’na hâkim olmak isteyen Portekizli rakîblerine karşı Açeli müttefiklerine yardım fırsatları sundu. Güneydoğu Asya’daki Müslüman yöneticiler gayrimüslim güçlerin tecâvüzünü engellemek için içinde bulundukları kötü duruma çâre aramak için def’alarca Osmanlı müdâhalesi aradılar. İstanbul’a sadece Açe’den değil, Sumatra’daki Jambi gibi Malay Sultanlıkları, Maley yarımadasındaki Johor ve Kedah, güneyde Riau adalarından da hatta Filipinlerden elçiler ulaştığına dâir yazılı delîller bulunmaktadır. Koloni istilâsına karşı yardım çağrıları yalnızca Müslüman devletler tarafından yapılmamıştır. İki ayrı Budist monarşisi olan Siam ve Burma’nın da İstanbul’a koloni istilâsına karşı yardım almak için kendi hey’etlerini gönderdiklerini biliyoruz.
Sultan İkinci Selîm Hân’ın bir zamanlar Açe’ye yapmış olduğu yardımları göz önünde bulundurup bu târîhî ilişkiden güç alan Açeliler, ülkelerini koloni devletlerine karşı korumak için talep ettikleri yardım çağrısını, 1903 yılında Açe Hollandalılarca düşürülene kadar devam ettirirler.
19. yüzyılda Baharat yolu prestijini yitirir. Osmanlı Devleti de artık dış Dünyâ’ya kafa tutan bir devlet değildir ve büyük güç statüsünden sıyrılmıştır. Artık İmparatorluk, hızla gelişen Avrupa ekonomisiyle baş etmek, iç huzursuzluklar ve özellikle Balkanlarda hızla kaybedilen toprakları yeniden kazanmak için uğraşırken, Osmanlı’nın Güneydoğu Asya ile ilişki içinde olduğunu görmüyoruz.
Türk Cihân Devleti’nin son demlerini yaşadığı zor zamanlarda görülmeyen bu ilişki, Birinci Dünyâ Savaşı sonucu yeniden ortaya çıkar. Birinci Dünyâ Harbi’nden sonra Osmanlı Devleti döneminin kapanması ile yeniden kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Mustafa Kemâl Atatürk’ün Anadolu’ya göz diken Batı’lı devletleri yenmesi ve akabinde hızla modernleşen, merkezî seküler bir devlet kurması, Güneydoğu Asya’da koloni karşıtı genç Müslüman liderler için bir ilham kaynağı olmuştur. Bugün Açe’de “Özgür Açe Hareketi”, “The Free Aceh Movement; (GAM)” bu uzak coğrafyada, ama uzun vâdede hep devâm etmiş olan târîhi ilişkiyi ve Açe’nin uzun bağımsızlık günlerini yâd edercesine, Türk Bayrağı’na çok yakın ay yıldızlı kırmızı beyaz bayrak kullanmaktadır.
Ekonomik ve siyâsî ilişkilere ek olarak bir de 16. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin mukaddes Mekke ve Medîne şehirlerini elinde bulundurması, güneydoğu Asya’dan mukaddes topraklara bir Hac ziyâretinin oluşması ilişkiye farklı bir boyut katar. 1517-1918 yılları arasında Osmanlı’ya bağlı bir Arap Dünyâsı vardır. Orta Doğu ve Güney Doğu Asya ilişkisini Osmanlı Devleti kontekstinden incelediğimizde politik, ticârî ve entelektüel hattâ edebiyât alanındaki aktarımların farklı boyutu ile karşılaşırız. Hadramî Araplarının Güneydoğu Asya diasporasına rağmen araştırmalar ve belgeler sofistik sonuçlar sunmaktadır. Güneydoğu Asya’da İslâm, Araplar eliyle getirilmiş bir Hadramî-Arap sentezi değil, entelektüel oluşum ile dinî ve kültüre bağlı uygulamalarda Osmanlı-Türk etkisinin baskın oluşu karşımıza çıkar.
Yukarıda anlatılanların ışığında Osmanlı-Güneydoğu Asya ilişkileri Kolonialism çalışmaları açısından; Portekizliler, İspanyollar, İngilizler, Hollandalılar ve Amerikalılar ile târihî ilişkiler, ekonomik açıdan Baharat yolunun bir zamanlar olan etkisi ve yansımaları, Avrupalı devletlerin giderek gelişen ekonomik gücü ve Dünyâ’yı etkisi altına alması açısından ele alınması Müslüman Dünyâ ve Hint Okyanusu’nun önemi açısından incelenmeye hazır ve açık bir konudur. Fakat bu konuda yapılan çalışmalar yeterli değildir.
Giancarlo Casale, The Ottoman Age of Exploration adlı eserinde 16. yüzyıldaki Osmanlı-Hind Okyanusu ilişkisini derinlemesine incelemişse de, bugün yeni yeni ulaştığımız kaynaklar resmin farklı yönlerini göstermektedir. Yine de araştırma başlangıcı olarak kıymetli bir eserdir. Nitekim geniş bir coğrafyaya yayılmış belgeler söz konusu olduğunda araştırmanın ne kadar zor olacağı tartışmasız bir gerçektir. İstanbul’daki Osmanlı arşiv belgelerine ek olarak Endonezya, Malezya, Hollanda, İngiltere ve Amerika arşivlerinde de, pek çok soruyu aydınlatacak belge ve delîller bulunacaktır. Bu yazışma belgeleri pek çok resmî ilişkinin sebeblerini aydınlatacaktır. Elçilerin Pâyitaht’a gidip gelmesi ve askerî yardım talepleri mühim olmakla birlikte, sâdece kısmî bir resim sunmaktalar. Pek çok doküman ve elçinin de gidecekleri yere varamadıklarını da biliyoruz. Diğer yandan kaynaklar göstermektedir ki, pek çok iletişim de, Hint Okyanusu’nu geçen tâcirler, ilim adamları yâhut seyyahlar tarafından sağlanmıştır. Hollandaca, Arapça, Malayca, Farsça, Portekizce ve İspanyolca edebî metinler ve seyahatnâmeler de, tıpkı Osmanlıca, Arapça yâhut Maleyce el yazmalarında olduğu kadar günümüze ışık tutmaktadır.
İngiliz Akademisi tarafından düzenlenen geniş bir araştırma safhasının sonucu olarak 2012 yılında Açe’de düzenlenen “Islam, Trade and Politics Across Indian Ocean- Hint Okyanusu Boyunca İslâm, Ticâret ve Politika” başlıklı konferansın araştırmaları 2009-2013 yılları içinde devâm etmiş, pek çok kaynak Osmanlı arşivleri’nden sağlanmıştır.
Güneydoğu Asya’da Türk izlerini incelerken pek çok dilde bütün bu belgeleri okuyabilmek tek bir akademisyenin dil becerilerini aşmaktadır. Bu sebeple, bu yazı dizisi pek çok akademisyenin araştırmış olduğu makalelerinin ışığında yazılacaktır.
1. Bölümün Sonu.
Kaynaklar
- From Anatolia to Aceh, Ottomans, Turks and South East Asia,Proceedings of the British Academy, 2015.
- C. S. Peacock and Annabel Teh Gallop, Islam, Trade and Politics Across the Indian Ocean: Imagination and Reality.
- Casale, The Ottoman Age of Exploration, New York, 2010.
Belgeler
*BOA, Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mansur Shah of Aceh to the Ottoman Sultan Abdülmecid, dated 3 Jumada I 1266, 17 Mart 1850.
**Map of Sumatra and surrounding islands showing the Malay Peninsula as “Anadol” (Anatolia) sent by Acehnese ruler Mansur Shah to Ottoman Sultan Abdülmecid in 1850. BOA İ.HR 73/3511.
[1] arîza: yüksek bir makâma sunulan tezkire, yazı, arzuhâl.