Klâsik Osmanlı kültüründe sık kullanılan hitap şekillerinden biri de “çorbacı” idi. Bu sözde hem tasnîf, hem de tahfîf tedâîleri var. Tasnîfe yönelik mânâ semtinde de dinî ve meslekî mâlûmât bir arada veriliyor.
“Çorbacı”, önce Hristiyandır. Sonradan ihtidâ etmiş olsa bile, Cemâziye’l-evvel’i Hristiyandır. Mezhebi pek öne çıkmamakla birlikte, bu sıfatı taşıyanlar daha çok Ortodoks olmuş. Bunda, Osmanlı tebaasındaki Hristiyanların Ortodoksluğa daha fazla meyletmesi rol oynamış. Elbette, Ortodoks tebaanın tamâmı “çorbacı” değil. Bu unvanla çağırılmak için ya resmî bir işte çalışıyor olmak yâhut dinî sıfat (papaz, râhip, piskopos vs.) taşımak gerekiyordu.
Kâh günlük halk konuşmalarında, kâh halka mâl olmuş yazılı eserlerde, “çorbacı” sözü; güç, kuvvet, otorite, îtibâr eksikliğinin remzi gibidir. “Çorbacı” hükmünü veren ve bunu – aslâ horlama ve aşağılama mânâsı olmadan – hükmetmekten kaynaklanan bir hâkim psikolojisi içinde sıfat hâline getirip Hristiyan unsurlara yakıştıran merci, muhît ve kalemin dinî mensûbiyeti, İslâmdır.
Ortodoksların şahsında Hristiyan din adamı veyâ devlet görevlilerine verilen bu “çorbacı” sıfatı, hangi vasıfları olan bir karakteri anlatıyor? İşte burada beliren portre, aynı zamânda bir zihniyetler mukâyesesini, kendiliğinden yapmış oluyor.
1826’daki Vak’a-i Hayriyye’ye kadar, Yeniçeri ortalarında, bölük kumandanı mânâsına da “çorbacı” tâbiri kullanılmıştır. Bilhassa Sultan Üçüncü Murâd devrinden başlayarak büyüyen bozulma çizgisinde, Yeniçerilerin sabahleyin çorba içip içmemeleri, huzursuzluk olup olmayacağı husûsunda fikir verir oldu. Bu mansıbın, yâni çorbacılığın önem kazanması da, doğrudan bu çorba içirme fiiline dayanıyor. Eğer, Yeniçeriler o güne çorba içerek başlarlarsa, akşama patırdısız ulaşılır; aksi olursa, kaldırılacak ve devrilecek kazanların hesâbı yapılırdı.
Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması üzerine târîh düşüren Keçecizâde İzzet Molla:
“Tecemmü’ eyledi Meydân-ı Lâhm’e,[1]
Edüb küfrân-ı nîmet[2] nice bâgî…[3]
Durub kaldırmada ikide- birde,
Kazan devrildi, söndürdü ocağı!..”
derken, kaldırılan ve de Ocak’ın üstüne devrilen kazanın, bu meşhûr çorba kazanı olduğunu biliyordu.
Yeniçeriliğin, kanlı bir şekilde lâğvedilmesinden sonra da, bu “çorbacı” sözü yaşamaya devâm etti. Bilhassa Bulgarlar arasında, gayr-ı meşrû kazanç yollarından geçerek zengin olan tüccâra “çorbacı” denmeye başlandı. Balkan coğrafyasına sinsîce ve vahşîce yayılan komitacılık rûhu, hep “çorbacı” zihniyetin desteğini alarak, Türklüğü imhâya ve ezmeye azmetti.
Mâsum ve kendi hâlindeki “çorbacı”, lokantacı esnâfını tenzîh ile Ömer Seyfeddin ve muâsırı yazarlarımızın tasvîr ettiği bütün Türk düşmanı “çorbacı”ları, acı ve ibretle hatırlıyoruz…
Dipnotlar
[1] Meydân-ı Lâhm: Et Meydânı (İstanbul’da, bugünkü Saraçhâne Meydânı.) / Yeniçeri ortaları, yâni bölükleri, burada bulunuyordu ve belli zamânlarda, ortalara et dağıtımı bu meydânda yapıldığından, Et Meydânı denmiştir. Bugünkü Sultan Ahmed Meydânı’na da At Meydânı denirdi. Zîrâ, Sultan Ahmed Külliyesi’nin bulunduğu yerde, daha evvel Bizans Hipodromu bulunuyordu. At yarışları, kadîm Bizans’ın günlük hayâtında, hattâ siyâsette çok mühim bir yer tutuyordu. At Meydânı ile Et Meydânı’nı birbirine karıştırmamak lâzımdır.
[2] küfrân-ı nîmet: nîmete ve iyiliğe karşı nankörlük etme.
[3] bâgî: doğru yoldan çıkan, hak yoldan ayrılan, azgın kimse, serkeş, âsî, şakî.