HİLMİ OFLAZ (1926-1998)
Ahmet KANLIDERE
“Ben sevdiğim insana köle gibiyimdir. Ama bunların ne sevdiği belli, ne sevmediği.”
Hilmi Oflaz’ı tâ 1978’de Beyazıt’taki Marmara Kıraathanesi’nde tanıdım. O zamandan beri dostluğumuz devam etti. Evleri Çengelköy’de, Kuleli Askerî Lisesi’nin yakınından çıkılan bir tepenin başındaydı. Evinin her tarafı kitap kaplıydı. Daha kapıdan girer girmez, koridorda sağlı-sollu kitaplar karşılıyordu sizi.
Dostlarına vefalı olmak onun tabiatıydı. Gırtlak kanseri olduğunu öğrendiğinde, bunun sigara içmekle alakalı olduğunu kabul etmedi. Sigaraya bile vefa gösterdi. Sağlığının bozulmasından onun sorumlu tutulmasına gönlü razı olmadı. İçindeki çocuğu daima canlı tutan bir ruh vardı onda. Bazı insanlarda baba tavrı vardır. Hilmi Oflaz ise bize hep “abi” oldu ve hep öyle kaldı.
Güzel ve düşündürücü söyler söylerdi. Mesela bir keresinde şöyle demişti: “Yok yoktur; yok da vardır. Var da vardır; varın yanında o da var görünür. İnsan aklı vehbî ilimlere perdedir.”
Son derece cömertti. Cebinde parası olmasa bile ne yapıp edip ikram ederdi. Bir gün ona: “Hilmi abi. Senin cüzdan bomboş ammâ sâyende milyon yenir” dedim (Maraş milletvekili Mehmet Yusuf Özbaş’ın sözüdür), çok mutlu oldu. Tam da onun durumuna uyuyordu.
Günlüklerimde onunla ilgili epeyce bir hatıra çıktı. İşte onlardan bazıları.
31 Ağustos 1996
Hilmi Oflaz telefon etti ve söz arasında evlilik konusunda bazı nasihatler etti:
– Bana bak. İki akıllı bir yerde olmaz. Biri mutlak teslim olacak. Tabiatın kanunu bu. Yoksa “sen sen isen, ben de benim” der. Kadını çok sevmeyeceksin, çünkü Cenâb-ı Allah kıskançtır. Her şeyi sende görecek ve sende tanıyacak. Güzelliğe de çok meyletme, güzelin düşmanı çoktur. Kadın para canlı olmamalıdır. Kadının çok güzelliği zarar; malı mülkü de zarar. Nâ-mahremden sakınacak, senin dostuna dost, dost olmadığına idare-i maslahat. Kadınsız dünya bir cehennem; ama aynı zamanda yola kurulmuş bir tuzak.
Sözüne şöyle sürdürdü:
– Resimde güzel olmuş, ne çıkar; sokakta güzel olmuş ne çıkar. Evde güzel olsun. Güzel olur, huyu çirkin olur, annadın mı yani. Kadın, hayatın yükünü hafifletecek, yoksa iki kitap okuyamazsın. İki yakan da bir araya gelmez. Ahmed Rasim’in hanımından bahsetmiştim sana: ‘Aman geç kalma erken gel’ diyordu. Nerde öyle kadınlar şimdi.
6 Eylül 1996
Bugün Hilmi Oflaz’ın evine gittim. Şöyle dedi:
– Ben sevdiğim insana köle gibiyimdir, dedikten sonra tam o sırada içeriye giren çocuğunu işaret ederek:
– Bunların ne sevdiği belli, ne sevmediği.
15 Eylül 1996
Hilmi abi konuşmaya ve yazmaya da çok teşvik ediyor beni:
– Konuşma bir melekedir; konuşa konuşa gelişir. Yazmak da bir melekedir; yaza yaza gelişir. Düşünmek de öyle. Düşünmeyen insan hiç bir zaman düşünemez. Hidayet Yalçın on dakika konuşamazdı ama on gazeteye yazı yetiştirirdi.
Sonra şunları ilave etti:
– Okumak, araştırmak, çalışmak, konuşmak… Senin işin bu. Mesele bir makâma ermek değil, orayı doldurmak, çaplı adam olmaktır.
21 Eylül 1996
İlesam’daki sohbetimizde Hilmi Oflaz’ın dediği bir söz var, bunu kaydetmeliyim:
– Annenin bedduası kabul olunmaz, babanınki olur. Babanın duası kabul olmaz, anneninki olur.
4 Ekim 1996
Hilmi Oflaz’ın hemen her söylediğini yazmaya değer buluyorum:
– İnsanların en üstün vasfı vefâsıdır. Güzellik, zenginlik, hepsi bir yana. Ama vefâ gibisi yok.
6 Ekim 1996
Hilmi Oflaz’a Sadi’nin musikî ile çok meşgul olduğunu söyleyince:
– Musiki insanı yer bitirir yâhu, dedi.
17 Mayıs 1998
Yalan dünya! Hilmi Oflaz’ı kaybettik. Vefatını öğrendikten bir gün sonra Eyüp Camisine gittim. Burada cenaze namazını beklerken hatıralar güzümün önünden geçti birer birer. O müthiş enerji, dinamizm, heyecan durdu bugün. İşte onu sevenler bir bir gelmeye başladılar. Onu Eyüp mezarlığına, Necip Fazıl’ın yanına gömdük. Öyle istiyordu çünkü. Çok kimseyi bir araya getirdi, sağlığında olduğu gibi. Mekânı cennet olsun.