Uzun bir süredir hayat pahalılığını, enflasyonu konuşuyoruz. Özellikle tarım ürünleri fiyatlarındaki aşırı yükselmeleri…
Tarım ürünlerinin yüksekliğinin nedenlerini de, tarım uzmanları ve ekonomistler ana iki nedene bağlıyorlar. Birincisi tarım ürünleri üretimindeki girdilerin (mazot, gübre, elektrik, ilaç, tarım makinaları vb) fiyatlarındaki aşırı artış nedeniyle üretim maliyetinin yükselmesi. İkincisi de tarım ürünlerinin pazarlamasında yaşanan problemler; hal yasası, süper market zincirlerinin kârlarını yüksek tutmaları, üretim ve tüketim merkezleri arasındaki uzaklığın getirdiği problemler. Bu iki ana nedene; afetleri, tarım sigortasının oturmamış olmasını, örümcek ağı teoremini[i] ekleyenler de var…
Ama devletin tarımdaki düzenleyici fonksiyonunun ortadan kalkmasının, bir başka ifadeyle tarıma destek, öncülük ve piyasa düzenlemesini sağlamak amacıyla kurulan KİT’lerin özelleştirilmelerinin, tasfiye edilmelerinin veya etkisizleştirilmelerinin tarım ürünlerinin fiyatının yükselmesi üzerindeki olumsuz etkisinden kimse bahsetmiyor. Oysa tarım ürünleri üretiminin azalmasında, özelleştirme politikalarının büyük payı var.
1980’lerde sözlüklerimize yeni ve büyüleyici bir kelime girdi: Özelleştirme… Özelleştirme sayesinde mülkiyet halka yayılacak, Zarar eden kuruluşlar kâr etmeye başlayacak, halk, ekonomiye doğrudan doğruya katılacak, ekonomiye canlılık gelecek, sanayileşme hızlanacak, KİT’ler artık devlete yük olmaktan çıkacak, istihdam artacak, Devletin vergi gelirleri artacak, yolsuzluklar azalacaktı.
1990’larda başlayan ve ısrarla her hükümet tarafından sürdürülen özelleştirme macerası, umulanların hiçbirini vermedi bize. Kırk yıllık bu süreçte; özelleştirme kamu malının yağması olarak gerçekleşti. Sonuçları da, ekonomik krizler, yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk ve enflasyon oldu.
Özelleştirme hakkında çok şey yazılabilir. Anlatılabilir. Nitekim Türk Telekom Özelleştirmesinde yapılan yanlışları (?) iki çalışmamda ortaya koymuştum. Birincisi Başkent İktisatçılar Derneği Genel Sekreteri iken 2004 yılında bu dernek için hazırladığım “Satılan Türk Telekom’un T’si mi Türkiye’nin T’si mi?”[ii] isimli çalışmamda Telekom Özelleştirmesinin doğuracağı sakıncaları belirtmiştim. Telekomcular Derneği Başkan Yardımcısı iken, 2009 yılında hazırladığım “Bir Talanın Hikâyesi”[iii] isimli raporda da özelleştirmede yapılan yanlışları, yolsuzlukları ortaya koymuştum…
Tarım sektörüne yönelik olarak kurulan KİT’lerin özelleştirmesinin sakıncalarını anlatmak üzere başladığım yazı elimde olmadan, yüreğimi yakan bir konuya Türk Telekom özelleştirmesine evrildi…
Neyse konumuza dönelim.
1923 yılından 1980’lere kadar Devlet, tarım sektöründe; a) üreticiye gübre, tohum, yem, makine gibi girdileri sağlamak amacıyla TİGEM, TÜGSAŞ, İGSAŞ, TZDK, YEMSAN gibi kuruluşları kurmuş, b) çiftçiye tarımsal kredi sağlamak amacıyla Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerini görevlendirmiş, c) tarımsal destek, tarımsal ürün alımı ve pazarlaması amacıyla TMO, ÇAYKUR, TEKEL, Türkiye Şeker Fabrikaları, SEK, EBK gibi KİT’ler yanında Tariş, Fiskobirlik, Trakya Birlik, Çukobirlik gibi kooperatif birlikleri faaliyete geçirmiştir. Bu kamu kurumları aracılığı ile tarım politikası yönlendirilmiş, çiftçiye destek sağlanmış, tarım üreticisi ve tüketici korunmuştur. Bu uygulama Tarımla ilgili KİT’ler özelleşene kadar devam etmiştir…
Dünyadaki uygulamaların aksine özelleştirme Türkiye’de tarım sektöründe başlamıştır. Bunun sonucunda da dünün tarımsal ürün ihracatçısı olan Türkiye, bugün temel tarım ürünlerinde, özellikle tarımsal girdi ve nihai mallarda ithalatçı konumuna gelmiştir. 1960’lı yıllarda temel tarım ürünlerinde kendi kendine yeterli dünyanın yedi ülkesinden biriyken tarım ürünleri ithalatçısı durumuna geldik. Nohut’u Kanada’dan, eti Arjantin’den, Sırbistan’dan, şekeri Ukrayna’dan, karpuzu İran’dan, buğdayı Rusya’dan, patatesi, zeytinyağını iç savaşın hüküm sürdüğü Suriye’den ithal ettik…
Tarımla ilgili KİT’lerin özelleştirmelerin ne kadar çarpık gerçekleştiğini birkaç örnekle anlatmak isterim;
1995 yılında, Et Balık Kurumu’nun Ankara kombinası satışa çıkarıldı. Tesisin en cazip yanı Ankara’nın merkezindeki 100 dönümlük arsasıydı. Tesis ve 100 dönüm arsası Gimat adlı bir kooperatife kombinanın çalıştırılması şartıyla 22.3 milyon dolara satıldı. Satış gerçekleşir gerçekleşmez kooperatifi dağıtan işadamları anonim şirket kurdular ve kombinanın arsasının 50 dönümünü 126 milyon dolara Migros’a devrettiler. Arsaya çok büyük bir alışveriş merkezi (ANKAMAL) kuruldu. Arsanın kalan 50 dönümlük bölümü de bir Alman şirketine 100 milyon dolara devredildi. Yani tesisi 22 Milyon dolara alan işadamları (!) bu işten birkaç yıl içinde 204 milyon dolar kazandılar
1944’te “Üreticinin ihtiyaç duyduğu tüm tarım, makine, araç ve gereçleri ile diğer girdileri üreterek veya sağlayarak karşılamak” amacı ile kurulan ve 1998’de özelleştirme kapsamına alınan Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK)’na ait mal varlıkları 1999-2008 yıllara arasında değerinin çok altında kişi ve kuruluşlara adeta hibe edildi.
Şeker Fabrikalarının, TEKEL’in, TÜGSAŞ’ın, SEK’in, Yem Sanayiinin özelleştirilmesinde de peşkeş, yolsuzluk iddiaları hep dillendirildi… On binlerce işçi işsiz kaldı. Türk Çiftçisi mağdur oldu…
1980 öncesi tohumculuk devlet tekelindeydi ve tohum fiyatları devlet tarafından belirleniyordu. 1984’te Dünya Bankası’yla yapılan ikraz anlaşmasına göre, tohumluk ithalatı serbest bırakıldı ayrıca tohum ile görevli kamu kuruluşu TİGEM’in görev ve yetkileri sınırlandırıldı. 31.10.2006 tarihli ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu ile çokuluslu şirketlerin hâkimiyetine açık bir döneme girildi. Bu Kanunla köylülerin kendi tohumluklarını ve bunlardan üretilen fideleri satmaları yasaklanmış; çiftçi hibrit tohumlara mahkûm edildi.
Türk çiftçisinin ucuz ve kaliteli gübre, sağlıklı tohum, uygun tarım makineleri bulamamasının, ürünlerini uygun fiyata satamamasının, ürününü pazarlayamamasının en önemli nedenlerinden birisi tarımla ilgili kamu kurumlarının özelleştirmeleri, yetkilerinin azaltılması veya kuruluş amaçları dışına yönlendirilmeleridir…
Kuruluş amacı dışına çıkan kamu kuruluşu deyince Ziraat Bankasını zikretmeden olmaz… Adı üzerinde, Türk Çiftçisine tarımsal kredi vermek üzere kurulmuş bu banka, son yıllarda kuruluş amacından uzaklaşmış, büyük müteahhitlere, gazete satın alacak iş adamlarına, Virgine adalarında kurulu şirketlere büyük miktarda ve usulüne uygunluğu tartışılır bir şekilde krediler veren bir yapıya dönüşmüştür… Böyle olunca da, çiftçiye kredi vermek olan asli görevi aksamıştır…
Türk Telekom stratejik değildir, telekomünikasyon hizmeti vermek devletin görevi değildir, babalar gibi satarız diyenlerinin; EBK’nin yıllar sonra, kör topal da olsa yeniden faaliyete geçirmeleri, kuruluş kanununa aykırı da olsa Tarım Kredi Kooperatifleri marketlerinin[iv] fiyat düzenleyici olarak devreye sokmak zorunda kalmaları, 1980’lerin başından beri ısrarla sürdürülen neoliberal özelleştirmeci politikaların iflas ettiğini göstermesi bakımından anlamlıdır…
Konu çok grift ve derin… Yazacak, söyleyecek çok şey var. Ama ne yapalım ki yerim dar…[v]
Dipnotlar
[i] Örümcek Ağı Teorisi: Bir üründe üretim miktarının, bir önceki yılın fiyatına bağlı olarak oluşmasıdır. Patates ile açıklarsak; patates üretiminin çok olduğu yıl piyasada fiyat düşer. Çiftçiler zarar ettikleri için ertesi yıl daha az patates ekerler. Üretim azaldığı için piyasaya patates arzı azalır ve fiyat yükselir.
[ii] Satılan Türk Telekom’un T’si mi Türkiye’nin T’si mi?
[iv] Tarım Kredi Kooperatifleri Marketleri’ni de başka bir yazımızda irdeleyeceğiz…
[v] Aklınıza “Oynamasını bilmeyen gelin yerim dar demiş, yerini genişletmişler yenim dar demiş.” Atasözündeki gibi bahane ürettiğim aklınıza gelmesin. İnşallah başka bir yazıda konuya yeniden dönmek umuduyla…