“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun Yuvasını bozacağım.
Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder…
Gölgende bana da, bana da yer ver.
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
Yurda ay yıldızının ışığı yeter.
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düştüğümüz gün Gölgene sığındık.
Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
Senin altında doğdum. Senin altında öleceğim.
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yer yüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!”
Arif Nihat Asya
“Bayraklar ait oldukları milletlerin şahsiyetlerinin, misyonlarının, istiklâllerinin alâmetleridir. Aslında bayrağa saygı göstermek o milletin bütününe, istiklâline, devletine, îmânına saygı göstermektir. Bâzı bayraklarda ona sahip olan kavmin en derin târihî tecrübeleri, varlıklarını sürdürüşlerinin sırları sembolleşmiştir. Yâni bayraklar asla rast gele şekiller değildirler.
Milletlerin hayatiyet sırlarının sembolleşmesi ne demektir?
Ferdî hayat söz konusu edilse bile insanı hayâta bağlayan şey umumiyetle yapmak istedikleri, inançları, idealleri ve ilerleme iştiyakıdır. Milletler için de aynı durum geçerlidir. Bir defa her milletin, kendisine târihin yüklediği bir misyonu vardır. Milletler o misyonu îfâ etmekle mesûd olurlar. Aksi takdirde saadet yüzüne hasret kalırlar. O misyon, o târihî-fıtrî vazife duygusu milletin fertlerinde şuur şekline dönüşmese bile, şuur altından daimî tazyik yapan, huzursuz eden adetâ müşahhas bir duygudur. Yeni Türk nesillerinin, doğru dürüst bir millî eğitim görmemiş ve târih şuuru kazanamamış olmalarına rağmen ikinci sınıf kavim olmaya rızâ göstermeyişleri o misyon duygusunun eseridir. Görünüşte iktisâden, askerî güç bakımından devletlerin dünyâ sıralamasında kırkıncı sıraları işgal etmemize rağmen, kendimizi süper güçlerle kıyaslayıp durmamız o büyük misyonun tazyiki, boyun bükmeyi bilmeyen efendilik ruhunun icbarı dolayısıyledir.”( 1 )
Nihad Sami Banarlı “Bayraklar” başlıklı makalesine şu girişle başlıyor:
“Küçük ve sevimli bir mektepli kız, elinde bir ansiklopedinin renkli bayrak tablosuyla yanıma geldi. Soracağı suâlin heyecanı gözlerindeydi.
Küçücük eliyle tablosundaki eski Mısır, yeni Pakistan, Tunus, Cezayir, Moritanya, Berka, Cohor bayraklarını gösterdi:
— Bu bayraklarda niçin bizim ay-yıldızımız var? Biz bayrağımızı onlardan mı aldık? diye sordu.
— Hayır, dedim; onlar, bayraklarını bizden aldılar. Bizim bayrağımızı sevdikleri, bir kısmı da bizim bayrağımız altında uzun seneler mes’ud yaşadıkları, ona alıştıkları, onu unutamadıkları için böyle yaptılar, bayraklarına bizim bayrak renk lerimizi, bizim ay-yıldızımızı işlediler.
Sevinçle:
— Sahi mi? diye sordu. Ona, anlayabileceği bir dille hakikati anlattım. Yanıma, adetâ boynu bükük gelmişti. Yanımdan başı havada, gözleri nurlu ve gururla uzaklaştı.
Gösterdiği tabloda bir zamanlar yine ay-yıldızlı, yine allı yeşilli ve beyazlı olan Azerbaycan,Türkistan bayrakları da vardı. Mevzuun bu tarafını ve bu tarafındaki derin yarayı yavruya anlatmadım. Esasen beni düşündüren nokta, çocuğun felsefesinde idi: Neden öbür türlü sormamıştı? Neden, bu milletler bayraklarını bizden mi aldılar? diyememişti? Bunda, son otuz şu kadar senelik maarifimizin, çocuklarımıza aşağılık duygusu aşılayanlara gösterdiği müsamahanın hissesi olmalıydı…” (2)
Hepimizin çocukluğumuzda duyduğumuz: Kosova Meydan Savaşı’nda Türk şehidlerinin zaferin bedeli olan kanları bir gölcükte toplanmıştır. Akşam namazında secdeden kalkan gâzî başları, bu gölcüğe gökteki hilâlin önüne gelen bir yıldızla birlikte aksettiğini görürler. Ve bayrak böylece doğar.
Bu hikâye çocuklarımıza kazandırdığı gurur, îman ve fedâkârlık duyguları sebebiyle târihî bir vak’a değeri kazanmıştır. Çok önemlidir.
Fakat Sait BAŞER’in yorumları ile Türk Bayrağının anlamını her Türk İnsanı Türk çocuğu bilmelidir:
“Türk’teki bayrak fikri târih boyunca Tevhid’in timsâli olagelmiştir.
Tevhid; birlik anlayışının kâinat çapında ele alınıp sistemleştirilmesi, bu sistemin beşeriyete tatbikidir. Birlik fikrinin, Tevhid îmânının en büyük mümessili olan Hz. Muhammed,kendi misyonunu ifâde eden bayrağı seçerken “Ukaab” (: Karakuş) adını verdiği bir siyah bayrak kullanmış ve bu bayrak daha sonra Abbasîler, Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Harzemşahlar tarafından da devam ettirilmiştir. Siyah renk tevhidi itminan noktasından ifâde eden bir semboldür. Siyah renk İslâm’da ve eski Türk îman sisteminde çok ehemmiyetli bir yer tutmaktaydı. M.Ö. 7. y.y. da yaşamış büyük Türk hâkânı Alp Er Tunga’nın bayrağı da siyah renkli bir bayraktır.
Türklerin kullandıkları diğer bir tevhid rumuzu olan Ok-Yay da Büyük Selçuklu bayrağı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Osmanlılar zamanında (kullanılan fors, sancak ve tuğlar dışında) bayrak olarak umumiyetle üç hilalli yeşil ve kırmızı bayraklar kullanılmıştır. Üzerinde Kelîme-i Tevhid bulunan Sancak-ı Şerif çok husûsî zamanlara mahsustu. Tabiatiyle II. Mahmud devrine kadar modern anlayışta bayrak müessesesi söz konusu değildi. II. Mahmud devrinde, bir rivayete göre III. Selim zamanında bayrağımız beyaz hilâl ve yıldızdan mürekkep kırmızı renkte bir bayrak şeklini aldı. Cumhuriyet’in ilânından sonra bugünkü formunu buldu. Bayrak Kânunu ile de şekli ve ölçüleri sabitleştirildi.
Osmanlılar zamanında kullanılan üç hilalli yeşil veya kırmızı bayraklar için muhtelif yorumlar yapılmıştır. Ancak, Hilâl’in İslâm dîninin Tevhid mesajını temsil ettiği hususu tartışmasızdır. Çünkü bu remiz İslâm târihi boyunca İslâmın sembolü hâline gelmiştir.” (1)
Arif Nihat Asya; “Lâle, Allah, hilâl” isimli şiirinde :
“Tek varlık Türk’e din, vatan, istiklal!
Üç unsuru ayrı-gayrı bilmekse muhal
Fark ettiğin an, sen de ne hikmet!
Birdir Ebced’de Lâle, Allah, ve Hilâl” (3)
“Haçlı Seferleri’nde İslâm’ın, İslâm’ın getirdiği tevhid akidesinin timsâli olarak Hilâl kullanılmıştır. Haçlı seferlerinin diğer adı Hilâl-Salip (haç) Mücâdelesi’dir ki, Tevhid -Teslis mücâdelesi mânâsındadır. Hilâl, Mesnevî’de yeryüzünde Tanrı halîfesi olan Kâmil insan remzi olarak geçmektedir. Eski Türk târihinde ise meselâ Kutadgu Bilig’de Tanrı’nın Kut’u Aytoldı adı ile ifâde edilir.
Yıldız’a gelince: Bir rivayete göre
Hz. Peygamber ile Cebrail’in görüşmelerinden birinde Hz. Peygamber Cebrail’e yaşını sorar. Cebrail ise: “Ben yaşımı bilmem” der. Bir yıldızı göstererek;”Belki yararı olur. Bu yıldız her yetmiş bin senede bir parlar. Ben bu yıldızın binlerce defa parladığına şahit oldum”. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “O yıldızın kendisi olduğunu”söyler. Ayrıca kendi sahâbîsinin her birinin bir yıldız gibi olduğunu belirten hadîs-i şerifi malûmdur.
Burada Türk bayrağındaki Hilâl ve yıldızın aslında Kelîme-i tevhidi anlattığını söylemek îcab ediyor.
Zâten Türk ve İslâm bayrakları umumiyetle böyle bir mânâyı ifâde ede gelmişlerdir ve ay-yıldız târihimizde çok eski bir millî motiftir(1) Göktürklerde, Uy gurlarda, Türgişler’ deki paraların üstünde hilâl ve yıldız motiflerinin birlikteliğine rastlamaktayız.(4) Türklerin Kadim Tek Tanrı inancını yansıtan motiflerin incelenmesi açısından bunlar çok önemlidir.
“Kara rengin marifeti ise, Hakk’ı, mânânın özünü ifâde etmesi gibi, diğer renkler de İslâm’da bilhassa tasavvufta bâzı husûsî mânâlar anlatırlar. Kırmızı renkte de benzer mânâlar mevcuttur. Bu renk ruhlar âlemini, hakikati, tevhîd-i zat şuhûdunu, şehâdetini ifâde etmektedir. Böylece bayrağımızdaki beyaz renk ile işlenen ay yıldız tevhidi, kırmızı ise bu tevhidin şehâdet makamından zuhurunu anlatan remizler olmuşlardır.
Mehmed Akif İstiklâl Marşı’nın ilk mısrasında:
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak”
derken bu mânâları kasdetmekte ve Tevhîd’in Allah tarafından bizzat muhafaza edileceğini bilen bir mü’minin emniyeti içinde “îman dolu göğsünün en yıkılmaz serhad olduğunu” dile getirmekteydi. Dikkat edilirse bu marş baştan sona kadar bayrağa serenad şeklinde kaleme alınmıştır. Marşta geçen Hilâl ve yıldız kelimelerinde milletine, îmânına âşık bir şâir yüreğinin titreyişleri hâlâ hissedilmektedir.
Peygamberine duyduğu sevgi münâsebetiyle top yekûn adı “Mehmetçik”e çıkan bir millet için Hz. Peygamber’i temsil eden yıldıza:
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak
O benimdir, o benim milletimindir ancak
diye hitabı bize hem bu öz mânâyı, hem de o iç titreyişini hissettirir.
Hele ikinci kıt’a daki
Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl
Kahraman ırkıma bir gül… Ne bu şiddet, bu celâl.
beyti ürperticidir. Celâl vasfını İslâmiyet’te sâdece Allah taşır. Fakat O burada doğrudan Hilâlkelimesiyle anlatılmıştır. Dolayısıyla büyük san’atkârlara has bir duyuş kudretiyle bayrakta istiklâl fikri Allah fikriyle birleştirilmiştir. Nitekim aynı kıt’ada:
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl
mısraları, Akif’in Hilâl-Allah (Hakk) ve istiklâl mefhumları arasında kurduğu münâsebeti göstermektedir.
Marş’ta şehâdet meselesi de fevkalâde yerinde bir söyleyiş, hissediş kıvamında dile getirilmiştir.
Akif, mehmetçik milletin, kendi îman ve şehâdet güzellikleri içinde saf tevhid görüşünü devam ettirmeleri yakarışındadır. Bu niyazlar ruhtan gelen dualardır:
“Ruhumun senden ilâhî şudur ancak emeli,
Bu ezanlar ki…
Vecd ile bin secde eder…
Değmesin mabedimin göğsüne…” gibi ancak ıstırab ve hassasiyetin zirvesindeki insanların yakalayabileceği ölümsüz ifâdeler hep o niyazın eseridir. Son kıt’a bu emelin şaheser güzellikteki mısralarla yine bayrağa; ama aslında Allah’ına dönerek söylediği şükür ifâdeleridir:
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl.” (1)
Her Milletin Bayrağı mutlaka kendisine en güzel görünür. Biz Türklere de “Aziz Vatanımızın” “Aziz Bayrağı” güzel ve nadide görünür. Bize, aynı zamanda Kelime-i Şahadet görünür. Fakat günümüzde zaman zaman Öz yurdunda hakaretlere maruz kalan Şanlı Bayrağımız adeta sahipsiz kalmaktadır sahipsiz bırakılmaktadır. O’na kanlarını verip üstündeki hilâl ve yıldızı “Kelime-i Şahadet”in ‘ikrarı ve tasdiki kılan şehitlerin son örtüsünün manasını idrak edelim. Evlatlarımıza Bayrağımızın keyfiyetini öğretelim. Kağıt üstüne Kur’an yazılınca artık o sıradan bir kağıt değil; Allah kelamının emanetçisidir. Türk Bayrağı sıradan bir bez parçası değil; İmanımızın İfadesi, dinimizin özü: Tevhid ve şahadetin gökyüzüne yazılmış ölümsüz harfleridir. Söze Arif Nihat Asya ile başladık O’nunla bitirelim:
“Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor!
Şehitler tepesi boş değil, Biri var bekliyor.
Ve bir göğüs, nefes almak için;
Rüzğar bekliyor.
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye;
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş meçhul asker diye?
Destanını yapmış,kasideye kanmış.
Bir el ki; ahretten uzanmış,
Edeple gelip birer birer öpsün diye faniler!
Öpelim temizse dudaklarımız,
Fakat basmasın toprağa temiz değilse ayaklarımız.
Rüzğarını kesmesin gövdeler
Sesinden yüksek çıkmasın nutuklar,kasideler.
Geri gitsin alkışlar geri,
Geri gitsin ellerin yapma çiçekleri!
Ona oğullardan,analardan dilekler yeter,
Yazın sarı,kışın beyaz çiçekler yeter! Söyledi söyleyenler demin,
Gel süngülü yiğit alkışlasınlar
Şimdi sen söyle söz senin.
Şehitler tepesi boş değil,
Toprağını kahramanlar bekliyor! Ve bir bayrak dalgalanmak için;
Rüzğar bekliyor!
Destanı öksüz,sükutu derin meçhul askerin;
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş meçhul asker diye? …”
KAYNAKLAR
1. Başer S. (1988) İstiklal Marşımız ile Bayrağımız arasındaki Ortak Mana Dünyası,(Türk Münevverinin Müşterek Fikir ve İman Zemini), Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul.
2. Banarlı N S. (1984). Tarih ve Tasavvuf sohbetleri, KubbealtıNeşriyatı, İstanbul.
3. Asya A N. (1976). Fatihler Ölmez ve Takvimler, Ötüken Yayınevi,İstanbul.
4. Sertkaya O F, Alimov R. (2006). Eski Türklerde Para, Göktürklerde, Uygurlarda, Türgişler’de , Ötüken Yayınları, İstanbul.