İttihad ve Terakkî’nin üç mühim isminden Cemâl Paşa, Birinci Dünyâ Savaşı içinde, Bahriye Nâzırlığı’na ilâve, Dördüncü Ordu Kumandanlığı’nı da üstlenerek, Mısır’a ve İngilizlere yönelik “Kanal Harekâtı” diye meşhûr olan askerî yürüyüşü gerçekleştirir.
İkinci Meşrûtiyet’in önünde ve sonunda; kurulan büyük hayâllerle, o hayâllerin yıkılış sahneleri yer alır. İki kısımdan oluşan, ikisi de hezimete imzâ atan Kanal Harekâtı; hem kâğıt üzerinde de olsa, kalan prestijimizi süpürüp gitmiş, hem de müstakbel “târîhe vedâ” ânının, öne alınmasına vesîle olmuştu.
Cemâl Paşa, Kanal Harekâtı’ndan önce ve sonra, Suriye’de karargâh kurar. Bir müddet de Kudüs’de bulunur. İngiliz ordusu karşısında, tam mânâsıyla abandone olan Cemâl Paşa, bundan duyduğu psikolojik ezikliği, Suriye ve Filistin ahâlisine efelenerek saklamaya çalışır. Âdetâ bir hükümdâr gibi davranır, arka arkaya idâm fermanları imzâlar, bu cezâlar âlâ-yı vâlâ ile infâz edilir.
Cemâl Paşa’nın, Tiflis’de, Rus gizli servisinin ipini çektiği Ermeni maşalarınca şehîd edilmesi, elbette her Türk vatanperverinin gönlünü ve vicdânını sızlatır. Bunda, kimsenin şüphesi de, sorusu da yoktur. Ne var ki, 1908’de, hâlâ Dünyâ’da îtibâr sâhibi olan; Rûmeli, Orta Doğu ve Kafkasya’da, Anadolu’nun tabiî devâmı vatan topraklarını elinde tutan bir Türk devletini, 10 yılda susuz dere kıyısına bırakıvermenin, mantıklı bir açıklaması yoktur. Cemâl Paşa, elde edilen bu hesapsızlığın baş aktörlerindendir.
Cemâl Paşa, Şâm’da, kendi ülkesinin şehri diye bulunuyordu ve Şâm’la berâber bütün Suriye’yi kaybetti. Şimdi, Şâm’ın kendisi de, şekeri de bize âit değil…