Daha sokak kapısına, paspasına yansır kimliği, siner kokusu. Açılan kapı aslında gönlüne açılıyordur. Açılmışsa eğer…
Bir kadınken ben bile severim arkadaşlarımın kendi mis kokan elleri, hâllerini dillendiren tarzlarıyla ruhlarına yuva kıldıkları evlerini. Tercihlerini. Tercihleriyle çizdikleri sınırlarını. Ve evlerinin her karışında, her köşesinde hissedilen görünmeyen imzalarını.
Ve hep öğrenirim, her açılan kapıdan. Kapıların ardındaki sözsüz dilden. Buram buram dost kokan şen yuvalardan. Hoş, her yuva da her zaman şen olamaz ya. Şen olmasa da şenlikli görünmeyi başarır ama. Kadının fendidir bu. Hayatı alt eden fendi. İçi hangi iklimde olursa olsun, ya da ailesinin, o şen maske her vakit kapı kolunda hazırdır. Zilden yükselen sesle birlikte takılıverir çarçabuk şenlik maskesi. Şen açılır kapı daima, saçılan en tatlı tebessümle birlikte… Örtercesine gizli kalması gereken ne varsa..!
Evidir kadının ömrü…
Her sakini ile. Canlı cansız fark eder mi? Her ne varsa eve ait, kadına aittir gerçekte. Halılar, paspaslar, bardaklar, tabaklar, fincanlar, perdeler, tablolar, fotoğraflar, terlikler, havlular, çarşaflar, kitaplar, dergiler, mantar panoda ki notlar, buzdolabında ki magnetler, mutfak çekmecesinde ki kurulama bezleri, raflarda baharatlar, kilerde turşular, reçeller, konserveler, banyoda deterjanlar, misafir için bırakılan temiz tek kullanımlık küçük el havluları, kolonya, kokulu küçük sabunlar… Çekmeceler; daima mis kokan çamaşırlar. Tamir aletleri, dikiş malzemeleri, şişleri, tığı, ipleri, örnek mecmuaları… İlk yardım dolabı, ağrı kesicileri, gazlı bez, tendirdiyot, oksijenli su… Biblolar… Kim bilir hangi zamanı, kimi, hangi yaşanmışlığı üzerinde taşıyan evin her yanına dağılmış armağanlar. Balkon. Belki bir küçücük sigara ve kahve köşesi. Çokça düşünüp çokça ah’lar üflediği havaya. Çok şeyi kafasında bitirip asla nokta koyamadığı, en çok kendini dinleyip, en çok kendiyle konuştuğu bir küçücük köşe. Ve sandık. Çeyiz sandığı. Bir ömür kendisine yetecek her türlü duyguyu bohça bohça baba evinden taşıdığı, telsiz duvaksız gelin sandık. Açıp açıp sakladıklarını, yeniden yeniden sarıp sakladığı, dolup dolup taşmayan, bir o kadar ağır, bir o kadar tıkabasa sandık. Gönlünü sakladığı…
Evidir kadının ömrü…
Teli duvağı ile girip kefeniyle çıkmaya and içtiği.
Varsa kedisi, kuşu, köpeği, saksıda çiçekleri… Hepsiyle bir olmuş, bir’leşmiş kadın. Ruhunu işler nakış nakış evine. Şen kahkahaları ile açarken perdeleri, deterjan yerine çok kez göz yaşlarıyla ovarak temizler halısını, parkesini, tozunu, isini.
Evidir kadının ömrü…
Yıkılırsa kadın, dönerse yüzünü kendisine, kaçarsa içine; o ev, mâlikane de olsa bir göz ev de… Ruhsuz kalır, cansız kalır, kimliksiz kalır.
Ve tüm bu ev varlıkları, ait oldukları kadın kadar vardır. O giderse bir gün bir şekilde, hepsi öksüz, hepsi yetim, hepsi ömürsüz kalır..!
Evidir kadının ömrü…
Duvarları arasında olabildiğince özgür.
Olabildiğince tutsak.
Hayalleri kadar var, kırgınlıkları kadar yok.
Dünleri kadar tükenmiş, umutları kadar yeniden.
Evidir kadının ömrü…
Sevgisi kadar güvenli, sevildiği kadar güçlü.