Fâtih Sultan Mehmed Hân, Midilli Adası’nı fetheylediğinde, bir bölük askerini orada muhâfız olarak bırakır. O muhâfızlardan biri Vardar Yenicesi’nden sipâhî Yâkûb Ağa’dır. Yâkub Ağa, Midilli’de evlenir ve dört oğulcuğu olur. Yaş sırasına göre bu oğullara İshâk, Oruç, Hızır ve İlyâs adları verilir. Askerlik vazîfesinden emekli olduktan sonra da Midilli’den ayrılmayan Yâkûb Ağa, adanın bereketli toprağından çömlek ve desti yapmayı öğrenir. Babalarının yoğurup pişirdiği bu çömlek ve destileri, civâr limanlarda satmaya başlayan oğullar, denizle hem-hâl olurlar ve hepsi de “reis”unvân ve sıfatını kazanırlar.
Yâkub Ağa’nın oğlanları, kırmızımtrak sakallı olduklarından, bilhassa Frenk gemicileri, onlardan bahsederken “kırmızı sakallı” mânâsında “Barb+rossa” tâbirini kullanırlar. Bu söz, zamân içinde o güzelim endâm ve heybete kavuşup “Barbaros” şeklini alır. Yakub Ağa’nın dört oğluna birden “Barbaros Karındaşlar / Barbaros Kardeşler / Barbaroslar” denmiştir, ammâ, bu tâbirle en çok kastedilen kişi, Hızır Reis olmuştur. Yaş sırasına göre, kardeşlerinin üçüncüsü olan Hızır Reis, yapıp ettiği işlerin İslâmî yönü yüzünden “Hayreddîn” adına da lâyık görülmüştür. Akıp giden zamân içinde, Hızır ismi ikinci plâna düşmüş, o, hep “Hayreddîn Reis / Hayreddîn Paşa / Barbaros Hayreddîn Paşa”bilinmiştir.
Barbaros Kardeşler’den en küçüğü, yâni İlyâs Reis, ağabeyi Oruç Reis’le çıktığı bir deryâ seferinde, Rodos Şövalyeleri’nin baskınına uğramış ve şehîd olduştur. İlyâs, Yâkûb Ağa’nın şehâdet şerbeti içen ilk oğulcuğudur.
İshak Reis, dört kardeşin en büyüğü idi ve Cezâyir’de, Benî Reşîd veyâ Kılâ’ denilen kaleyi, İspanyollar’a karşı müdâfaa ederken şehîd olacaktır. İshâk Reis’in yanında bulunan ve cenge giren bütün gâzî yoldaşları da, şehâdet makâmına çıkmışlardır. O cenkten sağ çıkan Türk olmamıştır. Böylece, Yakûb Ağa’nın bir oğlu daha şehîdler kervânına katılmıştır.
Yaş sırasında ikinci olan Oruç Reis, giriştiği bir cenkte bir kolunu kaybetmiş, daha sonraki ömrünü tek kol ile tamamlamıştır. Oruç Reis, Cezâyir’de bir devlet kurmuş ve o devletin sultânı olmuştur. Kardeşi Hızır Reis’le birlikte, âhenk içerisinde Cezâyir Ülkesi’ni idâre eden Oruç Reis, Telemsan Kalesi’nde iken, gelen kalabalık İspanyol ordusu ile cenkleşmiş ve aylarca süren bir kuşatmayı yararak düşmana ağır zâyiât verdirmiştir. Ne var ki, Oruç Reis’in buyruğu altında, kala kala otuz dokuz çatal yürekli yiğit kalmıştır. Buna rağmen cenk meydânından çekilmeyen Oruç Reis, Salado Nehri’nin kıyısında, otuz dokuz yiğidi ile kılıç sallamış, sonunda başta kendisi olmak üzere, kırk Türk bahâdırı, şehâdet şerbetini içmiştir.
Yâkub Ağa’nın dört oğlundan üçü, giriştikleri cenklerde şehîd olmuştur. Dünyâ sivil ve dahî askerî denizciliğinin, tereddüdsüz en büyük ismi olan Barbaros Hayreddîn Paşa, işte bu üç şehîd reisin deryâ mîrâsını omzuna alarak târîh sahnesine çıkmıştır.
Şâyet bir gün yolunuz İstanbul’da Beşişktaş İskelesi’ne ve o iskeleye nâzır meydâna düşerse, orada bir heykel ile hemen yanında duran türbeye dikkatle bakınız. Heykel de, Koca Mîmâr Sinan’ın elinden çıkmış türbe de, Barbaros Hayreddîn Paşa’ya âittir. Hem heykelde, hem de türbede, şehîd olan üç karındaşın sîmâlarını da hissetmek için heykelin arkasına bakınız. Orada, Yahyâ Kemâl’in âbide şiiri “Süleymâniye’de Bayram Sabâhı”nın son bölümü yazılıdır:
“Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar`dan mı? Tunus`dan mı, Cezâyir`den mi?
Hürr ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmuş Ay’a baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?”
İlyâs, İshâk ve Oruç Reislerin azîz hâtırâları, o mübârek gemilerin içinde duruyor..