Evvel Bahâr Geldi Geçiyor

            

Türkçede “bahâr” adını taşıyan iki mevsim olmasına rağmen, bu kelime tek başına telâffuz edildiğinde, hep “ilkbahâr” aklımıza gelir.  Söyleyen de, yazan da, dinkeyen de, okuyan da, bunu böyle anlar.            

Seyyid Murâdî merhûmun, Barbaros Hayreddîn Paşa’dan dinleyip yazdığı “Gazavât-ı Hayrü’d-dîn Paşa”da, şânlı Deryâlar Sultânı’nın, yâni Barbaros Hızır Reis’in, Cezâyir mütegallibesine hitâbında,  XVI. asır Türkçesinin billûr sular gibi akan şu cümlesi yer alıyor:            

“Bunlarun ılıcak[1] mevsimleri terle kesilüb ve koyun hakkı geçüb ilk yaz[2] olıcak virile, denmiş. İşte, bu mikdâr üzerine kayd olmuş. Pes, öyle olıcak, sizler bu yıldan vâki’ olıcak hukûkı, heb almışsız. Durub varun, yine kışlan.[3] Yine andan sonra ilk yaz olıcak, gelün, heb, hakkınuz ne ise, bir eksüksiz virülsin.”           

Hayreddîn Paşa, bu cümleyi kurduğunda, Cezâyir Türk Devleti’nin Sultânı’dır. Yâni, o bir devlet reisidir ve kendi bildiklerini okumaya cür’et eden Cezâyir şeyhlerine, hadlerini bildirmektedir. Burada geçen şeyh sözü, toprak ağası, derebeyi, mânâsınadır. O şeyhlere verilecek olan da, altın cinsinden paradır. Bu Barbaros satırlarının, târîhî, sosyal ve iktisâdî daha nice temâs edilecek tarafı vardır. Lâkin, esas kıymet ve değeri, Türk dili başlığı altında ortaya çıkmaktadır. Murâdî ceddimiz, bu kısa paragrafda, ilkbahâr yerine geçen şu ifâdeleri kullanıyor:                 

“Ilıcak mevsimleri terle kesilince / koyun hakkı geçip ilk yaz olunca.”             

Lûtfen, bu sımsıcak ve dahî sarıp sarmalayıcı kelime, tâbir ve ibârelerin, on altıncı asırda söylenip yazıldığı unutulmasın. Bizim, aslını inkâr eden eğitim sistemimizde, on altıncı asır Türkçesinden bahsedilirken, hep bühtân cümleleri kurulur. Veysî ve Nergisî satırları hatırlatılır, sâdece fiilleri bitiren “-dir, -dir, -cek, -cak, -mış” gibi eklerin Türkçe olduğu, ilâç prospektüsü kabîlinden metinler gösterilir. Murâdî’nin, Yûnus’dan ve Karacaoğlan’dan mülhem Türkçesinden aslâ söz edilmez. Çünkü, Murâdî’ye ulaşmak için kütüphâne raflarında dolaşmak lâzımdır. Bu iş ise, zahmetin ötesinde, bir külfet olarak görülmektedir.             

Türk ordusu ve donanması, şâyet bir düşman hamlesi ve tehlikesi yoksa, kendi irâdesi ile eştiği seferlerine hep Nîsân ayı içinde çıkardı. Târîhimize şân ve şeref veren nice kara ve deniz zaferinin, yaz sonuna veyâ sonbahâr içine rastlaması, hep bu Nîsân gözetlemesindendir. Nîsân, hem bahârın, hem de yağmurun, yâni bereketin, yâni tâzeliğin müjdecisi bir kutlu aydır. Nîsân, bizim zafer doğuran ayımızdır. Nîsân’dan Ağustos’a uzanan zamân dilimi içinde, Murâdî rahmetlinin dediği ılıcak mevsiminin kesildiği ve koyun hakkının geçip ilk yazın geldiği şen ve şâtır bir vakit vardır. O vakit, Türk’e dâimâ zafer ve fetih sahîfeleri açmıştır.               

Evet, evvel bahâr, ilk yaz, yâni ılıcak mevsiminin terle kesildiği ve koyun hakkının geçtiği günler geldi ve dahî geçiyor. İnşâallâh, Türk’ün zafer ve fetih defterleri yeniden açılır, Âlem’e Türk’ün emeli ve niyâzı saçılır..

 

      

 

[1] ılıcak mevsimi: ılıkça, az ılık mevsim.

[2] ilk yaz: bahâr, ilkbahâr.

[3] kışlan: kışlayın, kış mevsimini geçirin.

Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen