Abdullah NEHİR
Son yıllarda ilgi odağı hâline gelen ve Erzurumluluğu aşikâr olduğu hâlde memleketi tartışma konusu yapılmaya çalışılan Hüseyin Avni Ulaş, Nurettin Topçu’nun millet mistiklerinin başında gelmektedir. Hüseyin Avni Ulaş Bey’i yeniden dikkatlerinize sunmaya çalışacağım bu yazıda merhum Ulaş’ın hayatına dair bilgilerin kaynağı Muammer Çelik Bey’in “Erzurumlu Hüseyin Avni Ulaş” kitabıdır. Hüseyin Avni Ulaş’ın kişiliği, millî hadiseler karşısında duruşunu ise Nurettin Topçu külliyatı, Hareket Dergisi Hüseyin Avni Ulaş sayıları ile ortaya koymaya çalışacağım.
Hüseyin Avni Ulaş kimdir?[1]
Hüseyin Avni Erzurumlu idi, su katılmamış bir Dadaştı ve politika ile uğraşmamıştı; ama politika diye bir şey olduğunu çok iyi öğrenmiş, politikanın ürpertecek kadar iğrenç yanlarını da, yapıcı, yarar sağlayıcı kuvvetlerini de görebilmiş, öyle veya böyle olmasının karakterlere ve kafa yeteneklerine bağlı bulunduğunu anlamıştı. Dışarıda, özel hayatın da yapmadığı şeyi çoktandır Meclis’te yapıyor ve mebuslara da, Ankara’yı dolduruveren ve bir görünüp bir kırklara karışan, sonra yeniden ortaya çıkan beylerle, beyefendilere de, artık, asıl karakterlerini yakalamak, kafalarının içini okuyabilmek hırsıyla bakıyordu. (Firavun İmanı/Tarık Buğra)
1887 (1303)’de Erzurum’un Kümbet köyünde doğan Hüseyin Avni, Gençağazade Musa Bey’in oğludur. Annesi Kümbetli Mehmet kızı Münire Hanım’dır. Musa Bey’in ve Münire Hanım’ın Hüseyin Avni, Hafız Hakkı, Hüsnü Mustafa, İhsan ve Binnaz Hanım olmak özere beş çocukları vardır. Hüseyin Avni Bey ortanca çocuklarıdır. On bir yaşına kadar köyde kaldı. Köyünde Halil Efendi’den ilk eğitimini gördü. Şimdilerde Kümbet köyü Erzurum merkeze 15 km mesafede 70 haneli bir köydür.
Hüseyin Avni Ulaş, 1901’de Erzurum İdadisinin ziraat şubesinde altı yıl okudu. 1906’da İstanbul’a geldi. Liseyi Vefa Sultanisinde tamamladı. Ticaret Mekteb-i Alisinde iki yıl okuduktan sonra 1908’de Mekteb-i Hukuk’a geçti. İstanbul’da Erzurum’dan aile dostları olan, Topçuzâde Ahmet Efendilerin (Nurettin Topçu Hocanın babası) yanında okumaya başladı. Hukuk Mektebi’ni (Devlet-i Âliyye-i Osmaniye Darülfünûn-1 Osmanî Mezuniyet şahadetnamesi ile “âlâ derecede”) dört yılda bitirdi (10 Eylül 1328-23 Eylül 1912). 29 Kasım 1913’te İstanbul’da stajını tamamlayarak avukatlığa başladı. Dokuz ay gibi bir süre Sirkeci Kosova Hanı’ndaki bürosunda mesleğini yaptı.
Hüseyin Avni Ulaş 20 Temmuz 1914’te askere gider. İstanbul Talimgâhında eğitimini görür. Yedek subay, teğmen ve üsteğmen olarak askerliğini Şevket Süreyya Aydemir’inde bulunduğu; 9. Kolordu, 9. Fırka, 17. Alay, 50. Tabur, 2. Bölük’te yapar. Ruslar ile savaşır. Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde dört sene savaşır. Burada Ermeni komitalarını yakından tetkik etme imkânı bulur ve böylece düşmanı hakkında bilgi sahibi olmuştur. 1918’de Bitlis ve Kars’ın kurtuluşuna katılır.
Dokuzuncu Fırka Kumandanı Rüşdi Paşa’nın emrinde ihtiyat zabiti olarak görev yapan cesur ve akıllı Hüseyin Avni Bey, Kasım 1918’de terhis olunca Kars’ta “Millî İslâm Şurası” kuruluna fahri hukuk müşavirliği yapar. Daha sonra Rüşdi Paşa’nın tavassutu ile Erzurum’a gelerek İstihlas-ı Vatan Cemiyeti’ne katıldı. Çalışmalarını bu cemiyette yürüttü. İzmir’in İşgali’ni protesto eden öncülerden ve Cemiyet’in “İkinci Mıntıka Reisi” olarak üstün gayretlerle çalıştı. Harpten sonra Erzurum Malî Müşavirliğine tayin olunur.
Hüseyin Avni Bey, Erzurumlu olmasına rağmen Erzurum Kongresi’ne Doğu Beyazıt delegesi sıfatıyla katılmış ve müzakereler sırasında kayda değer hizmetler göstermiştir.
Şark Müdafaa cemiyetleri arasında Erzurum ve Trabzon şubelerinin ön ayak olmasıyla Erzurum Kongresi’nin 10 Temmuz 1919’da toplanılması kararı alınmış fakat yeterli sayıda delege toplanamadığı için 10 Temmuz kongresi gerçekleşememiştir. Hüseyin Avni Bey’in de içinde bulunduğu şube üyelerinin gayretleri sonunda semeresini verdi. Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Orbay’ın katılımı ve özellikle Kazım Karabekir Paşa’nın fiilî destekleriyle Kongre 23 Temmuz 1919’da toplanmıştır. Hüseyin Avni Bey, kongre süresince hem mesleki tecrübesini hem de teşkilatçılık melekesini fevkalade kullanmayı bilmiş ve görüşmelerin verimli geçmesinde emeği geçmiştir.
Hüseyin Avni Bey, 12 Ocak 1920 tarihinde otuz üç yaşında İstanbul’daki son Osmanlı Meclisi Mebusanı’na Erzurum mebusu olarak katılmıştır.
Hüseyin Avni, 23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi’ne Meclisine de yine Erzurum milletvekili olarak katıldı. Millet Meclisi’nde görgüsü, bilgisi ve cesaretiyle vatanperverliğin verdiği ruhla, kendini sevdirmiş mecliste ikinci gurubun hatibin hatibi olmuştur. Onun ülkemiz genelinde tanınması Meclis’te yaptığı her biri “Siyasi Hitabet Şaheseri” olan çok delilli ve açık sözlü mertçe konuşmaları sayesinde olmuştur. Seçim bölgesi Erzurum’da Eylül 1920’de 15. Kolordunun Ermenistan’a karşı bir harekât ihtimaline binaen halktan toplanan erzak ve askeri malzemeler Ulu Camii’nde saklanmıştır. Harekât başlamaz. Buradaki silah ve cephaneler, erzak ve terk edilmiş mallarda yolsuzluklar, kanuna aykırı vergi toplamaları, baskı ve zorbalık halkı çok incitmiş. Erzurum’da halkın galeyana gelmesine neden olan bu olay karşısında Erzurum mebusları Adliye Vekili Celâlettin Arif ve Hüseyin Avni beylerin Erzurum’a gelmelerine neden olur. Erzurum’a geliş gayeleri vali vekili hakkındaki dedikoduları halletmek, vilayete seçimle bir vali atamaktır. Olaylar karışık hâl alır. Hüseyin Avni Bey’in dirayeti ile halkla memurların açılan arası düzeltilir. Meclis’te Adalet, Milli Savunma, Anayasa, Malî Kanunlar, PTT ve Bütçe Komisyonlarında çalıştı. İkinci Toplantı yılında Malî Kanunlar Komisyonunun Başkanlığını, Anayasa Komisyonunun kâtipliğini ve PTT Komisyonunun sözcülüğünü yaptı. Mali Kanunlar Komisyon Başkanlığını Üçüncü Toplantı yılında da sürdürdü. Meclis’te gelişen olaylar sonrası, 10 Mayıs 1921’de Müdafaa-1 Hukuk grupları teşkilinde İkinci Grup’u kurdu. Hemen her konuda bilgi sahibi olduğu için söz alıp konuştu. Doksan üçü gizli oturumlarda olmak üzere dört yüz dokuz konuşma ile Meclis’in kürsüde en çok meselelerin üzerine giden hatibi oldu. Ayrıca dokuz soru önergesi verdi. Şerefli bir muhalefetin sınırlarını çizdi, öncülüğünü yaptı. Etkili hitabetinden dolayı iki kere Meclis İkinci Başkanlığına seçildi.
Hüseyin Avni Bey, gözetim altında olduğu için siyasetten uzak kaldı. 13 Kasım 1929’da İstanbul’da İsmail Hakkı Paşa’nın dul kızı Ferhunde Hanım’la evlendi. Kanlıca ‘da kayınpederi vefat edene kadar oturdu. 1930’da tek çocuğu Mehmet Nurettin Ulaş dünyaya geldi. Ömrü boyunca badireli bir hayat yaşayan Hüseyin Avni Bey evliliğinde mutludur.
Doktorasını Sorbonne’da tamamlayan Nurettin Topçu yurda döndüğünde, Galatasaray Lisesi’ne Lisesine felsefe öğretmeni olarak tayin edilir (29 Kasım 1934). Çocukluğu ve gençliğinden beri hayranlıkla takip ettiği Hüseyin Avni Bey’in “üvey” kızı Fethiye Hanım’la evlenmek ister. Bu isteğinde Hüseyin Avni Bey’e daha yakın olmak isteğinin de olduğu söylenir. Nurettin Topçu 12 Kasım 1935 tarihinde evlenir. Düğün günü akşamı Nurettin Bey İzmir Lisesi’ne Lisesine yurt bilgisi dersi vermek üzere tayin olur. İzmir’e tayin Nurettin Topçu’nun evliliğinde sıkıntılar yaşanmasını getirir ve 15 Kasım 1937’de evlilik son bulur.
1939’da İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı, Refik Saydam’ın başbakanlığı döneminde, geçmiş yıllarda gözden ırak tutulan birçok isme imkân sağlanmıştır. Hüseyin Avni Bey’de kendi başvurusu ile 7 Temmuz 1939’da İstanbul 5. Noteri olarak tayin olmuştur. Hüseyin Avni Bey, geçimini sağlamak için mecbur kaldığı noterlik işini pek de severek yapmasa da iktisaden ferahlamış Bundan sonra sürekli siyasi faaliyetlerde bulunmaya çalışmıştır.
Hüseyin Avni Bey 1945’de, Nuri Demirağ’la beraber Milli Kalkınma Partisi’ni kurdu. Partinin İdare Heyeti’ndeydi. Aralarındaki anlaşma ve iş bölümüne göre, Nuri Demirağ maddi yükü çekecek, siyasi yönetimi ise Hüseyin Avni Bey’e bırakacaktı. Dönemin önemli zenginlerinden olan Nuri Demirağ, hükümeti İsmet İnönü ile çatışma hâlindeydi. Çok geçmeden kurulan partinin böylesi bir husumetten beslendiği anlaşılıyordu. Bu tarz onun siyaset anlayışına uygun olmadığından partiden Kasım 1945’te istifa etmiştir.
Hüseyin Avni Ulaş 1948 senesinde Millet Partisi kuruluşuna katkıda bulunmuştur. Ömrünün son yıllarında “Müessesan Meclisi” (Kurucu Meclis) kurmayı hedefliyordu. Gözlerinden rahatsızlığı bu çalışmalara fırsat vermemiş 22 Şubat 1948’de hastaneden çıkalı bir ay olmuşken bir pazar günü evinde Hakkın rahmetine kavuşmuş İstanbul Kandilli Küçüksu Kabristanı’na defnedilmiştir. Mekânı cennet, makamı âli olsun.
Hüseyin Avni Ulaş’ın ölümü dolayısıyla Erzurum Belediyesinden İstanbul’daki ailesine gazeteler vasıtası ile şu telgraf gönderilmiştir: “Yurt içinde samimî düşüncelere müstenit değişmeyen karakter ve imanı ile inkılâbımızın tekâmülü uğrunda her türlü gayret ve mücadeleden geri durmayan ve Milli Mücadele boyunca yaptığı hizmetleri, bıraktığı temiz hatıraları ile milletin kalbinde yer alan değerli hemşerimiz Hüseyin Avni Ulaş’ın ölüm haberinin çevremizde uyandırdığı derin teessürü, şehrimiz namına ailesi efradına arz etmeği bir vecibe sayar, bu hususta gazetenizin tavassutunu rica ederim.” Erzurum Belediye Başkanı Kâzım Yurdalan
Nurettin Topçu’nun Hüseyin Avni Ulaş’ı;
Hüseyin Avni Ulaş, Nurettin Topçu’nun millet mistiğidir. Topçu millet mistiğini “Millet mukaddesatının yaratıcısıdır. Millet mistikleri hizmetlerine karşılık istemezler, alkış dilenmezler. Namlarına heykel diktirmezler. Onlar kendilerini halka takdim etmezler ve hepsi de öldükten sonra hakkıyla öldükten sonra anlaşılırlar. Milletimizin ruhunu onlar yaşatırlar.” cümleleri ile izah etmiştir. Topçu, millet mistiği kavramını çocukluğundan itibaren hayranlıkla takip ettiği Hüseyin Avni Ulaş’tan yola çıkarak mı geliştirdi, yoksa zaten var olan kavramı Hüseyin Avni’de mi gördü bilinmez ancak her iki hâlde de ‘’millet mistiği’ ifadesinin Hüseyin Avni Ulaş için biçilmiş bir elbise olduğu kesindir.
Nurettin Topçu’nun yetişmesine bir ömür emek verdiği “gösterişsiz ve nümayişsiz, ruh cephesinin maden işçisi” ve yine“yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli” insan tipine örnek olduğuna inandığı kişiler için yazmış olduğu portre denemelerinde Akif’ten sonra en çok yazıyı Hüseyin Avni Ulaş için yazmıştır.
Nurettin Topçu, Hüseyin Avni Ulaş’ın meclis çalışmalarını “Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na iştirak etti. Burada beş ay çalıştıktan sonra Anadolu’ya kaçtı ve Ankara’da açılan Millet Meclisine iltihak etti. Hüseyin Avni’nin bu mecliste üç sene süren mebusluğu cihanın demokrasi ve hitabet tarihine şeref olacak sayfalarla doludur. Vicdanı memleket hayatından aldığı hudutsuz ilhamlarla kaynaşıyordu. Yüksek rütbelerin, ömrünü saray emrinde çalışmakla geçirmiş şöhret severlerin karşısında pervasızca ’’ben köylüyüm ve bütün ilhamımı köylüden aldım!’’ diye bağırmaktan çekinmedi. Bu meclisin mütevazı duvarları arasında az zaman sonra şahsi menfaatlerle vatanperverlik ve hamiyet karşılaşacaktı. Hüseyin Avni, vezneye çevrilmiş hasis menfaatlerle diktatörlük emellerini keşfetmekte gecikmedi ve bu cephenin karşısında hamiyet, namus ve cesaretten bir kale gibi dikeldi. Milletin varlığına siper, hürriyet ve eserini tarihe vermiş olan bu meclisin en azametli sembolü, oldu. Kendisinin “cerahat çeşmesi” adını verdiği devlet veznesi etrafında kaynaşan küçük mahlûkları, millet için çalışır gözükürken menfaatlerinin saltanatını kuran sahtekâr varlıkları insanlık safında gördükçe ıstırap çekiyordu. Demokrasiye hayranlığı, aşk derecesinde, vecd derecesinde, tapınma derecesinde idi. Hüseyin Avni Meclis’e sığmıyordu. Mustafa Kemal Paşa Meclis’in zekâ ve maharet tarafını, o ise aşk ve heyecan tarafını temsil ediyordu. Mebuslar, Mustafa Kemal Paşa’nın kendi üzerlerinde otoritesini, Hüseyin Avni’nin ise kalplerinde saltanatını hissediyorlardı. Cumhuriyet meclisi, demokrasinin bu en fedakâr kahramanını, içerisine almamıştı. Hüseyin Avni, Meclisteki Allah’a doğru birer atılış olan hareketlerinin sarhoşluğuyla yirmi beş sene mest yaşamıştı.” cümleleri ile anlatıyordu.
Topçu onun mücadeleci kişiliğinden “Hüseyin Avni’yi anlayabilmek için, başka insanlarla mukayeseler yapmak doğru olmaz. Bunun için bir insan metafiziği yapmak veya Kur’an’daki insan idealini hakkıyla kavramak lazımdır. Ondaki büyüklük, insanlığa verdiği büyük kıymette görülüyordu. İnsanlığa, insanüstü bir imanla inanıyordu. Ondaki demokrasi aşkının sırrı ve politika bilmeyişinin sebebi işte bu iman olmuştu. 1934 [1935] seçimlerine siyasî bir mücadele ile başlayan iştiraki onu tehlikelerin her türlüsüne attığı bir anda ailesi ve dostları kendisine bu felâketlerden korunması için bu işlerden vaz geçmesini söylediler ve yalvardılar. O zaman “Hüseyin Avni’nin cevabı, Hazreti Muhammed’in dini yaymaktan vazgeçmesini kendisine tavsiye eden “Ebu Talib’e verdiği şu cevaptan farksızdır: “Vallahi amca, Güneşi sağıma, Ayı soluma koysalar yine bu isten vazgeçmem!” Hüseyin Avni de, “Köprünün üstünde evladımla karımı, üzerlerine gaz yağı dökerek yaksalar yine millet mücadelesinden dönmem” diyordu. Peygamberlerin her birini Allah bir büyük imtihanla denemişti. Hüseyin Avni’yi hayatının başından sonuna kadar menfaatini istihkar imtihanı ile denedi.” bahsediyordu.
“Davasının temeli hâkimiyetti. Millet hâkimiyeti, hem içeride, hem dışarıda çiğnenmişti. Hakkın çiğnendiği yerde en kuvvetliden zerre kadar perva etmeksizin sahneye atılan da o oldu. Az zamanda Meclis’in ruhu oluvermişti. Hüseyin Avni’nin kurduğu muhalefet, iktidar sandalyesi için değil, millet davası için cephe almıştı. İhtirası değil, fazileti temsil ediyordu. Hakikatin anlayışsızlığa kurban edileceği yerde o akl-1 selimi hâkim kılıyor, hakkın çiğnendiği yerde Allah’ın çekilmiş kılıcı oluyordu.”
Nurettin Topçu, “Hüseyin Avni’nin insanda aradığı, karakter ve kanaat sahibi olmaktı. Yüksek mevkilerin insan için kuvvet olmadığına inanıyordu. Kuvveti ruhta arıyordu. Milletin ruhunda inkılâp yapılmasına taraftardı. Şekil ve kıyafet değiştirmelerine inkılâp diyemiyordu. Millet enerjisinin bu sahalarda harcanmasına tahammülü yoktu. Millî Mücadele devrini temsil eden Kuvâ-yı Milliye ruhunun millette devamlı olmasını istiyordu. Millet dâvasının hukuk ve ahlâk dâvası olduğuna kaniydi.” cümleleri ile Hüseyin Avni Ulaş’ın şahsında millet mistiğini tarif ediyordu.
Hüseyin Avni Ulaş Bey’in bir meclis konuşmasını buraya naklederek onun muhalefetinin mahiyetini okuyucunun insaf ve idrakine sevk edeceğim. “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, tüm ulusu içine alan bir ulusal dernek olmaktan çıkıyor, Meclis’teki Birinci Grup’un siyasi partisi durumuna giriyordu. Nitekim grup içtüzüğünün dördüncü maddesi bu kanıyı pekiştiriyordu. Bu maddeye göre, meclisteki grubun yönetim kurulu, bütün yurttaki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin de yönetim merkezi oluyordu. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, bütün milli mücadelecileri içine alan bir kuruluş olma niteliğini yitiriyor, sadece Mustafa Kemal Paşa’nın kabul ettiği mebusların topluluğu oluyordu. Çünkü istenenler gruba alınıyor, istenmeyen alınmıyor ve niçin alınmadıkları açıklanmadığı için de, grubun dışında kalan mebuslar milli mücadeleye karşıymış gibi bir duruma düşüyorlardı. Oysaki böyle bir esas yoktu ve mesela Yunus Nadi Bey, İttihatçı olduğu gerekçesiyle alınmamıştı. (D. Arıkoğlu, Hatıralarım: 226) Buna karşılık, Trabzon mebuslarından yerli olmayan Hamdi Bey [Nebizade] alınmıştı da yerli olan Ali Şükrü Bey alınmamıştı. Gruba alınmayanların içine düştükleri bu zor ve şüpheli durum onları çok üzdü. Böyle bir grubun kurulduğunu ancak gazeteden öğrenebilen Erzurum Mebusu Hüseyin Avni [Ulaş] Bey, konuyu meclis kürsüsünde dile getirerek şöyle dedi:
—Bu grubun ilkesi, yediden yetmişe herkesin ilkesidir. Bütün millet bu grubun içindedir. Ben de ayrı değilim. Ben de sizdenim. Ayrılık doğru değildir. Anadolu’da, yarın, “Mecliste bu amaca aykırı kimseler varmış” diye bir düşünce doğar. Birlik zedelenir. Mecliste bu amaca karşı kimse yoktur. Grubun programı, milletin programıdır. Ben de bu gruptanım ve bu grubun temeliyim. Beni dışarıda bırakmak doğru bir şey değildir. Rica ediyorum ki, grubun programını Meclis Genel Kuruluna getiriniz de hepimiz kabul edelim. Dünya bilsin ki, mecliste buna karşı kimse yoktur. İşte ben bunu ilan ediyorum. Benim için bu, esaslı bir görevdir.” (Mahmut Goloğlu/Milli Mücadele Tarihi 4 1921-1922 Cumhuriyete Doğru)
Hüseyin Avni Ulaşın vefatından sonra onu konu alan Hareket dergisi Nisan 1948 sayısında Erzurum’da adının yaşatılması talep ediliyor ve bu hususta birtakım istekler sıralanıyordu. “Hüseyin Avni ile Erzurum kahraman bir evlâdını kaybetti; Türklük hürriyetine bir kurban verdi. Erzurum Kongresi’ni başaranların başında, Birinci Meclis’teki hürriyet ruhunun muhafızı olan bu insan, kendine zafer alkışları arasında heykel diktirerek ölmedi. Bütün ömrünce şahsî iddia ve menfaatleri namerde teslim eden Hüseyin Avni, vicdanını bir gün bile en korkunç saldırışlara teslim etmedi, yapayalnız korudu ve bu halile hepimizi, pek çok dostları da dâhil olarak, herkesi şaşırttı.
Erzurum hemşehriliğini her zaman millî mukaddesat arasında sayan Erzurum’un bu büyük evlâdını, temenni ediyoruz ki Erzurumlular gelecek nesillere unutturmasınlar. Ta ki çocuklarımız büyük hemşehrilerinin manevi huzurunda, namus, hamiyet ve fazilet dersini Allah’tan bir ilham olarak vicdanlarında duysunlar. Biz biliyoruz ki Erzurum’un ve bütün Anadolu’nun çocukları yakın bir istikbalde, mâneviyetlerine hâkim olacak büyük ruhlar ve o ruhları aksettiren temiz çehreler aradıkları zaman tâ yanlarında Hüseyin Avni’nin yüzünü iradelerinde onun ruhunu bulacaklardır. Ruhu her zaman bize hâkim olacak olan Hüseyin Avni’nin hatıralarımızı canlandıracak ve yeni nesillerde de yaşatmaya vesile olacak bir büstünün Erzurum’da münasip bir yere, faraza 1919 da mebus seçildiği zaman halka ilk hitabesini verdiği vilâyet konağının karşısındaki Belediye bahçesine dikilmesi için Erzurum Belediyesinin hemen teşebbüse geçmesini temenni ve ümit ediyoruz. Aynı zamanda Erzurum’da mühim bir caddeyi onun ismim ile adlandırmak da pek yerinde bir teşebbüs olur. Büyük milletler, büyüklerini kırbaçları ile değil, kalpleri ile tanıyanlardır. Erzurumluların kadirşinaslıklarına güveniyoruz.” (Mecmua/Hareket Dergisi Nisan 1948)
Hüseyin Avni Ulaş’ın anlatılmaya gayret gösterilen satırlarda kadim dostu Mehmet Akif’i anmadan bitirilmiş yazı eksik olur düşüncesi ile Hasan Basri Çantay’ın bir hatırasını buraya naklediyorum. Şöyle ki;
Birinci devrede gösterdiği celâdete herkes gibi İstiklâl marşı şairi (Akif) de meftundu. Bir gün bana kapalı bir zarf gösterdi. İçinde bir kıt’a vardı ve üzerinde de «Bu zarf Avni Bey’in irtihalinden sonra evlatları ve ailesi tarafından açılacaktır» ibaresi yazılı idi. Konuştuk: Üstat, zarfın kapalı olması, bu kıt ‘adan Avni Bey’in haberdar edilmemesi neden?
–Sözlerini ilhamı rabbani ile söyleyen bu zatın kendinden haberdar olarak beşeriyete dönmesine kıyamadım!
-Ne olur kıt‘ayı ben okuyayım.
-Sizden canımı esirgemem. Fakat bu kıt’ayı size de gösteremiyeceğim!
Aradan yıllar geçti, Avni’ye sordum:
-Ne oldu o zarf?
Dedi ki: Kasamda saklıyordum. Bir baskın ve arama esnasında aldılar, bir daha da vermediler! (Hasan Basri Çantay/Hareket Dergisi Nisan 1948)
Erzurum’un yiğit evladı Hüseyin Avni Bey bir millet mistiği olarak yaşadı ve her ölümlü gibi o da ebediyete göçtü. Arkasında bıraktığı Anadolu Türkünün eğilmez duruşunu yeni nesillere anlatmak yükümlülüğümüz vardır. Biliyoruz ki adam adamın gölgesinde yetişir.
Son olarak umulur ki Nurettin Topçu’nun talebi yerine getirilir…
Bu yazı Gelişim Erzurum Dergisi Mayıs 2022 sayısında yayınlanmıştır.
[1] Çelik, M. (Eylül 2017) Erzurumlu Hüseyin Avni Ulaş, İstanbul: Dergah Yayınları