Yüreklerimize dokunan Yemen türkülerinin çok hazin hikâyeleri vardır. Bunlardan birisi de “Mihrali Bey Ağıtı”dır. 1844 yılında Tiflis’e bağlı Borçalı kazâsının Darvaz köyünde doğan Mihrali Bey, Karapapak-Terekeme Türklerindendir. Mihrali Bey; 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı) sırasında Devlet-i Aliyye’ye çok önemli hizmetler yapmış, Kafkas cephesinde Ruslara karşı kelle koltukta mücadele etmiş ve bir destan kahramanı hâline gelmiştir. Bu hizmetleri sebebiyle Mihrali Bey binbaşılığa yükseltilmiş, Ahmet Muhtar Paşa’nın sağ kolu olmuş ve Sultan Abdülhamid Han tarafından da “Mecidiye Nişanı”yla taltif edilmiştir. Erzurum Müdafaasında çok büyük yararlıklar gösteren Mihrali Bey’e bu hizmetlerinden dolayı da Devlet-i Aliyye tarafından bir tımar ihsân edilmiş, o da mâiyetindeki Karapapaklarla birlikte Sivas’ın Ulaş bucağına bağlı Acıyurt beldesi ve çevresindeki kırk kadar köye akrabalarıyla birlikte yerleşmiştir.
Mihrali Bey Sivas’ta 40. Hamidiye Süvâri Alayı’nı kurmuş ve Bağdat’taki eşkıyaları etkisiz hâle getirmek için Irak’a gönderilmiş, kısa sürede çok başarılı işler yaparak Bağdat’ta sükûnu sağlamış ve Sivas’a geri dönmüştür. Yiğitliği ve kahramanlıklarıyla meşhur olan Mihrali Bey’i Sivas Vâlisi Reşit Paşa kıskanmış ve Sivas’tan uzaklaştırmak istemiştir… Bu düşünceyle 40. Hamidiye Süvâri Alayı’nı ve Mihrali Bey’yi Yemen’deki isyanların bastırılmasında görevlendirmesi için İstanbul’a talepnâme yazmış, Sultan Abdulhamid Han da bu konudaki tercihi Mihrali Bey’ye bırakmıştır. Yakınları; “Sen yayla adamısın, çöl iklimine dayanamazsın, gitme!..” diye ısrar etmiş, ancak Mihrali Bey; “Gitmem!” demeyi yiğitliğine yediremediği için kararını vermiş ve uzun bir yolculuğun ardından alayıyla birlikte Yemen’e vâsıl olmuştur…
Ölüme meydan okuyan duruşu, yiğitliği, cesâreti ve dirâyetiyle dillere destan bir kahraman olan Binbaşı Mihrali Bey askerleriyle birlikte Yemen’deki çok çetin mücâdelelerden de başarıyla çıkmış ve yaşayan bir efsâne hâline gelmiştir. Sert çehreli, dik duruşlu, çevik tavırlı, alev gibi yanan siyah gözlerinden cengâverlik, korkusuzluk ve zekâ fışkıran, çatal yürekli ve metânetli bir bahadır olan, yürürken Hz. Hamza (r.a.) gibi ölümü korkutan ve emrindeki askerler tarafından da bir baba gibi görülüp çok sevilen Mihrali Bey isyancılara Yemen dağlarını dar etmiştir. Vatan ve millet sevgisinin numûne-i imtisâllerinden olan bu kara yağız aslan yavrusu pek çok çatışmadan alnının akıyla çıkmış, ancak son müsâdemesinde yaralanmıştır. Mihrali Bey’in yarası ağır değildir, fakat bu dönemde salgın olan koleraya yakalanmıştır… Ve kâmil bir Müslüman, hâlis bir Türk olan Mihrali Bey için Âlem-i Cemâl’e vuslat yolu görünmüş, kolera sebebiyle çok aşırı su kaybetmeye başlamıştır. “Yiğitliği cihana parmak ısırtan ve adı dillere destan olan” bu müstesnâ kahraman bir hafta hasta yattıktan sonra Hakk’a yürümüş ve “Şehitler serdârı, devlet emektârı” diye de vasfedilen Mihrali Bey vefât ettiği çam ağacının altına gözyaşlarıyla ıslanmış duâlarla ve kalabalık bir cemaatin hüsn-i şehâdetiyle defnedilmiştir. Mezarı on binlerce şehidimizin yattığı Yemen’in Şebva Bölgesi’ndeki Karapapak Mıntıkası’ndadır.
Her dinlediğimizde bizleri derin bir hüzün, tariflere sığmayan bir melâl iklimine götüren ve “Yiğitlik ölüme çâre değilmiş” dedirten bu çatal yürekli Türk evlâdı için yakılan ağıtta; Mihrali Bey’in dilinden kundaktaki oğlu Rüştü Bey’e hitap eden sözlerle başlayan ve devâmında da onun Yemen serencâmını anlatan bu ağıt, acıklı dizeleri ve yanık nağmeleriyle her Müslüman Türk’ün yüreğini kanatmıştır. “Mihrali Bey Ağıtı”nın ciğerimizi kavuran; “Ben gidiyom Rüştü Bey’im ağlama / Köz koyup da ciğerimi dağlama / Alay gitti beni burda eyleme / Yemen’e de benim ağam Yemen’e / Endi m’ola Mihrali Bey Yemen’e / Gurdu m’ola çadırları çimene / Oğul köz düştüğü yeri yakar kime ne / Dert benim vallahi kime ne / Ben gidiyom Rüştü Bey’im sana bir nişan / Susuzluktan alaylarım perişan / Hiç iflah mı olur Yemen’e düşen / Yemen’e de benim ağam Yemen’e / Endi m’ola Mihrali Bey Yemen’e / Gurdu m’ola çadırları çimene / Yedi kaleminen yazı yazarım / Gader böyleyimiş gurbet gezerim / Yemen çöllerinde kaldı mezerim / Kendim ettim kendim buldum kime ne / Od düştüğü yeri yakar kime ne / Dert benim vallahi kime ne / Mihrali’yi sokaklarda duttular / Ağamı da bir gurşuna sattılar / Mihrali’yi Yemen’e de attılar / Yemen’e de benim ağam Yemen’e / Endi m’ola Mihrali Bey Yemen’e / Çadırını kurdu m’ola çimene / Od düştüğü yeri yakar kime ne.” dizeleri, onun duygularını insanımızın hissiyatıyla tevhîd edip dile getirmiş ve gönüllerimizi de hüzün yağmurlarıyla sırılsıklam etmiştir.
Bu ağıtın farklı bir versiyonunda ise Mihrali Bey’in hâli şu ifâdelerle anlatılmıştır: “Mihrali Bey Hamidiye Alayı / Düşmanlar çıkardı türlü belâyı / Nedir beyim bu işlerin kolayı / Top olmazsa Arap gelmez îmâna / Mihrali Bey’im indi m’ola Yemen’e / Çadırını kurdu m’ola çimene / Kendim ettim, kendim buldum kime ne / Kum tipisi çıktı da görünmez otlar / Dağıldı, bozuldu küheylan atlar / Yoruldu askerler, atılmaz toplar / Mihrali Bey’im indi m’ola Yemen’e / Çadırını kurdu m’ola çimene / Kendim ettim, kendim buldum kime ne / Oturur masamda yazı yazarım / Çekerim kılıcımı ordu bozarım / Küçük Hanım sende kaldı nazarım / Acep beyim indi m’ola Yemen’e / Çadırını kurdu m’ola çimene / Kendim ettim, kendim buldum kime ne / Mihrali Bey’i sormayın yaslıdır yaslı / Askerî sorarsanız hepsi de Karslı / Babayiğit erlerin hepsi de fesli / Ne diyelim beyler böyle zamana / Top olmazsa Arap gelmez îmâna / Mihrali Bey’im indi m’ola Yemen’e / Çadırını kurdu m’ola çimene / Kendim ettim, kendim buldum kime ne.” Bu ağıtın bir başka derlemesinde de şu dizeler yer almaktadır: “Yed-i kaleminen yazı yazarım / Gader böyleyimiş, gurbet gezerim / Yemen çöllerinde kaldı benim mezerim / Mihrali Bey indi m’ola Yemen’e / Aman beyler Yemen’e / Kendim ettim kendim buldum kime ne /Aman beyler kime ne / Ak çadırı kurdum çayır çimene / Aman beyler çimene / Tozdan dumandan da görünmez otlar / Dağıldı bozuldu küheylan atlar / Esti gum tipisi bilinmez yollar / Mihrali Bey indi m’ola Yemen’e / Aman beyler Yemen’e / Kendim ettim kendim buldum kime ne / Aman beyler kime ne / Ak çadırı kurdum çayır çimene / Aman beyler çimene.”
Zamana yenik düşmeyen, ancak zamanın sînesinde demlenerek milletimizin “mâşerî hüznü” olan ve türkü hâline gelen Yemen ağıtlarını duyduğumuzda; içimiz ezim ezim ezilir, ezgileri yüreğimize dokunur, bir yumruk gelip boğazımıza oturur ve elimizde olmadan gözpınarlarımızdan dökülen yaşlar yanaklarımızda kıyâma durur… İşte bu içli Yemen ağıtlardan birisi de, Sabahattin Eyuboğlu ile Yaşar Kemâl’in Çukurova Avşar ve Yörüklerinin ağıtlarından derlediği ve “Gökyüzü Mavi Kaldı” ismiyle yayımladığı folklorik derleme kitabında yer alan ve ağ pürçekli mazlum Türk anaların yüreğinden kopan acı bir çığlık ve içli bir feryâd ü figandır. Çok kıymetli gönül dostumuz Bayram Bilge Tokel Üstâdımızın 1990’larda havalandırmasıyla hüzünlü duygularımızı şâha kaldıran “Gitme Yemen’e Yemen’e” ağıtı, sözlerinin ötesinde ezgileriyle de her dinleyenin yüreğini yakan klasik bir Yemen türküsü formunda bestelenmiştir.
Bu ağıtının nağmelerindeki ezgiler, tâbir câizse bizlere bir tayy-i zaman yaşatarak 20. Yüzyılın ilk çeyreğine götürmekte, türkünün her bir tınısı gönül tellerimizi titretmekte, sözlerini ve hikâyesini bilmesek de bulutlanan gözlerimizden bulgur bulgur yaşlar dökülmektedir. Her dinlediğimizde Yemen’deki acı hâtıraları, çekilen çileleri, dökülen kanları, verilen canları, yaşanan ıstırapları hüzünlü ezgileriyle bizlere yeniden yaşatan bu ağıtta;sâdece bir ananın değil, Yemen’e evlat gönderen bütün anaların ortak duygusu ve milletimizin mâşerî vicdanındaki müşterek hüznü de dile gelmektedir. “Gitme Yemen’e Yemen’e / Karışın toza dumana / Bâri mektubunu gönder / Ananı (Bizleri) koyma gümana” diye başlayan bu ağıttaki duyguların her harfi gözyaşıyla yazılmış ve şu dizelerden oluşmuştur: “Gitme Yemen’e Yemen’e / Karışın toza dumana / Bâri mektubunu gönder / Ananı (Bizleri) koyma gümana” diye başlayan bu ağıtta, duyguların her harfi gözyaşıyla yazılmış olan şu dizelerle dile getirilmiştir: “Askerler bağlar bağlar matara / Toplar yüklenmiş katıra / Sabahaca yatamıyom / Neler geliyor hatıra / Uy uy yavrum kadersizim / Bir gemiye doldurdular / İstanbul’a bildirdiler / Sallar gemi döver dalga / Gül benzini soldurdular / Yat da dizimde nazlayım / Kara kekilin düzleyim / Sene bir de yıl on iki ay / Hangi bir gün yol gözleyim / Uy uy yavrum kadersizim / Alnında parıldar kaşı / Ağzında ışıldar dişi / Ben getirdim eliminen / Geri bana ver yüzbaşı / Ben getirdim iki oğul / Birin bana ver yüzbaşı / Yüzbaşılar yüzbaşılar / Tabur taburu karşılar / Yağmur yağıp gün vurunca / Yatan şehitler ışılar / Uy uy Yavrum kadersizim.”
Çöl Yemen’de hasret ve sıla özlemiyle kıyâm eden gurbet garipliği derinleşip, elemin kollarındaki unutulmuşluğun, umutsuzluğun ve imkânsızlıklar içinde yaşanan felâketlerin hüznü Mehmetçiklerin nabzında vururken, memlekette kalan yakınları da; Yemen’e gidenin geri gel/e/meyeceğini, önceden giden Mehmetçiklerin evlerine geri dön/e/mediklerini çok iyi bildikleri için Yemen’e sevk edilen askerlerin ardından acının ve kahrın kelimelere sığmayan ıstırâbıyla kıyâma duran duygularını ağıt olarak dile getirmişlerdir. Daha bıyığı yeni terlemiş olan gencecik evlâtlarını Yemen’e gönderen anaların ciğerine ateş düşünce, insanımız yürek yangınında pişirdiği sözleri dile dökmüş ve çok yanık ağıtlar yakmıştır. Bu Yemen ağıtlarından birisi de Çukurova’da dilden dile dolaşan, Osmaniye, Kadirli, Kozan çevresinde kulaktan kulağa aktarılarak günümüze kadar ulaşan ve Yaşar Kemâl’in “Ağıtlar” kitabında yer alan “Biri Mehmet, biri Memiş” türküsüdür. Bu türkünün hikâyesini nakledelim: Mehmet ve Memiş adlı Çukurovalı iki kardeş asker olarak Yemen’e gönderilir. Yemen denilen o dipsiz kuyuya gidecek olan kardeşler analarına vedâ ederken; “Aman ana, canım ana / Sütün emdim kana kana / Ben Yemen’e gidiyorum / Helâl eyle sütün bana” derler… Mehmet kardeşi Memiş’le birlikte; önden giden Mehmetçiklerimiz gibi Yemen çölünde şehâdet şerbetini içeceklerini bile bile “Dîn ü devlet mülk ü millet” için arkalarına bile bakmadan yola koyulurlar… Gidiş o gidiştir ve Atsız’ın; “Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir / Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir / Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir / Kahramanlık: Saldırıp bir daha dönmemektir / Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından / Koşar adım gitmeli onların arkasından / Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından / İleriye atılmak ve sonra dönmemektir” şiirinde ifâde ettiği gibi bir daha geri dönmezler… İşte iki kahraman evlâdını birden Yemen’de kaybettiği için yüreği kan ağlayan Karaisâlı’nın Memişli Köyü’nden Emine Bacı’nın oğulları Mehmet ve Memiş içinyaktığı bu ağıtta, sâdece şahsî hislerini dile getirmemiş, çöl Yemen’de “Toprağa Can Eken” cümle Mehmetçiklerimizin ve onların âilelerinin duygularına da tercüman olmuştur. Çünkü Yemen, milletimizin sînesinde açılan ve için için kanayan derin bir yaradır ve Anadolu’nun her köşesinde dedesi, babası, amcası, dayısı, kocası ya da oğlu Yemen’de şehit düşen / gâzî olan / esir kalan ve Yemen denilince hâlâ yüreği kan ağlayan pek çok aile vardır. İnsanımızın dûçâr olduğu acıları dile getiren bir hoyratımızda; “Yara sızlar / Ok değmiş yara sızlar / Yaralının halından / Ne bilsin yarasızlar” denilmektedir. Emine Bacı’nın candan öte cân olan evlatları için yaktığı; hem kendi hissiyâtını, hem oğlunun, hem kızının, hem de gelininin duygularını elem dolu ezgilerle dile getirdiği bu Yemen türküsünün sözleri şöyledir: “Gara çadır is mi tutar / Martin tüfek pas mı tutar / Ağlaşanım anam bacım / Elin gızı yas mı tutar / Günden yanı soldu m’ola / Yerden yanı uldu m’ola / Mehmed’imin ala gözün / Garinçeler oydu m’ola / Basma fistan kirlenirse / Başta leçek düğlenirse (Başta püskül fırlanırsa) / Ya kimlere baba desin / Yetim yavrum dillenirse (Senin bebek dillenirse) / Getme Yemen’e Yemen’e / Yemen sıcak dayanaman / Tan borusu er çalınınca / Sen cahalsın uyanaman / Top karşıdan gürledi mi / Gülleleri parladı mı / Top kekilli bastan oğlum / Ecel telin telledi mi / Yemen yolu çukurdandır / Karavana bakırdandır / Zenginimiz bedel verir / Askerimiz fakirdendir / Tarlalarda biter kamış / Uzar gider vermez yemiş / Çöl Yemen’de can verenler / Biri Mehmet, biri Memiş.” Çankırı yöresinden derlenen ve; “Şu Yemen’de ot biter mi / İki kardaş çift gider mi / Anam o da hiç güler mi / Ağlar Mehmet, Memiş ağlar.” diyen bir başka Yemen ağıtında da, Çukurova’da olduğu gibi Çankırı’da da aynı evden ve aynı isimli iki kişinin Yemen’e asker olarak gönderildiği ikiz duygularla ifâde edilmektedir.
Sözleri bu türküye benzeyen ve Kayseri bölgesinden derlenen bir başka Yemen ağıtı ise şöyledir: “Kara çadır is mi tutar / Martin tüfek pas mı tutar / Anam ağlar, bacım ağlar / Elin oğlu yas mı tutar / Hâlimi kimse sormaz / Derdime ortak olmaz / Sen Yemen’e gideli / Akar gözyaşım durmaz / Adım dilde söylenir / Ahbaplar benlen eylenir / Öldüğüm hafta evlenir / Elin kızı yas mı tutar.”
Yemen’e giden askerlerin yakınları; dönülmez yola gidenlerin ardından efkâr yüklü nice ağıtlar yakmışlardır. Bu türkülerin her birinde, ayrı bir keder, büyük bir hasret, yürek yakan bir elem ve derin bir melâl vardır. Senelerce gözleri yolda olan, evlâdından, eşinden hiç bir haber alamayan hâneler vardır ki onlar yıllar yılı “Asker yolu beklerim / Günü güne eklerim / Sen git oğlum (yârim) tâlime de / Ben sılayı (burayı) beklerim” diye ümit dolu türküler söyleyerek cepheye gönderdikleri evlâdını / eşini beklemişlerdir… Ancak pek çoğundan ne bir mektup, ne bir haber, ne de bir selâm gelmemiştir. Târifsiz bir tahassür ve naif bir umutla beklenen Yemen’e gidenlerin büyük çoğunluğu bir daha geri dön/e/memiştir… Oğlunu kaybeden yüreği yanık bir ana ise hem kendisinin, hem de evlâdının hissiyatını karşılıklı olarak seslendirdiği ve gözyaşını sel ettiği bir ağıtta şu duyguları dile getirmiştir: “Şu Yemen’de akan sular akmıyor / Cerrah gelip hastalara bakmıyor / Hastaların hiçbirisi kalkmıyor / Yemen çöllerinde kaldım ağlarım / Ne çok imiş şu Yemen’in devesi / Pek ağırdır Hudeyde’nin havası / Yemen’e gelenin ağlar anası / Yemen çöllerinde kaldım ağlarım / Evimizin önünde çifte pınarlar / İçerler suyunu beni anarlar / Yemen’e gideni ölü sayarlar / Yemen çöllerinde kaldım ağlarım / Söyleyin babama abdesin alsın / Okusun Kur’ân’ı namazın kılsın / Benim gibi oğlu arasın bulsun / Yemen çöllerinde kaldım ağlarım / Dertli anam benim için ağlasın /Oğul hasretiyle ciğer dağlasın / Körpe kuzum ile gönül eğlesin / Yemen çöllerinde kaldım ağlarım / Bize mekân oldu gurbet illeri / Iradıkça ırar sıla yolları / İşitilmez oldu kuzu dilleri / Yemen çöllerinde kaldım ağlarım.”
Harput’ta 1905 tarihinde Yemen’e götürülmek üzere bir redif alayı hazırlanmış ve sevkiyat günü gelip çattığında, her yaştan yüzlerce asker sıra sıra dizilmiş yürüyüş komutunu beklemektedir. Yürüyüş emri verildiğinde askerler hareket etmiş yakınlarının pek çoğu Yemen’e giden askerleri melül mahzun bir süre takip etmiş fakat birçoğu ümitsiz ve bezgin halde geri dönmüştür. Geri dönenler bir ölünün arkasından ağlar gibi feryat etmişler, bu acı çığlık Elazığ / Harput ezgileriyle bir araya gelerek yürekleri kanatan hazin bir ağıda dönüşmüş ve şu dizeler dile gelmiştir: “Bir tel vurdum Yemen’de gardaşıma / Tez yetişsin cenâzemin başına / Suçum varsa yazsın mezar daşıma / Yazık oldu yazık şu genç yaşıma / Şu genç yaşta neler geldi başıma / Çarşafım çivide asılı kaldı / Çehizim sandıkta basılı kaldı / Bizim şu mahkeme mahşere kaldı / Yazık oldu yazık şu genç yaşıma / Şu genç yaşta neler geldi başıma / Uzun olur telgrafın şeridi / Yüreğimde yağ galmadı eridi / Benim yârim bu Harput’ta bir idi / Yazık oldu yazık şu genç yaşıma / Şu genç yaşta neler geldi başıma.”
Dr. Mehmet GÜNEŞ
(Devam edecek)