Ahmet ÖZTÜRK*
Rusya’nın Ukrayna’yı, 2008 yılında Gürcistan’ı işgal etmiş olduğu gibi, birkaç kaç hafta, olmadı birkaç ay içinde işgal etme girişimi 24 Şubat’ta başladı ve bu savaş şimdiye kadar dünyayı ekonomik, siyasi, askeri ve güvenlik olmak üzere pek çok bakımdan etkiledi. Şimdiye kadar bu savaş, Soğuk Savaş’ı saymazsak 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana karşılaşılan en büyük küresel askeri ve siyasi kriz olmaya aday. Son yedi buçuk aylık süreçte kriz ve savaşın geldiği nokta her geçen gün daha büyük endişe kaynağı olan nükleer savaşın eşiğidir.
1945 sonrası dönemde ne Kore, ne Vietnam, ne Körfez’deki savaşlar bu türden küresel ölçekte büyük bir krizi ve riskleri tetikledi. Saldırgan güçlerin kayıpları ve sonuçlar açısından bakılırsa ABD Vietnam’da 58 bin asker kaybını 1955-1975 arasında 20 senede verdi. Soguk Savaş esnasında, anti Amerikan ve komünist Sovyetler ve Çin’in bu savaşa katkısı ile savaş uzadıkça etkisi, hikayesi ve sonuçları büyük oldu, ama savaş nükleer bir savaş tartışması ve nükleer bir saldırı doğurmadı. 500 bin kişinin öldüğü 1980-1988 İran-Irak Savaşı küresel güçlerin müdahaleleri olsa da bölgesel bir savaştı. 1979’da Afganistan’da başlayan ve on yıl süren Sovyet işgalinde Sovyetler Birliği yayılmacı güç olarak 10 bine yakın kayıp verdi. 2003’te yaşanan Irak’ın Amerika ve müttefikleri tarafından işgali ile başlayan İkinci Körfez Savaşı’nda Amerika’nın askeri kayıpları on binin altında kaldı. Bütün bu savaşlarda bu rakamlardan kat kat fazla sayıda, hatta milyonlarla ifade edilen sayıda masum insan küresel güçlerin hegemonyacı rekabetinin ve yayılmacılığının kurbanı oldu. Ancak dünya 1945’te Japonya’nın yaşadığı türden nükleer bir saldırı ve korkunç yıkıma tanıklık etmedi.
Buna rağmen, Ukrayna Savaşı’nda şimdiye kadar Rusya’nın verdigi tahmini kayıplar, büyük ve nükleer bir gücün başlatmış olduğu bir savaşta şimdiye kadar yüzleştiği en büyük askeri kayba işaret ediyor. Her ne kadar Rusya savaşın ilk 7 ayında asker kaybını yaklaşık 6 bin olarak açıklasa da bağımsız kaynaklar Rusya’nın kaybını onbinlerle ifade ediyor. Bu rakamın 40-50 bin arasında olabileceğine dair iddialar var. Bu iddialar dogru olabilir mi? Iki hafta önce Rusya’nın Ukrayna’da askeri kaybını resmi olarak 6 bin civarında açıkladığı günlerde Kremlin’in 300 bin kişilik yeni bir askeri mobilizasyonu amaçlayan kısmi seferberlik ilanı, iddia edilen kayıplarıyla orantılı bir operasyonel genişleme olarak yorumlanabilir. Savaşın konvansiyonel güçlerle devam etmesi durumunda bu kayıpların boyutu ve etkisi çok daha büyük olacak. Putin’in kısmi seferberlik ilanından sonra Rus gençlerin işlerini, aile ve hayat düzenlerini geride bırakarak ülke dışına kaçmaları buna işaret ediyor. Bu bağlamda sadece Kazakistan’a gidenlerin sayısı 200 bini, Gürcistan ve Türkiye’ye akın edenlerin sayısı 100 bini geçmiş durumda ve diger ülkelere giden genç insanların sayısı yüzbinlerle, gitmek isteyenlerinki ise milyonlarla ifade ediliyor.
Daha kötüsü, Rusya’nın 2022 Ukrayna Savaşı’ındaki kayıpları, sadece askerler ve insan ile sınırlı değil. Basın ve medya kuruluşları ile ekranlara yansıyan imha edilmiş ağır askeri teçhizatlar, tanklar, kamyonlar, helikopter ve uçaklar, her türden ağır savaş makinelerinin görüntüleri Rusya için sahada çok ciddi bir krize işaret ediyor. Birkaç ay önce Karadeniz’de batırılan Rusların, emperyal, Sovyet ve modern Rusya’nın başkentinin adını taşıyan büyük savaş makinesi Moskova’yı da hatırlamak lazım. Bu arada, Rusya’nın işgal ve ilhak ettiği Ukrayna toprakları ile Rusya’yı bağlayan yollar ve alt yapının da her geçen gün yok edilmesi var. En son, iki gün önce, 2014 yılında ilhak edilen Kırım ile Rusya’yı, Rusya ile savaşta güney cephesini bağlayan Kerç Boğazı Köprüsü büyük bir saldırıya ve hasara maruz kaldı. Dahası, işler Rusya’nın varlığının önemli bir parçası olan imajını, onurunu ve uluslararası toplumdaki itibari ve güvenliğini yok edecek bir noktaya doğru evriliyor.
Bütün bu olaylar ve Rusya’nın kayıpları Ukrayna ve onları destekleyen ABD, NATO ve Batı için büyük bir zaferin habercisi olabilir mi? Bunu söylemek bu savaşta şimdi ve yakın vadede mümkün değil. Yazının girişinde belirtildiği gibi bu savaş 1945 sonrasının en önemli askeri, 1989 sonrasının da en ciddi siyasi krizi olma noktasına erişmiştir. Ve gelinen nokta, ABD Başkanı Biden’ın da ifade ettiği gibi 1960 yılından beri hiç yaşanmamış bir riski de barındırıyor: nükleer çatışma.
Son köprü saldırısıyla Ukrayna ve dünya saatli bir bombanın üzerine yerleştirilmiştir. Bunu anlamak hiç zor değil. Putin, bugünkü Rusya’yı 22 yılda inşa etti, bunu asla 22 ayda heba etmeyecektir. Ne gerekiyorsa onu yapacağını hesaba katmak gerekir. Altı binin üzerinde nükleer savaş başlığını kızının çeyizi olarak veya Rusya’nın ve kendisinin kefen bezi olarak tuttuğunu ve imparatorluğunun veya sahsının ölümünü bekleyeceğini düşünmek saflık olur. Bütün ömrünü Sovyet İmparatorluğu ve Rusya’yı korumanın, son yıllarını Rusya’yı sürekli olarak büyütmenin hazzı ve gururu ile olgunlaştırmış olan modern zamanların en güçlü Rusya’sının güçlü Çar’ı, savaşta ve küresel stratejik oyunda sıkıştırıldıkça büyük, ölümcül bir hamle yapacak bir açmaz içinde, zihniyette ve güçtedir.
Buna karşılık, savaşın izlediği seyir ve vardığı noktada, Ukrayna liderliğinin benimsediği söylem ile birlikte Zelenski’ye verdikleri sürekli cesaretlendirme noktasında ABD ve NATO çok akıllı bir strateji izlemiyor. Ellerinde bizim bilmediğimiz bir önleyici teknoloji veya donanım yoksa, izledikleri strateji ile Rusya’nın nükleer silah kullanması ihtimalini artırıyorlar.
Hatta ABD yönetimi böyle bir saldırı olabilecegini, savaş başlamadan önce şimdiki savaşı haber verdikleri gibi, dile de getiriyor. Amerikan yönetiminin son günlerde belirttiği gibi Rusya Ukrayna üzerinde taktik veya daha büyük, dünyayı şok edici, yıkıcı bir nükleer silah kullanabilir. Bu olursa, NATO ve ABD ne yapabilir? NATO Rusya üzerinde nükleer silah kullanamaz. Çünkü, Avrupa bu riski alamaz, almamalıdır.
Rusya’nın nükleer silah kullanma ihtimali üzerinde ciddi olarak durmakta yarar var. Rusya’nın bu savaşı konvansiyonel olarak kazanma şansı çok zayıf ihtimaldir, ama bu, güçlü bir yenilgi ihtimaline işaret etmez. Çünkü Rusya bu savaştan çıkacak bir yenilgi ile yaşayamaz, dağılır. Putin ve Rusya bunu biliyor ve böyle bir durumu önlemek için her yolu denemeye hazırdır. Nükleer risk, Ukrayna’daki tırmanma sürdükçe ve yok sayıldıkça artmaktadır.
Batı, Rusya’yı durdurmada çok geç kalmıştır. Ukrayna ise bu konuda yanlış politikaları izlemiş ve son olarak bu çok yıkıcı ve tehlikeli savaşı topraklarında kabul etmiştir. Batı için Rusya’nın durdurulmasının son tarihi 2008 Gürcistan veya 2014 Kırım krizleriydi. Rusya’yı gelinen noktada Kırım’dan, işgal ettigi Doğu Ukrayna’nın tamamından çıkarmak çok olası görünmüyor. Bugün hem Batı, hem de Ukraynalıların, Ukrayna’dan uluslararası hukuka aykırı olarak ve zorbalıkla Rusya tarafından alınan Kırım ve diger 4 bölgenin Rusya’dan güç ve savaş ile kısa vadede ve tamamen kurtarılabileceğine inanması büyük bir yanılgıdır. Batı ve Ukrayna liderliklerinin bunun neden mümkün olmayacağını anlamaları için, Batı siyasi liberalizminin kurucularından biri olan Alman düşünür Kant’ın doğup, bütün ömrünü geçirdiği kadim Prusya kenti Königsberg’in (Kaliningrad), Avrupa’nın kalbinde bir yerde, 1945’ten beri neden Rusya’nın egemenliğinde kaldığını düşünmeleri yeterli olacaktır.
Rusya, sıcak bir savaşta konvansiyonel bir yenilgiyi, arkasından gelecek dağılma riskini kabul etmeyecek ve elindeki her türlü silahı köşeye sıkıştığında kullanmakta tereddüt etmeyecektir. Hele Zelenski ve hükümeti gibi, dünya ve Avrasya siyasetini iyi bilmeyen, siyasi ve devlet tecrübesi zayıf kadrolardan oluşan bir başkan ve ekibinin savaşın seyri ve milletinin geleceğini ABD’nin küresel strateji ve çıkarlarına entegre etmesi, gücüne göre dikkatsiz ve gerçekçi olmayan söylem ve istekleri, halkını ve düşmanı tahrik eden siyasi, diplomatik iletişim dili, bu savaştan Rusya’nın yenik ve zayıf görüleceği bir çıkışı neredeyse imkansız hale getirmektedir.
Ne yapmak lazım?
Nükleer bir çatışmanın kapılarının zorlandığı bir askeri denklemde mevcut kriz acilen soğutulmalıdır. Daha fazla tırmanma yerine, diplomatik yollar ve baskılar daha çok denenmeli, öncelenmelidir. Diplomasi daha ilk basta, kriz ve savaş bu noktaya gelmeden önce denenmeliydi ama bu yapılmadı. Mevcut durum ve noktada, Ukrayna veya Avrupa’da nükleer bir yıkım yaşanmadan, Rusya ancak uzun vadeli, kapsamlı ekonomik yaptırımlar ve yeni bir siyasal, ekonomik ve askeri çevreleme ile başarısızlığa ugratılabilir. Rusya, açılan yaralarından kanamaya terkedilerek orta ve uzun vadede barışa zorlanabilir veya kriz ve çatışma Putin sonrasına ötelenebilir. ABD ve NATO için böyle bir strateji ve bunun başarısı ancak Türkiye gibi müttefikleri kazanarak olur, terörle veya üslerle kuşatarak değil.
Türkiye olarak da önemli bir virajdayız. Bugün Kerç Köprüsü’nü yıkan irade şartlar degistikçe yarın başka köprüleri de hiç tereddüt etmeden vurur. Bizim için vakit, sabırla, sükunetle NATO içinde barışa yönelik aktif olma, aklı selim taraf olma vaktidir, NATO’da 70 yılı deviren varlık ve rolümüzden uzaklaşma vakti değildir. Rusya ve Çin ile hareket etme hesapları yapmak veya macera aramak için en kötü zamanlardan birinin içindeyiz. Askeri, ekonomik, siyasi ve stratejik olarak bizim için durum budur. Bu savaş başından beri Türkiye için, işgalci ve yayılmacı Rusya ile daha fazla yakınlaşma değil, ABD ve NATO ile ilişkileri onarmak için büyük bir fırsat doğurmuş, ancak içinde bulunduğumuz siyasi ve ekonomik şartlar, yakın dönemde yaşanan bazı sorunlar bu durumdan yararlanmamıza engel olmuş ve olmaktadır. Bunun nedenleri ve nasıl olduğu başka bir yazının konusudur. Sadece şunu ekleyerek bitireyim. Diplomasimiz, bu fırsatı kaçırmamamız için gerekli esnekliği temin ederek daha etkin bir gayret göstermelidir.
Dış politika alanı, söylemlerin belirlediği eylemlerin değil, diplomasinin kendi dilinin ve profesyonelizminin alt yapı taşlarını döşeyeceği tutum, strateji ve politikaların alanıdır.
Bizim için küresel ve bölgesel siyasi dengeler dikkate alındığında, yenik bir Rusya ile galip bir Rusya’nın safında veya yanında olmak arasında çok fark yoktur. Her iki durum da, küresel ve bölgesel jeopolitik nedenlerle, kendi içinde önemli sorun ve potansiyel riskleri barındırmaktadır.
Ahmet ÖZTÜRK, Doç.Dr.; İstanbul Üniversitesi