Yüreklerimize hançer gibi saplanan bâzı unutulmaz acılar vardır ki aradan yıllar, asırlar geçse de, açtığı yaralar kapansa da, hissiyatımıza dokunan hâdiseler karşısında için için kanarlar… İşte bir asır önce insanımızın sînesini yaralayan, kalbimizin tam ortasına bağdaş kurup oturan ve yâdımıza düşünce rûhumuzun yakan bu onulmaz acılardan birisi de Birinci Dünya Savaşı’nın Kafkas Cephesi’nde yaşanan “Sarıkamış Fâciası”dır.
Türk tarihinin hüzünlü sayfaları arasında yer alan, millî hâfızamızda derin izler bırakan ve hâtıralarımızda küllenmiş bir köz olsa da, zihnimizde hiç erimeyen buzdan bir kor olup içimizi yakan Sarıkamış’taki “beyaz dram” da milletimizin hiç unut/a/madığı bir yürek yangınıdır. Yemen gibi Sarıkamış da savaş tarihimiz açısından; yaşanan trajik olaylar ve vukû bulan büyük acılar sebebiyle rûhumuzu sızlatan, hüznümüzü kerrâten artıran ve her hatırladığımızda nefesimizi boğazımızda düğümlerken bizi “hâlden hâle koyan” beyaz karın örtemediği simsiyah bir melâl ve târiflere sığmayan çok hazin bir hikâyedir.
Osmanlı tarihçilerinin “Harb-i Umûmî”, halkımızın “Seferberlik” dediği, ulemânın “melhame-i kübrâ”[1]* olarak vasfettiği ve XX. asrın en çetin muharebelerinin yapıldığı “Birinci Cihan Harbi”nde Mehmetçikler dokuz cephede birden mücâdele ettiği için, Seferberlik’te Anadolu’da / Rumeli’de şehit vermeyen hiçbir hâne kalmamıştır. Kahraman askerlerimizden kimisi “Çanakkale Geçilmez” hükmünü kanıyla yazıp canıyla mühürlemiş, kimisi Hicaz Cephesi’nde esir düşmüş ve İngilizler tarafından götürüldükleri Seydibeşir Kampı’nda “mikrop kırma” bahanesiyle yakıcı bir kimyasal olan krizol maddesinin yoğun olarak bulunduğu su havuzlarına sokulduğu için binlerce Mehmetçiğimiz gözlerini kaybetmiş, kimisi hastalıktan, açlıktan ve işkenceden hayatını yitirmiş, kimisi Yemen’in kavurucu sıcağında yanmış, kimisi de Sarıkamış’ın kemiklere işleyen karakışın bıçkın ayazında donmuştur…
“Enbiyâ yurdu bu toprak, şühedâ burcu bu yer”[2] diye vasfolunan Anadolu’da yaşanan unutulmaz acılardan birisi olan “Sarıkamış dramı”, milletimizin ciğerini kavuran; anaların, bacıların, gelinlerin, halaların yürek yangınlarından fışkıran pek çok ağıdın yakılmasına vesile olmuştur. Bir gün gelir diye yolları gözlenen fakat hiçbir zaman geri dönmeyen binlerce şehidin ardından yakılan ağıtlar; şiir olsun diye söylenmemiş, türkü olsun diye terennüm edilmemiştir. Anadolu´nun yüreği yanık çilekeş kadınları; acı dolu hislerle derdini paylaşmak için şiirin en hasını dizelere dökmüşler, en samîmî duygularla sözlerin kalplere en fazla dokunanını dizelere dökmüşler ve nağmelerin de bizleri iliklerimize kadar ürpertenini “Sarıkamış Ağıtları”nda dile getirmişlerdir. “Benim oğlum can verirken / Çiçekler çığrışıp açtı” diye uğunan bağrı yanık anaların yüreğinden kopan en acı çığlıkların bir başka ifâdesi olan Sarıkamış ağıtlarını her dinlediğinizde gözlerimiz bulutlanır, ciğerimiz kavrulur, o büyük acının hüznü nabzımıza vurur, buz tutan fidanların hâli hayâlhânemizde yeniden kıyâma durur, tüylerimiz diken diken olur ve bu ağıtlar laf olsun söylenmediği, yürekten geldiği için yüreklere dokunur…
Sarıkamış şehitleri için yakılan yüzlerce ağıttan en çok bilineni Pınarbaşı (Azîziye) İlçesi Kayabaşı (Sindel) köyündeki Avşar Türkmenlerinden Kara Zala’nın (Kara Zeliha’nın) söylediği “Sarıkamış Ağıdı”dır. Sindelli Zala Hala’nın 5 oğlundan birisi topal olduğu için askere götürülmemiş, ancak diğer dört oğlu Seferberlik sebebiyle silahaltına alınmış ve Sarıkamış’a gönderilmiştir. Maalesef cepheye giden dört oğlu da, şehâdet şerbetini içtiği için geri dönememiştir. Göz aydınlığı ve gönül süruru olan Cennet kokulu dört yavrusunu da kaybettiği için bu dayanılmaz acıyla ciğeri kavrulan, yüreği dağlanan, evlâtlarının ardından feryâd-ı figan ağlayan ve okuma yazması olmayan Zala Bibi; ateş düşmüş kalbinin derinliklerinden süzülen duygularını dizlerini döve döve aktarmış, Sarıkamış fâciasını ve sonrasında yaşananları çok dokunaklı dizelerle terennüm ettiği unutulmaz bir ağıt yakmıştır. Şunu da ifâde etmemiz gerekir ki, zaman içinde Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında anonim olarak söylene ağıtlardan bâzı dörtlükler de Zala Hala’nın ağıtlarına ilâve edilmiştir.
“Sarıkamış, Altınbulak
Soğanlı’yı biz ne bilek
Bizim uşak göycek gezer
Ağca zıbın, kara yelek”[3]
“Yüzbaşılar, yüzbaşılar
Tabur taburu karşılar
Yağmur yağıp gün değince
Yatan şehitler ışılar.”[4]
“Gadasın aldığım Eşe
Tekerim dayandı taşa
Seferberliği durdurun
Elin öpem Enver Paşa
Ordudan, Sarıgamış’dan
Bir habar verin Memiş’den
Yaralılar yola düşmüş
Mevlam esirgesin gışdan”[5]
Kara Zala; yaşananları ârifâne bir biçimde özetlemiş, duygu ve düşüncelerini yalın bir biçimde bütün açıklığıyla ortaya koymuş, bir Avşar ağıdı olarak Mehmetçiklerin ve yakınlarının sessiz çığlıklarını gönül diliyle söylemiş, söz ve müziğinin müthiş bir uyum içinde olduğu ve her dinleyenin gönül tellerini titreten sehl-i mümteni tarzındaki çok çarpıcı mısralar ve yürekleri yakan içli nağmelerle dile getirmiştir.
“Sarıkamış ne aralı
Kimi ölmüş, kimi yaralı
Bunu duyan var mı ola
Yalan dünya kurulalı”[6]
“Uşak gider sürüyünen
Asker kalkar boruyunan
Her nereye vardıyısam
Bir gelin var karıyınan”[7]
“Ayşe bekâr, Cennet bekâr
Acemi tâlime çıkar
Dört oğlum durur cephede
Bana da Topalım bakar
Yüce dağdan yüce dağa
Yalım vurdu koca dağa
Gayri telime tokanma
Ben ölüyom Hasan Ağa”[8]
“Sarıkamış Harekâtı”nda; hayâllerini, heyecanlarını, ideâllerini, “dîn ü devlet mülk ü millet” aşkını takdir ettiğimiz, kurmay subayların askerî açıdan teorik olarak hatâsı olmayan mükemmel bir kuşatma plânı yaptığını söylediği Enver Paşa; bir baskın harekât ile Rusaları imhâ etmeyi düşünürken mevsim şartlarını göz ardı etmesi, bâzı komutanların plâna tam uymaması, ikmâl yetersizliği, meşveret noksanlığı, koordinasyon eksikliği, kışın çok yaman geçmesi, tâlihin Ruslardan yana kanat açması ve gerçeklerin hayâli aşması sebebiyle Sarıkamış felâketine yol açmış ve Zala Hala’nın yüreğinden de;
“Çadırlar dağa kuruldu
Hücum borusu vuruldu
Bir Sarıkamış uğruna
Doksan bin fidan kırıldı”[9]
“Yaşa babam oğlu yaşa
Kan bulaştı çatık kaşa
Biz Urus’u alt ederdik
Sebep oldu Enver Paşa ”[10]
“Yazılı kilim yazılı
Avdan gelirdi tazılı
Sarıkamış’ta harbeder
Ardı ufacık kuzulu”[11]
“Aşağıdan ses geliyor
Figan bağrımı deliyor
Kör olasın Enver Paşa
Gelinleri el alıyor”[12]
mısrâları dile dökülmüştür.
Sarıkamış ağıtları; kar gibi eriyip giden gencecik fidanların “Allâhu Ekber!” diyerek şehâdet şerbetini içtiği Allâhuekber Dağları’nda can verirken kelâmın, kalemin, sesin, nefesin, acının ve gözyaşının bile donduğu çok hazin birer destandır:
“Sarıkamış’ta var maşın
Urus yığmış ağır koşun
Bizim uşak açık cılbak
Dağlarda buyudu kışın”[13]
“Dışarıya ay doğdu da
Birikin bizim gapıye
Yıkılası Soğanlı’da
Uşak uğramış dipiye
Soğanlı’da soğan olur
Kar, tipisi boran olur
Urus’u bozgun görenler
Anasından doğan olur”[14]
“Aziziye baba yurdum
Kafkasya’ya tabya kurdum
Benim korkum Ruslar değil
Karakışa kurban verdim”[15]
Sarıkamış ağıtları; Doğu Cephesinde kara kışa kurban verdiğimiz tarihimizin en “soğuk” sayfasını oluşturan acıları, “Yüreği kardan beyaz, bahtı esmer yiğitleri”[16], mezarları ak alınları gibi bembeyaz ve kefenleri kar olan şehitlerin ardından anaların kopardığı çığlıktır:
“İbrişimin kozaları
Battın Avşar kazaları
Sarıkamış’ta kırıldı
Gonca gülün tâzeleri”[17]
“Taş olsa adam dayanmaz
On beş günde iki şelek
Beni serçe vursa yıkar
Benimle uğraşma felek”[18]
“Kimini gülle götürdü
Kimini toplar yatırdı
Kör olasıca Moskoflar
Neçe ocaklar batırdı”[19]
“Gene uğru gış geliyor
Görmeyene düş geliyor
Şu Sivas’a giden gânı
Dolu gidip boş geliyor”[20]
Sarıkamış ağıtları; kömür karası saçlarının kar beyazına bulanmış ve eli tetikte buymuş babayiğitleri en içli, en sarsıcı, en çarpıcı ve en yanık ifâdelerle anlatan, isyan, elem ve kahır dolu nağmelerdir:
“Adam’ olan hergediyor
On yedili harbediyor
Her nereye vardıyısam
Gelin, kız çift’e gidiyor”[21]
“Sarıkamış al kan oldu
Zalım Urus murat aldı
Kimsesiz kız, dul gelinler
Kara giyip saçın yoldu
Böyle uzun dal mı olur
Böyle çürük soy mu olur
Bir obadan bir ocaktan
Altı gelin dul mu galır.”[22]
“Uşak gitti sürüyünen
Asker kalkar boruyunan
Hangi eve bakdıyısam
Bir gelin var karıyınan”[23]
Sarıkamış ağıtları; Sarıkamış Harekâtı’nın yapıldığı zemherideki adam boyuna ulaşan kara, her bir kar tanesinin kurşun olup askerlerimize değdiği korkunç tipiye, kışlık giysilerinin olmamasına, açlığa, yorgunluğa, iliklerine kadar işleyen dondurucu soğuğa ve her türlü olumsuzluğa rağmen kahramanca çarpışan ve son nefesine kadar kurşun atan Mehmetçiklerimizin göğsümüzü kabartan müstesnâ bir yiğitlik, fedâkârlık ve civanmertlik destanıdır.
“Canını alan savuşsun
Hasiret olan kavuşsun
Burda oğlumu eğleme
Sefer uğrunda dövüşsün”[24]
“Enver Paşa hücum dedi
Yarıldı Moskof’un ödü
Zalım Allâhekber dağı
Neçe yiğit aslan yedi
Uyuyanlar hep uyandı
Kılıçlar kana boyandı
Yedi düvel başkaldırdı
Anca Osmanlı dayandı
Allâhekber karla, boran
Tırmandık dağlara yayan
Gökten ateş dökülse de
Yılar mı hiç Âl-i Osman”[25]
Sarıkamış ağıtları; uzun yıllar üzeri karlar ile örtülmüş olmasına rağmen, anaların feryâdı olan yanık türküleri dilden dile dolaştığı için hiç unutulmamış, Sarıkamış felâketi milletimizin mâşerî vicdânında ağıtlarla kıyâma durmuş, acısı ve hüznü hiçbir zaman hatırdan çıkmamıştır. Ve “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın! Bil’akis onlar diridirler; Allah’ın, lütûf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.”[26] İlâhî müjdesine nâil olan ve ölümü öldüren şehitlerimiz için Özhan Eren tarafından bir asır sonra yakılan ve her dinlediğimizde gözlerimizi terleten ve nağmeleri bizi alıp başka diyarlara götüren “Sarıkamış Türküsü”nde de şu dizeler dile gelmiştir:
“Sarıkamış üstünde kar
Kar altında Mehmedim yatar
Gülüm donmuş kara dönmüş
Gören sanmış yârini sarar
Oy gülüm yâr, vay canım yâr
Kar altında Mehmedim yatar
Kimi Yemen kimi Harput
Üzerinde ince bir çaput
Avut yiğit gönlünü avut
Yar sarmazsa Mevlâ’m sarar
Oy gülüm yâr, vay canım yâr
Kar altında Mehmedim yatar”
“Sarıkamış Harekâtı”; vatan için, vatanından başka her şeyini seve seve fedâ etmekten çekinmeyen, “Hayatlarını avuçlarındaki bir kor yığını gibi taşıyarak yaşayan” ve “Sönen kibritin son alevi olan” vatan evlatlarının kahramanlıklarına ve “Hasta Adam”ı ayağa kaldırmak ve yaşamak için insan üstü gayretlerine şâhitlik etmiş, şâirin;
“İnsan büyür beşikte,
Mezarda yatmak için.
Kahramanlar can verir,
Yurdu yaşatmak için.”[27]1284
dizelerini, “kâl” olmaktan çıkarıp “hâl”e dönüştüren ve dönüşü olmayan yolda tereddütsüz şehâdete koşan Müslüman Türk’ün ayak sesidir.
“Sarıkamış Harekâtı”; yaratılıştan rûhu üniformalı olan Mehmetçiklerimizin her türlü olumsuzluğa rağmen;“…Ölümün ağzına girmeyi…”[28] seve seve göze aldıran îmanı, şehâdet şerbetini Temmuz sıcağında karlı buzdan bir şurup gibi içmeyi cân-ı gönülden arzulatan înancı, “Hubbü’l-vatan mine’l-îman”[29] (Vatan sevgisi îmandandır.) Nebevî düsturunun şekillendirdiği çelikten irâdesi, ecdadından tevârüs ettiği güç, kuvvet, azim, cesâret, asâlet ve metânetiyle;
“Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
Koşar adım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından
İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.”[30]
mısrâlarında ifâdesini bulan gurur verici bir destan olmanın ötesinde; riyâsı olmayan bir ibâdet olan şehâdete erişmek için, büyük bir teslimiyet ve tevekkül içinde ölümün üzerine iştiyakla yürüyen Mehmetçiklerimize Cennet-i Âlâ’nın “Gel!” diye gülümsemesidir.
“Sarıkamış Harekâtı”, Mehmetçiklerimizin; karakışın tam ortasında, yüksekliği üç bin metreye varan dağlarda hayatı idâme ettirmenin, yürümenin bile neredeyse imkânsız olduğu şartlarda ve eksi 40 dereceyi bulan soğukta donarken bile savaşan on binlerce vatan evladının karlara gömülen mosmor bedenlerinden yükselen “Ölürsek Cennet bizim, kalırsak devlet bizim” nidâsının Altınbulak’tan Soğanlı Dağı’na yansıyan sesi ve beyaz gecelerin sabahının olmadığı yerlerde “Bugün bizden vatan râzı olacak / Nefer şehit, ordu gâzî olacak”[31] diyen ve Kelime-i Şahâdet getiren Mehmetçiklerin Çil Horoz Dağı’nda, Çakır Baba’da ve Bardız Deresi’nde buz tutan nefesidir.
“Sarıkamış Harekâtı”nda; hazin bir “şeb-i yeldâ” olan 25-26 Aralık gecesi, insanın yüreğine kılıç gibi işleyen karakışta, Allâhuekber Dağları’nın en yüksek tepesini oluşturan Taht Yaylalarını aşmak için karla kaplı dağ yolunda tek sıra hâlinde ve el ele tutuşarak hareket eden Mehmetçiklerimizin zemheri soğuğunda önce gözleri donmuş, gecenin kör karanlığında gözlerini kaybettiklerinin farkına bile varamadan yürümüşler, sabahın ilk ışıklarını görememişler, gecenin devam ettiği zannıyla yüreklerindeki îman nûrunun aydınlığında ilerlemeye çalışmışlar ve tevârüs edilmiş bir ruh asâletiyle bir beyaz ölüme Tekbir getirmişlerdir.
“Sarıkamış Harekâtı”, Anadolu’nun bağrına düşen büyük ıstırapların en acılarından birisi olup; karakışta dağları, tepeleri, dereleri yazlık elbiselerle aç biilaç aşmaya çalışan “Kınalı Kuzular”ın dillere destan kahramanlık hikâyelerini ete kemiğe büründürürken, bu körpe fidanlardan on binlercesinin ellerinden bırakmadıkları tüfekleriyle soğuktan donması sebebiyle harp tarihimizin en acı muharebesidir.
Sarıkamış Harekâtı” sırasında ölümler; sâdece dondurucu soğuktan ve Rus kurşunlarından değil, kolera ve tifüs gibi hastalıklar sebebiyle de meydana gelmiş, “3. Orduya bağlı iki bin beş kişilik bir alayın mevcudu kolera ve tifüs salgınından yüz elliye düşmüş”[32], Mehmetçiklerimiz Âlem-i Cemâl’e vuslat için yüce dağların başından güzel atlara binip Hakk’a yürümüşlerdir.
“Sarıkamış Harekâtı”; Sarıkamış; binlerce metre yükseklikteki dağların arasındaki çok stratejik bir geçit noktası olup, karakışta fırtınanın, tipinin, sisin hiç eksik olmadığı, metrelerce karın biriktiği, ayazın dondurduğu, soğuğun öldürdüğü bir coğrafyada görülen “Bozgunda Fetih Rüyası”dır.[33] 22 Aralık 1914’te başlayan “Sarıkamış Kuşatma Harekâtı”nı bizzat Enver Paşa idâre etmiş, Ruslar, Sarıkamış’ta çembere alınıp imhâ edilmek istenmişse de kışın bütün şiddetiyle hüküm sürdüğü zemheride yapılan ve 5 Ocak 1915’e kadar devam eden bu harekâtta çok ağır zâyiat verilmiş, en kıymetli birliklerimiz eriyip gitmiş, çok büyük fedakârlık, vatanperverlik ve kahramanlık destanları yazılmasına rağmen düşman mağlup edilememiş ve Sarıkamış alınamamıştır.
Hâsılı “Sarıkamış Harekâtı”; hem yüreklerimize açtığı yara devamlı kanayan acı bir mağlûbiyet, hem ciğerimizi yakan feryatların dile geldiği hazin bir ağıt, hem de mücâdele azmiyle milletimizin göğsünü kabartan gurur verici bir destandır…
Ve Sarıkamış Şehitleri için; hüzne dâir ne söylense az gelecek; ancak ağıtlarla, destanlarla anlatılacak olan ve Ay-Yıldızlı Bayrağımızın remzettiği değerler manzumesinde ifâdesini bulup Tevhîd kalemiyle yazılan; “Sünnet sancağındaki îman”, “Vahdet ırmağındaki umman”, “Rahmet kucağındaki Sübhan yazısı”[34]dır…
Yazımızın bundan sonraki bölümünde, General Fahri Belen’in “Sarıkamış Harbi; tarihimizin bir fâciası ve Türk milletinin elemli bir hâtırası olmuştur. Fakat bu harp eşi az olan bir kahramanlık destanıdır.’[35] dediği Sarıkamış Kuşatma Harekâtı’nın sebeplerine, hangi hedefler için yapıldığına, nasıl plânlandığına ve ne şekilde geliştiğine değineceğiz. “Mâlumat sâhibi olmadan kanaat sâhibi olanların” şablon hâlinde ezberlediği; “Allâhuekber Dağlarında, bir gecede tek bir kurşun bile atmadan donarak ölen 90.000 askerin dramını” (?!) ve “Erzurum’u, Sarıkamış’ı ‘Tûran’ zannedip, Enver Paşa’nın askerlerimizi ‘Tûran’ yolunda kırdırdı”[36] diyenlerin “inandı/rıldı/kları hakîkatleri” (?!) de târihî bilgi, belge ve hâtıratların ışığında irdeleyeceğiz. Böylelikle “Sarıkamış Harekâtı”nı objektif bir biçimde yorumlayabilmek, yaşananları askerlerin ve tarihçilerin gözüyle de görerek; harekâtta yapılan doğruları, yanlışları, şansızlıkları ve eksiklikleri dile getirmek ve yaşanan gerçekler ışığında Sarıkamış ağıtlarındaki sitemi, kahrı, yaşanan acıyı, tariflere sığmayan hüznü ve üzüntüyü hakkıyla idrak edebilmek için, geniş bir parantez açıp Kafkas Cephesi’nde yaşananların ve “Sarıkamış Kuşatma Plânı”nın tarihî arka plânını da gözden geçireceğiz.
(Devam edecek)
DİPNOTLAR
[1] Bâzı hadis rivâyetlerinde de geçen bu kavram hakkında yorum yapan İslâm âlimleri; “Melhame-i kübrâ; Birinci Cihan Harbi’dir. Osmanlı topraklarının yedi düvel tarafından işgâl edildiği bu savaş, İslâm âleminde gerçekleşen en büyük savaştır.” Yorumunu yapmışlardır.”; *Çok büyük kanlı savaş
[2] Mehmet Âkif Ersoy, Safâhat, Süleymâniye Kürsüsünde, 170
[3] Ahmet Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar , 43-44, Kültür Bakanlığı, Ankara 1994; Yılmaz Ilık; Dikenin Gülü Avşarlar, 30; Simge Yayınları, Antalya, 2005.
[4] Ahmet Şükrü Esen, Anadolu Ağıtları, 146-147, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1982; Ahmet Z. Özdemir, a.g.e., 43-46Emir Kalkan;Kayseri ve Yöresi Ağıtlar, 22; Kayseri Kültür Müdürlüğü Yayınları, Kayseri, 1992.
[5] Sarıkamış Ağıdı, TRT Müzik Dairesi Başkanlığı, THM Uzun Hava Repertuar Nu: 777, Yöresi: Pınarbaşı Sindel Köyü, Kaynak Kişi: Âşık İmâmî, Derleyen: Halil Atılgan, Notaya Alan: Hasan Özel
[6] Ahmet Şükrü Esen, a.g.e., 146-147; Ahmet Z. Özdemir. a.g.e., 44; Erdoğan Altınkaynak, Pınarbaşı-Sarız-Tomarza Avşar Ağıtları, 125; Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamış doktora tezi, Elazığ ,1997.
[7] Yılmaz Ilık, a.g.e., 30; Ahmet Z. Özdemir; a.g.e., 45
[8] Ahmet Z. Özdemir, a.g.e., 43-46; Yılmaz Ilık, a.g.e., 29-31
[9] Yılmaz Ilık, Dikenin Gülü Avşarlar, 30
[10] Emir Kalkan; Kayseri ve Yöresi Ağıtlar, 27
[11] Yılmaz Ilık, a.g.e., 31
[12] Emir Kalkan; a.g.e.,, 24
[13] Emir Kalkan, a.g.e., 23
[14] Emir Kalkan, a.g.e., 26
[15] Ahmet Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, 43, Yılmaz Ilık, Dikenin Gülü Avşarlar, 30
[16] Abdurrahim Karakoç, Suları Islatamadım, Merhaba, 26
[17] Yaşar Kemal, Ağıtlar, 155
[18] Emir Kalkan, Kayseri ve Yöresi Ağıtlar, 27
[19] Ahmet Z. Özdemir, a.g.e., 44
[20] Ahmet Z. Özdemir, a.g.e., 44; Yılmaz Ilık, a.g.e., 30
[21] Ahmet Z. Özdemir, a.g.e., 44; Yılmaz Ilık; a.g.e.,30
[22] Emir Kalkan, a.g.e., , 25
[23] Yılmaz Ilık, Dikenin Gülü Avşarlar, 30; Ahmet Z. Özdemir; Öyküleriyle Ağıtlar, 45
[24] Yılmaz Ilık, a.g.e.,30; Ahmet Şükrü Esen; Anadolu Ağıtları, 146-147
[25] Emir Kalkan, Kayseri ve Yöresi Ağıtlar, 25-28
[26] Âl-i İmrân, 3/169-170
[27] Nihal Atsız, Yolların Sonu, Kahramanlar, 46-47
[28] Enfâl, 8/6
[29] Aliyyu’l-Kârî,el-Esrâru’l-Merfüa, 189-191, Hadis Nu: 164; Aclûnî, Keşfu’-Hafâ, I, 345
[30] H. Nihal Atsız, a.g.e., Kahramanların Ölümü, 19
[31] Bayburtlu Ömer oğlu Mustafa
[32] Ramazan Çalık, Muzaffer Tepekaya, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Birinci Dünya Savaşı Esnasında Anadolu’daki Salgın Hastalıklar, 2006, Sayı:16
[33] Beşir Ayvazoğlu, Kapı Yayınları, İstanbul, 2006.
[34] Abdurrahim Karakoç, Kan Yazısı, Kan Yazısı, 10-11
[35] General Fahri Belen, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, I, 1914 Yılı Hareketleri, 200, Ankara, 1964.
[36] Nevzat KÖsoğlu, Şehit Enver Paşa, Arka Kapak Yazısı