Birkaç ay önce çektiğim bu sokak fotoğrafı, yabancısına anlamsız ve boş, sokağı bilenlere tanıdık, burada yaşayan ya da benim gibi önceden yaşamış olana ise hayatından bir parça olarak akseder. Dile gelir konuşur, neler neler anlatır?
Babamın işi vesilesiyle gelmişiz buralara. Kısa bir süre kalıp tekrar memlekete taşınmışız. Fakat ilk adımlarımı bu sokakta atmış, ilk gezintimi bu yollarda yapmışım. Yorulmak bilmeyen bir bebekmişim. Elini sıkı sıkı tutup çekiştirdiğim anneciğimin yorgunluktan ayaklarında yaralar açılırmış.
Bu kez çocuklarımın işi sebebiyle bu şirin ilçedeyiz. Yıllar sonra yine bu sokağın kaldırımlarında yürüyorum. Anılar tutuyor elimden, çocukluğuma dönüyorum. Yavaş adımlarla denize doğru ilerlerken, kendi kendime konuşuyorum. “Hayat” diyorum, kim bilir daha nerelere çekip götürecek, neler gösterecek?
“Toprak çeker, ekmek çeker, su çeker de onun için insan bir yerden başka yerlere çekip gider” derler. Su, toprak ya da ekmek mi? Ne çeker bilinmez ama çekerler bizi. Oradan oraya savrulur dururuz harman yeli gibi. Bakarsınız uzaklar yakın olmuş, yakınlar ise uzak. Düzen böyle kurulmuş. Masal misali bu âlem, bir varmış bir yokmuş…
Çekimler var hayatımızda. Gördüğümüz görmediğimiz. Sezdiğimiz sezemediğimiz çekimler. Bir şeyler bizi, biz bir şeyleri çekiyoruz. Birisi birilerine çekiyor. İnsanlar var insandan çeken. Bütün yükleri sırtlanıp, insan yükünün altında ezilen. “Çekemem bu derdi” deyip çekip gidenler de var tabi.
Toprak çeker insanı derler. Yaş ilerleyince toprağa yakınlaşmamız ondandır. Âşık Veysel’in tanımıyla en “sâdık yâr”dır. Toprak çeker, insanı ve insana ait bütün yükleri sırtlanır. Tıpkı analarımız gibi. Çöpümüzü atarız, betonlara boğarız ama yenileyen ve yenilenen yine odur. Toprak memlekettir, yurttur, vatandır. Tarla- tokat, harmandır. Doyuran, besleyen, barındırandır. Kupkuru tohumlara cândır. Kurtlar kuşlar, cümle canlılar ondan rızıklanır. Türlü cevherler, nice madenler gizlidir derinliklerinde. Zenginlik ondan gelir insana. Nasibini arayanı elleri boş çevirmez asla.
Bir yönüyle de toprak hem temizdir hem de temizleyicidir. Maddi ve mânevi kirlerimizi temizler. Yeryüzünü paklar, arındırır. Suyun bulunmadığı yerde mânevi kirlerimizi de giderir. Bizi huzura hazırlar, topraktan gelip toprağa gideceğimizi hatırlatarak. En kıymetlilerimiz bile onun bağrında sırlanır. “İnsan yaratıldığı toprağa gömülür” derler. Belki onun için toprak insanı çeker.
Uğradığı yeri yeşerten, hayat veren, can veren “su” da toprak gibi çeker insanı. Berekettir, şifâdır, safâdır su. Buz gibi serinliği, şırıl şırıl sesi, şıkır şıkır ışıltısıyla cezbeder. Şöyle uzaktan bakmak bile rahatlatır içimizi. Baktıkça yanına gidesiniz gelir. Yakınına, daha yakınına çeker. Kaynağına varınca da buz gibi suyundan kana kana içmeyi canımız çeker.
Enginliği nispetince câzibesi artar suyun. Göl olur, deniz olur, ummân olur. Ona bakan gözler, sonsuzluğun sahibine hayrân olur. Kıyısında dolaşırken, ayağımıza dolanmış bağları bir bir çözer dalgalar. Uzanıp serin sularına, açılıp yeşil koylarına, seyrine dalıp hülyalarında kalmayı kim istemez?
Şimdilerde ise “ekmek davası” çekiyor insanları. Ve bütünüyle çekip çeviriyor hayatımızı. Kökümüzden koparıp, başka diyarlara götürüyor. “Doğduğun değil, doyduğun yer memleketin” diye teselli etsek de kendimizi, gönlümüz razı olmuyor. Doğup büyüdüğümüz yerler burnumuzda tütüp duruyor. Anılar sokağında çıktığımız yolculuklarda teskin oluyoruz. Gerçek hayata dönünce de yüklerimiz çekilmez oluyor. Onun için daralıyor bazen içimiz. Sıkışıyor kalbimiz. Aldığımız nefes boğuyor gibi göğsümüze yumruklar vuruyor biri. Boynumuzda hayat ağacının ipi, savruldukça daha da sıkıyor düğümleri.
“Neden bazen hayat bu kadar çekilmez olur, bunca elem ve kederin sebebi nedir?” diye düşünüyorum. Dünya için bu kadar çabalayıp, her şey yoluna girdi dediğimiz anda bile ruhumuz mutmain olamıyor. Sanki içimizde bambaşka diyarların özlemi var. Buralara ait olamamanın kederindeyiz.
Kederliyiz çünkü ruhumuz da özlüyor. “Elest bezmi”nde yaşadığı hatıraların izlerini arıyor. Güzel bir yüzde, güzel bir seste, güzel kokularda ve manzaralarda hep o hatıraları anımsıyor, anımsadığı kadar huzur doluyor. Orada temâşa ettiği güzeller güzeli, el-Cemîl’in özlemiyle yanıyor.
“Allah’ın zikriyledir ki kalpler yatışır.”[1] Ayet-i kerimesinde buyrulduğu gibi ıstırap çeken ruhlarımızın şifası hatırlayışlarda gizli. Bize huzur veren yerleri hatırlayarak, suya, toprağa yaklaşarak rahatladığımız gibi ruhumuz da aslî vatanını hatırladıkça, Hakk’a yaklaştıkça rahatlayacak. Zikrimiz çoğalsa yükümüz hafifleyecek. Ruhumuz Sevgili’ye yakîn olup dinginleşecek, hasret bitecek.
“Ne aşkım, ne emelim
Soluk bir karanfilim
Ben gurbette değilim
Gurbet benim içimde”
Şâirin söylediği gibi gurbet iç âlemin elemidir, çekmesini bilenlere…
Bedenen nereye çekilirsek çekilelim, hangi derdi çekersek çekelim, ruhumuz Rabb’imizin çekiminde kalsın. Sapasağlam iplerle ona bağlansın. Çekip gitme vakti yakındır efendim…
[1] Râd / 28.