Paslı bir kelepçe gibi yüreğimizi sıkan “Sarıkamış Harekâtı”nda yaşanan felâketler yâdımıza düşünce; gözbebeklerimize koyu bir hüzün bulutu demir atar… Gönül dağımıza kasvetli bir duman bağdaş kurar… Zemheri soğuğunda gözlerimiz terlerken “Üşüyorum”[1] diyenlerin duyguları bir kere daha kalplerimizi yakar… Gözpınarlarımızdan dökülen yaşların her bir damlası yanaklarımızda gamzeleşirken, Allahuekber Dağları’nda “Allâhu Ekber!” diyenlerin buz tutmuş nidâları bir ağıt düşürür dilimize… Yüreklerden çağlayıp gelen duygular bâzen yanık bir ağıt, bâzen içli bir şiir, bâzen hazin bir destan, bâzen de dertli bir türkü olur dize dize… Ve bunların her birisi gözü yaşlı bir “âh” olup dokunur kalbimize…
Yürekleri dağlayan ve bir âhın içinden bin âh duyulan ağıtlardan birisi de Ahmet Şafak’ın “Sarıkamış” isimli bestesidir. Ahmet Şafak; yerin, göğün buz tuttuğu bir zamanda; Mehmedimizin ahvâlini, zindan karanlığı gecelere bembeyaz bir şafak olan ve yüreğinden hiç eksik olmayan sevdâ ateşini ve Allahuekber Dağları’nda son nefesini verirken anasına yazdığı / yazmak istediği duygularını dile getirmiş, Yunusumuzun;
“Ten fânidir can ölmez, çün gitti geri gelmez
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil”
diye ifâde ettiği, ölüp de ölmeyen Mehmetçiklerimizin Sarıkamış’ta yaşadıkları hâli şiir diliyle dizelere dökmüş ve “Bir hilâl uğruna batan güneşler” için şu ağıdı yakmıştır:
“Memed yetim, Memed âşık
Potini var delik deşik
Anası elinde beşik
Memed yatar kar altında
Sarıkamış kar altında
Mehmedim karlar altında
Yüreğinde sevdiceği:
Memleketi kor altında
Anama demeyin sakın
Tüfengi omzuma takın
Bu yüreği benden sökün
Yatamam toprak altında
Son bir nefes Memed dayan
Zalım uyku gel de uyan
Ölen beyaz bir kardelen
Tahammülüm zor altında” [2]
“Sarıkamış”; dönmemek üzere cepheye giden yiğitlerin vatan aşkıyla ölümü nazlı bir yâr gibi bağrına bastığı, , bembeyaz bir ölümün kucağına yürüdüğü karlı-buzlu yollardaki Hakk’a teslîmiyetin mukaddimesidir…
“Sarıkamış”; düşmana karşı îman dolu göğsünü siper edenlerin;
“Dalgın gözlerimde bir mavi çadır;
Belirdikçe yokluk, yittikçe varlık…
Belki o değildir, belki de odur
İçimdeki şu genişlik, şu darlık…”[3]
diyenlerin; “Soylu sevdâ türküleri dudaklarında / Saçlarında kurt nefesi rüzgârlar”[4] savrulanların, “bir ögünç hil’atı gibi” ölümsüz güzelliği karlı dağ başlarında giyenlerin ve “ahsen-i takvim üzre” geçip gidenlerin şeref nişânesidir.
“Sarıkamış”; Kıble yürekli serdengeçtilerin, ölümü öldürerek ölümsüzlüğü tatmak için;
“Kurulu yayımdan çıktım;
Ok olur Sana gelirim,
Yaşamak bu ise bıktım
Yok olur Sana gelirim.”[5]
diyerek ölümün üzerine Haydâr-ı Kerrâr (k.v.) gibi yürüyenlerin şehâdet ufkundaki vuslat türküsünün besmelesidir.
“Sarıkamış”; rûhu üniformalı Türk askerlerinin, ‘mareşal kış’la mücâdele ederken;
“Yönüm kıbleye, Kıblem Kâbe’ye…
İki ak ışık çıkar gözbebeklerimden,
Arza destek olmuş göğsü kaba dağları
Aşar bir solukta varır Mekke’ye,
Yönüm kıbleye, Kıblem Kâbe’ye…”[6]
demeyi şiâr edinen yiğitlerin karlı dağlardaki buz tutan nefesidir.
“Sarıkamış”; Allahuekber Dağları’nda Mehmetçiklerimizin son nefesini verirken;
“Tesbihim tamam oldu billah,
Sübhânallah… Sübhânallah… Sübhânallah…
. . .
İmâmsi de var, tanıktır Allah,
Elhamdülillah… Elhamdülillah… Elhamdülillah…
. . .
Tesbihim alnımda otuz üç damla ter…
Allahu Ekber… Allahu Ekber… Allahu Ekber…”[7]
diye diye, Uhud’daki Enes b. Nadr (r.a.) gibi Cennet kokularını duyarak Kelîme-i Şehâdet getiren Ay-Yıldızlı askerlerin Allahuekber Dağları’ndan Firdevs-i Âlâ’ya gülümsemesidir.
“Sarıkamış”; dondurucu soğuklarda Hakk’a yürüyenlerin sessiz hıçkırıklarını yüreklerinde duyan;
“Apakça mektuplar gözledim. Gelmez…
Bağrımın başını közledim. Gelmez…
‘Anam’ deyişini özledim. Gelmez…
Ap akça sütümle baturladığım!..
Şehitlik şerbeti içti dediler…
İçti ve öteye uçtu dediler…
Ne mezarın belli, ne düştüğün yer,
Ey can konağımda yatırladığım!..”[8]
dizeleriyle ciğerleri kavrulmuş anaların söylediği ağıtların en yanık sesidir.
Sarıkamış üstüne nice şiirler, nice destanlar yazılmıştır. “Buzların Tutuştuğu Yer Sarıkamış” isimli eserinde; “Sarıkamış sadece ağıt değildir; kırmızının ak’la, kanın karla seviştiği yerdir. Buzların alev alev yandığı yerdir;Sarıkamış sadece ağıt değil, Sarıkamış bir destandır.” diyen Harun Yiğit, “Sarıkamış Dağları’nda” şiirinde şu dizeleri kaleme almıştır:
Bunca yıldır kan kokuyor
Sarıkamış Dağlarında
Analar ağıt yakıyor
Sarıkamış Dağları’nda
Nöbet tutar beyaz ölüm
Kısım kısım, bölüm bölüm
Bir şehit çiçeği gülüm
Sarıkamış Dağları’nda
Paşalar asker öğütler
Hava soğuk donmuş gök, yer
Kar kefende koç yiğitler
Sarıkamış Dağları’nda
. . .
Göğsümde yâr mendili var
Titresem tenimi ovar
Sus ey sesim, anam duyar!
Sarıkamış Dağları’nda
Bu dağlar başka dağlar
Her tepede kardelen var
Ben üşürüm anam ağlar
Sarıkamış Dağları’nda
. . .
Tarih köhne, kilit paslı
Konya, Ilgın ve Sivaslı
Kim demiş ki asker yaslı
Sarıkamış Dağları’nda
Gittiğimiz düğün zaten
Kalk borusu zar, zor öten
Yâr gülüşü vatan: Sen, ben
Sarıkamış Dağları’nda
. . .
Dizim dizim dizilmişler
Şehit diye yazılmışlar
Şafaklardan süzülmüşler
Sarıkamış Dağları’nda
Sivriburun Havzası’nda
Veli Baba Boğazı’nda
Vuruşarak şehit düştük
Sarıkamış Dağları’nda
Kapan Başı Yaylası’nda
Su donmuş matarasında
Hasretlik vardı yasında
Sarıkamış Dağları’nda
Duydum Saya Gecesi’ni
Çeken bilir acısını
Buza gömdük nicesini
Sarıkamış Dağları’nda
Konhar Tepe, Yassı Tepe
Urus tuttu bizi topa
Kar yağıyor lapa lapa
Sarıkamış Dağları’nda
Çamlı Yayla, Mercimekli
Yanıktaş’ın yolu tekli
Varsak yitirmeden aklı
Sarıkamış Dağları’nda
Bâzen canlar darda kaldı
Hayâlimiz karda kaldı
Yanan buzda, narda kaldı
Sarıkamış Dağları’nda
Bizden sonra gelecekler
Vatan için ölecekler
Bize minnet kalacaklar
Sarıkamış Dağları’nda”[9]
* * *
Sarıkamış üzerine yakılmış ağıtlardan ve yazılmış şiirlerden bâzı örnekler sunduktan sonra bir parantez daha açacak, daha önceki yazılarımızda tafsilatlı bir biçimde ifâde etmeye çalıştığımız “Sarıkamış Harekâtı” hakkında genel bir değerlendirme yaptıktan sonra; o günleri bizzat yaşayan dönemin Türk ve Rus komutanlarının hâtıratlarından pasajlar sunacak ve tarihçi yazarlar ile araştırmacıların görüşlerini de aktaracağız:
“Sarıkamış Harekâtı”; son yıllarda üzerinde çok konuşulan, tartışılan, maalesef harp tarihi açısından ve askerî plân perspektifinden bakılmadan, kamuoyundaki bilgi noksanlığı ve politik mülâhazalar ile bâzı hâtıratların abartılı ve gerçek dışı beyanları sebebiyle; “Tek kurşun atmadan Allahuekber Dağları’nda bir gecede 90.000 asker donarak öldü” (?!) sloganıyla bir şehir efsânesi hâline gelen ve kara kışın ortasında beyaz gelinliğini giyen dağlarda yapılan bir bahtı kara muharebedir.
“Sarıkamış Harekâtı” milletimizin yüreğinde derin bir yara, tarihî hâfızamızda acı bir hâtıra ve yakın tarihimizdeki büyük bir fâciâ olduğu gibi, aynı zamanda “dîn ü devlet mülk ü millet” aşkıyla cepheye giden ve her türlü olumsuzluğa rağmen Mehmetçiklerimizin; insanüstü gayretiyle, ortaya koyduğu sabır ve sebâtıyla, akıl almaz mücâdele azmiyle, târiflere sığmayan fedâkârlıklarıyla, üstün cesâretiyle ve sarsılmaz irâdesiyle ortaya çıkan müthiş bir destandır. Bu konuyu dile getiren Muzaffer Albayrak, “Sarıkamış Harekâtını Yeniden Değerlendirmek -II” başlıklı makâlesinde; “Türk harp tarihinin bir faciası, Türk milletinin elemli bir hatırası olan Sarıkamış Harekâtı, aynı zamanda eşine az rastlanır bir kahramanlık destanıdır. Bu harekât esnasında Türk askeri her zamanki itaatkâr, fedakâr, seci yönünü ibraz etmiş, beşeri tâkatin üzerinde kendisinden istenen vazifeyi yerine getirmek uğruna gayret göstermiş, vazifesini yapmak uğruna dağ başlarında donmayı göze almış ancak maalesef bu fedâkârlığını zaferle taçlandıramamıştır. Şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki; şayet maddi imkânsızlıklar, üstün cesaret ve fedakârlıkla kırılabilseydi, hiç kuşkusuz bunun gerçekleştiği yer Sarıkamış olurdu.”[10] demiştir.
Sarıkamış’la alâkalı yazılarımızda tafsilatlı bir biçimde îzah ettiğimiz gibi “Sarıkamış Harekâtı”nın; ağır bir mağlûbiyetle sonuçlanmasına, binlerce askerimizin hayâtına mâl olmasına, Doğu Anadolu’daki ordumuzun erimesine ve bir fâciâya dönüşmesine sebep olan zaaflar şunlardır:
- Kolordu komutanı Hâfız Hakkı Bey’in; yapılan ilk plâna sâdık kalmaması, kendi başına bir strateji uygulayarak 25 Aralık’ta Sarıkamış’a gel/e/memesi ve birlikleri Allahuekber Dağları’na yönlendirerek askerlerimizin -30, -40 dereceye varan soğuk ve tipide donmasına sebebiyet vermesi,
- Harekâta katılan üst düzey komutanlardan 9. Kolordu komutanı İhsan Paşa ve Kurmay Başkanı Yarbay Köprülülü Şerif İlden ile 29. Tümen Komutanı Albay ÂrifBaytın’ın harekâtın başarısına inanmaması sebebiyle taarruzları ağırdan almaları ve gevşeklik göstermeleri; hattâ ÂrifBaytın’ın, Enver Paşa’nın taarruz emrinin aksini yapması, birliğini geriye çekerek verilen tâlimâtı uygulamaması; 11. Kolordu Komutanı Gâlip Paşa’nın ise Rus kuvvetlerini Aras Vâdisi’nde tutma görevini yerine getirememesi,
- Harekâta karar verildiği zaman iyi olan hava şartlarının Sarıkamış’a intikalin yapıldığı günlerde bozmaya başlaması;kar, tipi ve dondurucu soğuğun aşırı olumsuzluğu ve askerî teçhizatta eksikliği ve birliklerin çetin hava şartları altında çok uzun yürüyüşler yaparak bîtap düşmesi,
- Sarıkamış Harekâtı’na katılan kolorduların cephane, er, erzak ihtiyacının giderilmesi için çok önemli olan, yedek güç ve levâzım teminindeki noksanlıklara karşı yakın ve uzak bölgelerden gelecek ikmal organizasyonunun yeterli olmaması[11],
- Birlikler arasındaki haberleşme ve koordinasyon eksikliği, askerî haritalardaki yolların ve geçitlerin yanlış işaretlenmesisebebiyle ortaya çıkan problemler ve bölgedeki Ermenilerin ihânetleri,
- Birinci Dünya Savaşı yıllarında ülkemize musallat olan, bölgede de yaygın olarak görülen, bitlerden bulaşan ve çoğunlukla ölümle neticelenen tifüs salgını[12]sebebiyle, ayrıca kolera ve tifo gibi hastalıklardan dolayı da binlerceaskerimizin hayatını kaybederek ordumuzun gücünü kırması… Bu hastalıklardan verdiğimiz zâyiatınçarpıcı bir örneği; “ Orduya bağlı iki bin beş kişilik bir alayın mevcudu kolera ve tifüs salgınından yüz elliye düşmesi”[13] olup, bu hastalıkların ve özellikle tifüsün savaşın başlamasıyla birdenbire artarken verdiğimiz kayıplar,
- Harekâtın 27 Aralık’tan sonraki günlerinde dondurucu kış şartlarında Sarıkmış’ın ele geçirilememesi sebebiyle askerlerimizin açık arâzide kalması, donma ve hastalıkların artması,
- Harekât sırasındaki menfî gelişmelere, yönetilemeyen risklere karşı etkili bir “alternatif plân”ın yapılmamış olması ve harekâtın ikinci haftasından sonra durumun hızla bozgun ve hezimete gittiği görülmesine rağmen harekâta son verilmemesi ya da kapsamının daraltılmaması,
- Hâsılı uygulamada bâzı hatâ ve gecikmelerin vuku bulması, Enver Paşa’ya inanmayan bâzı komutanların yaptıkları yanlışlıklar, hava şartlarının çok sert bir biçimde aleyhimize dönmesi,ikmâl ve intikal yollarının tecrübesizlikler dolayısıyla iyi düzenlenememesi ve bizim aleyhimize gelişen birçok şans faktörünün Rusların lehine tezâhür etmesi…
Bütün bunların yanında Sarıkamış Harekâtı’nda her türlü olumsuzluklara rağmen Türk Ordusu’nun gösterdiği gayret, cesâret, dirâyet, disiplin, azim, irâde ve kahramanlık, destanları kıskandıran bir destandır. Bu konu hakkında Ziyâ Nur Aksun; “Koskoca bir ordu her türlü meşakkate, yokluğa ve soğuğa karşı, fevkalâde bir tahammülle dayanmış; göz yaşartacak ferâgat numûneleri, insanı titretecek bir hareket kabiliyeti göstermiştir.” değerlendirmesinde bulunmuş ve General Fahri Belen de; “Tarihte hiçbir ordunun yüzde doksan zâyiat verdikten sonra sebat ettiğine dâir misal bulmak güçtür.”[14] demiştir.
Nevzat Kösoğlu, Sarıkamış Harekâtı hakkında yaptığı nihâî değerlendirmesinde şu tespitlerde bulunmuştur:
“Bu harekâtı Rusların kazanması için altı-yedi şartın bir araya gelmesi lâzımdı; bizim kazanmamız için ise, bunlardan herhangi bir şartın olmaması yeterliydi. Bütün şartlar bir araya geldi ve zafer Ruslara güldü. Bu da tarihin üzerinde düşünülmeye değer ibretli tezahürlerinden birisidir.
- Hafız Hakkı Bey, yolu uzatmayıp Sarıkamış’a vaktinde yetişseydi zafer kesindi.
- Şerif Bey ve İhsan Paşa 9.. Kolordu’nun Sarıkamış’a vardığı akşam Enver Paşa’nın hücum emrini durdurmayıp devam etseydiler başarı kesindi.
- Rus komutanı Mişlayeyevski’nin geri çekilme emri, yerine bıraktığı Rus komutan tarafından uygulansaydı; yine netice alınmış olacaktı.
- 26 Aralık taarruzunda Albay Ârif Baytın 29. Tümeni, Enver Paşa’nın emrine rağmen Sarıkamış yerine Kızılkilise’ye yönlendirmeseydi yine sonuç alınacaktı.
- Rus Plaston Tugayı ve yeni mezun 200 Rus, Sarıkamış’a yardım olsun diye gelmemişlerdi; tesâdüfen Sarıkamış garnizonuna uğramışlardı. Direnişe büyük katkı sağladılar.
- Ruslar Aras boyundaki birliklerini süratle geri çektikleri hâlde, onları tutmakla görevli olan 11. Kolordu komutanı gevşek davranmış, Rus kuvvetlerinin takviyesine fırsat vermişti.
- Ve ikinci dereceden sayabileceğimiz diğer birçok sebep-meselâ harekâtın başladığı günlerde çok iyi olan havalar iki üç gün daha devam etseydi-. daha bir araya geldiği için Ruslar kazanmışlardı. Rusların kazanması için bu kadar şartın bir araya toplanmasını, tarihî plânda rastlantılara bağlamak, kabullenilecek bir açıklama değildir. Tarihin akışını tek tek olaylardan hareketle anlatmaya çalışmak yanıltıcıdır. Öyleyse, sonuç olarak Sarıkamış Harekâtını nasıl değerlendireceğiz?
- Sarıkamış, bir savaş yenilgisi ve milletimizin yaşadığı gurur verici bir destandır.”[15]
Sarıkamış Harekâtı üzerine General Nikolski, General Maslofski, Paul Muratoff ve Yarbay Felix Guze gibi Rus ve Alman subayları ile tarihçi yazarların düşünceleri, Genelkurmay’ın ATASE Başkanlığı’nın yayımladığı kitapta şu şekilde özetlenmiştir: “Sarıkamış taarruz plânı, kesin sonuca süratle giden iyi bir plândır. Ancak bölgenin ikmâl sorunları iyi düzenlenmemiştir. Türk Ordusu’nun büyük komuta kademesinde bilgili ve cesur komutanlar vardı, ama savaş deneyimleri yoktu. Özellikle Türk erinin sabır, cesâret ve disiplini kuşatma harekâtını sonuna kadar götürmüş ve bu savaşta Türk eri yenilmemiştir.”[16]
“Sarıkamış Harekâtı”nın baştan beri îzah etmeye çalıştığımızplânlamasını, gerekliliğini, zemheride neden yapılması gerektiğini, safahatını, yaşananları ve komuta kademesinin hatâlarını bir tarafa bırakıp, sâdece sonuçlar ve kayıplar üzerinden tartışma yapılması, bu harekâtın en küçük bir başarı şansının dahi bulunmadığının öne sürülmesi, “Bu felâketin tek sorumlusu ve suçlusu Enver Paşa’dır” denmesi, bu harekâtın;“Dâmâd-ı Şehriyârî, Başkumandan Vekili, Harbiye Nâzırı sıfatlarını taşıyan bir mâcerâcının, on binlerce Mehmetçiği dönemin tâbiriyle ‘kumar parası gibi’ harcayan Enver Paşa’nın; Alman çıkarları uğruna Türk askerinin hayâtını hiçe sayarak 90 binden fazla vatan evlâdını kara ve buza gömdüğü, fâciânın gizemli adı”[17] diye nitelenmesi ve hatta daha da ileri gidilerek Enver Paşa’nın hâin olduğunun söylenmesi de Sarıkamış fâciâsının üstüne tuz biber eken ayrı bir fâciâdır…
Enver Paşa düşmanlığını öne çıkarıp kendisini aklamaya çalışan, Sarıkamış Harekâtı sırasında Enver Paşa’nın 25/26 Aralık gecesi Sarıkamış’a taarruz kararına muhalefet eden, savaşta Ruslara esir düşen, Sibirya’daki esâret hayâtı üç yıl süren Yarbay Şerif İlden’in; hınç, öfke ve kinle kaleme aldığı, aşağılayıcı bir üslupla, hakâret dolu kelimelerle eleştirdiğive gerçek dışı abartılı rakamlar beyân ettiği hâtıratında; Sarıkamış Harekâtı üzerinden Enver Paşa itibarsızlaştırılmaya çalışılmış ve “hayâlperest, mâcerâperest, Alman İmparatorluğu’nun ücretli uşağı” gibi çok ağır ithamlarla suçlanmıştır. Tarihçi Ziya Nur Aksun 9. Kolordu Kurmay Başkanı Yarbay Şerif İlden’in bu ve benzer suçlayıcı ithamları karşısında şu değerlenmeyi yapmıştır: “Kendi komutanına bu tarzda hücum eden bir adama ne denir bilmem; fakat asker demek kolay değildir.”[18]
Dr. Mehmet GÜNEŞ
13 Kasım 2022
(Devam edecek)
[1] Muhsin Yazıcıoğlu, Gül’ün Şavkı, Üşüyorum, 30; Alperen Yayınları, Ankara, 2000.
[2] Ahmet Şafak, Sarıkamış (2003 yılında çıkan albümü)
[3] Yetik Ozan, Bütün Şiirleri, Geçiş, 91; Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2002.
[4] Dilâver Cebeci, Ve Sığınırım İçime, Bozkırda Kalan Sancı, 17;Burak Yayınevi, İstanbul, 1992.
[5] Yetik Ozan, Bütün Şiirleri, Sana Gelirim, 52
[6] Dilâver Cebeci, a.g.e., Kandehar Dağlarında Sabah Namazı, 35
[7] Dilâver Cebeci, a.g.e., Tesbih, 34
[8] Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Destanlarda Uyanmak, 13; Cönk Yayınları, İstanbul, 1984.
[9] Harun Yiğit Buzların Tutuştuğu Yer Sarıkamış, 6-9, 203-204; Gülce Edebiyat / Mavi Kitap Yayıncılık Antalya, Kasım, 2015.
[10] Muzaffer Albayrak, Sarıkamış Harekâtını Yeniden Değerlendirmek, 31 Ocak 2010, http://www.geliboluyuanlamak.com
[11] Lojistik desteğin savaş alanına ulaştırılmamasında üç önemli faktörden birincisi Karadeniz üzerinden gemilerle gelen erzak ve mühimmâtın Trabzon limanına ve oradan da cepheye gönderilecekken, Rusların Karadeniz’i ablukaya almaları sebebiyle sekteye uğramasıdır. Bu sebeple 6 Kasım 1914’te İstanbul’dan deniz yoluyla gönderilen kışlık giyecek, gıda, silah ve mühimmat yüklü üç gemimizin Trabzon’a giderken Zonguldak açıklarında Rus savaş gemileri tarafından batırılmıştır. İkincisi, Anadolu’dan demiryolu ve karayoluyla yapılacak sevkiyatta demir ve karayolu yetersizliğidir. Üçüncüsü ise ağır kış şartları ve yetersiz dağ yolları sebebiyle Erzurum ve civarından sevk edilecek er, erzak, mühimmat ve sâir malzemenin gerektiği ölçüde gönderilememesidir.
[12] Mustafa Karatepe, I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde Tifüsle Mücâdele, 1-87; Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 1993.
[13] Ramazan Çalık, Muzaffer Tepekaya, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Birinci Dünya Savaşı Esnasında Anadolu’daki Salgın Hastalıklar ve Ermeniler, 205-228, Sayı:16, Konya, 2006.
[14] General Fahri Belen, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, I, 200
[15] Nevzat Kösoğlu, Şehit Enver Paşa, 328-330
[16] Genel Kurmay ATASE Başkanlığı, I. Dünya Harbinde Türk Harbi, Kafkas Cephesi, 3. Ordu Harekâtı, I, 533
[17] “Kaymakam Şerif Bey’in Anıları Sarıkamış” kitabının arka kapak yazısı
[18] Ziya Nur Aksun, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı, 222