Ayasofya İbadete Açılırken Gereken Duyarlık

Türklerin feth ettikleri topraklardaki ibadet yapılarına tarihi, estetik ve dini içeriğini ayırmadan saygı göstermeleri geleneği Ayasofya’da da devam etmiştir. Eğer bizler bugün mozaiklerinden mermerlerine kadar Ayasofya diye bir yapıdan söz ediyorsak Osmanlılar sayesindedir. Osmanlı döneminde kimse eline mala alıp mozaikleri kazımaya kalkmamıştır. Sürekli onarımlar ile yapının belli aralıklarla sorun yaratan kubbesinin çok sayıda depremi atlatarak günümüze ulaşmasını sağlamışlardır.

*****

Doç.Dr. Başak Burcu EKE

Ayasofya’nın ibadete açılması kararının yankıları öyle kolay dineceğe benzemiyor. Aşırılıklarla dolu söylemlerin çıkışında… Bizans ile ilişkilerimizin ve Ayasofya’nın bizim kültürümüzdeki yerinin yanlış değerlendirmesi etkili diye düşünüyorum.

Ortaçağ boyunca Doğu Roma’nın, yani Bizans’ın Türkler ile arası sanıldığı gibi kanlı bıçaklı olmamıştır.  Savaşlar sırasında bile birbirleri ile ticari, sosyal ve kültürel ilişkilerini devam ettirmişlerdir. Ama Ortodoks Kilisesi ile Katolik Kilisesi birbirlerinden hiç haz etmemiştir.  Bizans’ın dindaşı Avrupalılar ile anlaşamamasındaki sebeplerden biri Doğu’ya has derinlikli yaşam algısına Katolik kilisesinin uzak oluşudur. Batı Kilisesi Ayasofya’yı inşa etmiş olsaydı, gayet sığ bir inanç kabulü ile yapıya azizlerden birinin ismini verirdi.  Oysa,  Doğu Roma insanlık tarihinin ikinci en büyük kubbeli yapısı olan kilisesine  “Hagia Sophia” yani  “Kutsal Bilgelik” demeyi tercih etmiştir.  Aslında doğru çeviri “İlahi Hikmet” olmalıdır. Ali Günvar, Kutadgu Bilig ile Hagia Sophia tanımının birbirinden pek de farklı olmadığını ifade eder.  Bu da bizleri 1071’den beri yolları kesişen iki kültürün farklı inançlara sahip olsalar da benzer yaşam algısına sahip olduğu gerçeğine götürmektedir. Her ikisinin de Haçlı Seferleri’den rahatsızlık duymasının temel sebeplerinden biri budur. 

Fatih Sultan Mehmet Han 1453’te İstanbul surları önüne geldiğinde Bizanslılar arasındaki  “Latin külahı görmektense Türk sarığı görmeyi yeğlerim” sözün taraftar bulmasının bir sebebi vardır.  IV. Haçlı Seferi olarak başlayan süreç Konstantinopolis’in Latinler tarafından istilasına dönüşmüştür. 1204-1261 yılları arasında devam eden Latinlerin tacizlerini, yağmalarını ve Doğu Kilisesi’nin kutsal mabedi Ayasofya içinde yaptıklarını unutmamışlardır.  Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya içinde namaz kılması ile Latinlerin Ayasofya’nın apsisinde dansöz oynatmaları iki kültürün farkını açıkça ortaya koymaktadır. Apsisi bizdeki mihrap gibi düşünmeyelim. Mihrabın kıble yönünü göstermesi dışında ayrıca sembolik bir anlamı yoktur. Oysa apsis kutsal yön olarak kabul edilen doğuyu işaret etmesi dışında cennetin temsili olarak da görülmüştür. Bu kısımda sadece Ortodoks din adamları dini kutsallıkları nedeniyle bulunabilirken,  cemaat orada bulunamaz. Kısacası Latinlerin Ayasofya’da dansöz oynatmak için herhangi bir yeri değil de apsisi seçmeleri sanıldığından daha ağır bir hakarettir.

Türklerin feth ettikleri topraklardaki ibadet yapılarına tarihi, estetik ve dini içeriğini ayırmadan saygı göstermeleri geleneği Ayasofya’da da devam etmiştir. Eğer bizler bugün mozaiklerinden mermerlerine kadar Ayasofya diye bir yapıdan söz ediyorsak Osmanlılar sayesindedir. Osmanlı döneminde kimse eline mala alıp mozaikleri kazımaya kalkmamıştır. Sürekli onarımlar ile yapının belli aralıklarla sorun yaratan kubbesinin çok sayıda depremi atlatarak günümüze ulaşmasını sağlamışlardır.

Ayasofya’nın ibadete açılması ile şüphesiz bir değişim yaşanacak. Ancak bu süreçte yorum ve değerlendirmelerin kutuplaşma boyutuna varması faydadan çok zarar getirecektir.  Onun için de Ayasofya ile ilgili daha önceden alınmış kararların dönemlerin siyasi, ekonomik ve diplomatik durum ve ilişkileri düşünülerek incelenmesine dikkat etmek gerekiyor. Bağlamından kopuk analizler ister istemez işlevsiz yergiler toplamına dönüşüyor. Fatih dönemi ile Sultan Abdülmecid dönemi Osmanlısı aynı değildir. Benzer şekilde Gazi Mustafa Kemal Atatürk dönemi siyasi ve askeri stratejisi ile günümüzün kıyaslanması da doğru olmayacaktır.

Bu değişim sürecinde en çok dikkat etmemiz gereken husus Türk kültürünün çizgisinden ayrılmamak olmalı. Ayasofya’yı sadece siyasi ve dini bir sembol olarak göremeyiz. Fransız İhtilali sonrası dünyayı saran milliyetçilik akımına ilk kapılan Rumlar’ın özellikle de Mora, Girit ve Kurtuluş Savaşı’nda yaptıklarını unutmamız da affetmemiz de çok zor. Ama yargılarımızda odak noktamız yapının tarihçesi ile de uyumlu olarak yukarıda da söz edilen Ortaçağ’daki ilişki ağı olmalı, Yakınçağ ’dan bu yana olan  değil.

Unutmamalıyız ki 537 yılından beri Ayasofya insanlığın yaşadıklarına şahitlik ediyor. Hikmetlerinden biri de bu. Bu nedenle de yeni çağın çok işlevli tarzına hızla uyum sağlayacaktır. Mimari planı ve anıtsallığı aynı anda tursitlerin ziyaretine ve ibadete uygun düzenlemelerin yapabilmesini mümkün kılıyor.  Asgari müştereklerde başarılı şekilde buluşulacağı temennisi ve kanaatindeyim.  Elbette herkesi memnun etmek mümkün olmayacaktır. Osmanlı zamanındaki gibi ana kubbenin örttüğü mekânda ibadet hayalini yaşayanların biraz o hayalden uzaklaşmaları gerekebilir. Unutmayalım ki ana mekanda devam eden restorasyon çalışmaları ve kurulu vaziyette iskeleler var. Benzer şekilde müze olarak kalmasını isteyenlerin de ısrarlarını bırakmaları gerekecek. O noktada hem müze hem ibadethane işlevinde Notre Dame gibi yapıların varlığı hatırlanmalıdır. Çözüm yolları geliştirilirken sakin kalmaya ve düzenlemelerin işlerlik kazanması için de zamana ihtiyacımız var.

———————————————-

Kaynak:

https://fikircografyasi.com/makale/ayasofya-ibadete-acilirken-gereken-duyarlik

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen