Türkülerimiz XVI – Kerkük Türküleri – I

Perdeleri örtük

Lambaları sönük

Sırtında yıllar yük

Hâtıraları kırık dökük

Bir yer olacak orada

Adı Kerkük…

Ârif Nihat Asya

 

Dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden birisi olan, bin yıldan daha uzun bir süre Türk hâkimiyetinde kalan; tarih, coğrafya, demografik yapı ve kültür itibarıyla Anadolu’nun devamı niteliğinde sayılan Kerkük; Irak’ın kuzeyinde Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki “Cezîre” bölgesinin doğusunda ve bugün Irak coğrafyasında yer alan kadim bir Türkmen şehridir.  

Tarihten günümüze birçok medeniyete ve millete ev sahipliği yapmış olan Kerkük’e bilinen ilk Türkmen kafilesi Emevîler Dönemi’nde ve 674 yılında gelerek yerleşmiş,[1] 835 yılında Abbasî Halifesi Mu’tasım’ın Türklerden oluşan bir muhafız birliği kurmasıyla Türkler yavaş yavaş Samarra, Musul ve Kerkük bölgesinde askerî hâkimiyeti ele aldığı gibi yönetiminde de söz sâhibi olmaya başlamıştır.[2]

Türklerin; Uluğ Türkistan’dan sevk-i İlâhî neticesi gökyüzünü çadır, güneşi tuğ yapıp “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresini” geçekleştirmek ve “İ’lâ-yı Kelîmetullah için Nîzâm-ı Âlem  Ülküsü”nü yeryüzüne hâkim kılmak için gün doğusundan gün batısına doğru “İstanbul’u alıp gülzâr etme” gâyesiyle yaptıkları kutlu  akınları sırasında, Selçuklular Anadolu’yu Türk ülkesi yaparken, yol üzerindeki Kerkük-Musul bölgesini de Türk yurdu hâline getirmiştir. Büyük Selçuklu Devleti’nden sonra, Osmanlı hâkimiyetine geçinceye kadar Kerkük; Irak Selçukluları, Zengîler, Erbil Atabeyliği, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevîler gibi birçok Türk devletinin yönetiminde kalmıştır.

Kerkük; 1890’lardan itibaren Musul vilâyetine bağlanmış, bu durum Osmanlı’nın yıkılışına kadar bu şekilde devam etmiştir. Irak’taki Türk toplumunun en önemli kültür merkezi olan Kerkük,  Millî Mücâdele sonrası resmî hudutlarımızın dışında kalsa da, Mîsâk-i Millî sınırlarımız içinde bulunan ve kalbimizin başköşesine bağdaş kuran; günümüzdeki yaslı, yaralı hâliyle gönlümüzü mahzun kılan ve yapılan insanlık dışı Türkmen katliamlarıyla yüreklerimizi kanatan öksüz ve yetim bir Türk yurdudur.

Yüz yıl öncesine kadar bizim bir vilâyetimiz olan, nüfus ve sosyo-kültürel yapı olarak Türk şehri hüviyetini koruyan “Başım/ız/ın Tâcı Kerkük[3]; zengin petrol varlığı sebebiyle her zaman emperyalist güçlerin iştahını kabartmış ve hep onların hedefinde olmuştur. İngilizlerin Kerkük üzerinde oynadığı kirli oyunlara,  son 50-60 yıldır Baas rejiminin yaptığı katliamlara, şehri Araplaştırmak için nüfus kaydırma faaliyetlerine, ABD’nin “demokrasi getirme” yalanlarıyla bu bölgenin idârî, siyâsî ve demografik yapısını alt üst etme ve nüfus kaydırtarak Kürtleştirme çabalarına ve son otuz yıldır AB/D’nin artan gayretleriyle Kerkük’ü  Barzânî’ye verme  çalışmalarına rağmen hâlen şehir ahâlisinin önemli bir bölümü Türklerden oluşmaktadır. 

Kerkük Kalesi’ndeki Osmanlı Subayları Mezarlığı Kitâbesi’nde çok veciz bir biçimde ifâde edildiği gibi; “İslâm’ın bayrağını yükseltme ve bulundukları yerlere hizmet götürme mücâdelesi verenler için bağrında yattıkları toprak, gurbet değil vatandır.” Ve Türk vatanı olan Kerkük üzerine oynanan oyunları ve Türkmenlerin yaşadığı dramı,“Baht Ocağı” şiirinde dile getiren Yetik Ozan şunları yazmıştır:

Balam Kerkük, yeller düşmüş bağrına;

Boz baharda tozar tozar gidersin,

Yel neme ne, eller düşmüş bağrına;

Lokmalanır, azar azar gidersin.

 

‘Ele kalma,

Bele kal, ele kalma,

Özüm özüne kurban

Menim ol, ele kalma.’

 

Kaderin bir kara çizgide kırgın,

Oban bir karışık dizgide kırgın,

Umudun bir içli ezgide kırgın;

Hoyratlanır uzar uzar gidersin.

 

‘Oba hanı,

Ev göçüp oba hanı?

Yoluna can verirem

Kim verem o bahanı.’

 

Yiğidin yarası can üzerine;

Tasalanma, şandır şan üzerine;

Gün olur kuruyan kan üzerine

Sınırını çizer çizer gidersin.[4]

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti yıkılınca, Irak topraklarındaki hâkimiyetimiz son bulmuştur. Misâk-i Millî sınırlarımız içinde bulunan Musul ve Kerkük; İngilizlerin Türkiye’de çıkarttığı isyanlar, Irak’ta tezgâhladığı sinsi senaryolar ve masa başı oyunları sebebiyle bu Türkmen şehirleri bizden zorla kopartılmıştır. O günden beri Irak coğrafyasında yalnız kalan ve himâyesiz olan Türkmenler; bu ayrılığın acısını ve isyanını,  hoyratlarında, türkülerinde ve mânilerinde hüzünlü dizeler ve mecâzî söyleyişlerle dile getirmişlerdir. Özellikle Kerkük hoyratları; ana vatandankopartıldıktan sonra bir asrı aşkın bir zamandır devam eden hicrânı, hüznü, yalnızlığı, uğradıkları zulmü ve baskıyı dile getiren acı bir feryat olmuş, her dinlediğimizde içimizi sızlatan ve ciğerimizi kavuran “Mum Kimin Yanan Kerkük” türküsü; kanadı kırık bir güvercin gibi ateş çemberinde kalan ve yaralı bir ceylan olan kan gardaşımızın, can gardaşımızın, din gardaşımızın mazlum çığlıklarına dönüşmüştür. Bu Kerkük türküsünü her dinlediğimizde gözlerimiz dolar, içimiz sızlargönlümüze hüzün bulutları ağar, sinemizi kor bir ateş kaplar, yüreğimiz yanar ve ciğerimiz kavrulur:

Yıktılar kalamızı

Sürdüler balamızı

Daha can boğazdayken

Çektiler salâmızı

 

Ah Kerkük (y)üz ağ Kerkük

Her zaman (y)üz ağ Kerkük

Ölseydim düşmeseydim

Men sennen uzağ Kerkük

 

Elinde yad elinde

Öt bülbül yâd elinde

Bir diyar mezar olsun

Kalmasın yâd elinde

 

Can Kerkük cânân Kerkük

Her söze kanan Kerkük

Kalıptı yârdan uzak

Mum kimin yanan Kerkük[5]

Kerkük’ün bin yıllık tarihine baktığımızda; Türklerin dışındaki hiç bir millet ve hiçbir etnik grup bu kadim Türkmen şehrinin gerçek sâhibi ve hâkimi ol/a/mamıştır. Ancak Türkmeneli Anadolu’dan kopartıldıktan sonra, emperyalist güçlerin ve onların işbirlikçisi “Ortadoğu’nun Cahşları[6] olan Arap ırkçılarının ve rakkâse peşmergelerin son bir asırdır tezgâhladıkları sinsi plânlar, Türkmenlerin başka yerlere sürgün edilmeleri,  dışarıdan getirilen Arapların ve Kürtlerin yoğun bir şekilde iskânı neticesi Kerkük’ü Araplaştırma / Kürtleştirme politikaları uygulanmıştır. Yâni Türkmenleri Kerkük’ten çıkarmak, Kerkük’teki Türk eserlerini târumâr etmek, Türkmeneli’nin demografik yapısını değiştirmek ve Türk nüfusunun ağırlığını ortadan kaldırmak için Irak hükümetleri tarafından pek çok kirli oyuna ve kanlı katliamlara başvurulmuştur. Başta İngilizler olmak üzere küresel emperyalist güçlerin kışkırttığı ve desteklediği Irak Türklerine yapılan bu saldırıların temelinde; Kerkük’teki çok zengin petrol kaynaklarının bulunması ve Türkmeneli’nin Orta-Doğu’daki stratejik önemi yatmaktadır. Irak hükümetleri; Türkmenlerin meskûn olduğu bölgeleri Türkiye’nin bir uzantısı, hatta bir ileri karakolu olarak görmektedir. Bu sebeple Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngilizlerin Irak’ı işgalinin ardından, 1924 yılında İngilizler tarafından Irak’ta yapılan ilk Türkmen katliamından günümüze Türklere karşı pek çok kanlı saldırı gerçekleştirilmiştir. Çok kıymetli bir akademisyen, değerli bir şâir, velud bir yazar, Kerkük’ün öz evlâdı, Kerkük sevdâsının ve Türkmen dâvâsının bayraktarlarından olan Prof. Dr. Suphi Saatçi Hocamız bu konuda şunları yazmıştır:  “Özellikle 1924, 1939, 1946, 1954, 1959, 1970, 1980 ve sonraki yıllarda 1991, 2003, 2004, 2005 ve 2006’da Türkmen toplumu büyük baskı, tehdit, tehdiş, sindirme, hapis, sürgün, katliam, ölüm, îdam ve bombardımana mâruz kalmıştır.[7]

Irak Türkmenlerine yapılan katliamların en vahşisi14 Temmuz 1959 günü başlayan, üç gün üç gece aralıksız devam eden Kerkük’teki Türkmen soykırımıdır. Irak Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 1. yılını kutlama törenleri sırasında; küresel güçlerin tezgâhı ve Irak Baas rejiminin organizasyonuyla Kerkük’te 14 Temmuz 1959 günü başlayan, Irak hükümet kuvvetleriyle, Mustafa Barzâni’ye bağlı Kürt gruplarının ortaklaşa olarak yaptıkları Türkmen katliamında; kan donduran işkenceler yapılmış ve çok kanlı bir jenosit uygulanmıştır. Bütün dünyanın gözü önünde yapılan bu alçakça saldırılar ve cinâyetler sonucu; emekli Albay Ata Hayrullah, emekli doktor Yarbay İhsan Hayrullah, Kasım Neftçi, Muhammed Avcı başta olmak üzere yirmi beş Türkmen lideri yakılmış, asılmış, sokaklarda sürüklenmiş,  parçalanarak şehit edilmiştir. Kerkük’teki Türkmenlerin tamamı baskı, zulüm ve sindirme ameliyesine tâbî tutulduğu gibi, Türk evleri ve eserleri de yakılıp yıkılmış, Kerkük’teki Türk mührü kazınmak istenmiş ve binlerce mazlum Türk Kerkük zindanlarına atılmıştır. Tam bir soykırım olan Kerkük Türkmen katliamın ardından; Yavuz Bülent Bakiler’in, Doç Dr. Nejdet Koçak’tan[8] tüyler ürperten bu zulümleri bütün tafsilatıyla dinledikten sonra; “Önce onlar anlattılar: Bir gece Kerkük’te yüzlerce Türk, en vahşi bir şekilde öldürüldü veTürk yapısı diye Taş Köprü yerle yeksân edildi.” diyerek kaleme aldığı ve “Şiiri yazan benim, ama şiirde konuşan Nejdet Koçak’tır”  dediği “Kerkük Ağıtı” şiirinde duygu ve düşüncelerini şu dizelerle dile getirmiştir:

“Bütün minarelerde sustu ezan sesleri

Artık, yaşamak zordu.

Zehir zıkkım bir rüzgâr esiyordu Irak’tan

Ölüm, sokaklarda kol geziyordu.

 

Bir gece Kerkük’te vurdular beni

Geçti sokaklardan bir kızıl ordu.

İslâm’ı ve Türk’ü vuruyordu kurşunlar

Peygamber, kabrinde ağlıyordu.

 

Bütün Hadis-i şerifler, Âyet-i kerîmeler

Yüreğimdeki kordu.

Ama çıplak ayaklı ve çıplak kafalı adamlar

Beni sokak sokak sürüklüyordu.

 

Benim kafam kanıyordu kaldırım taşlarında

Evim-barkım yanıyordu.

Ve benim cesedim kanlı bir bayrak gibi

Demir direklerde sallanıyordu.

 

Artık, yaşamak zordu

Ölüm, Irak’ta kol geziyordu.

Evim-barkım yanıyordu.

Peygamber, kabrinde ağlıyordu.[9]

 

Baştan beri ifâde ettiğimiz gibi, 14 Temmuz 1959’da Kerküklü Türk liderler; alçakça işkencelere tâbî tutulup şehit edilirken,  binlerce Türkmen de çoluk çocuk, kadın ihtiyar demeden zindanlara kapatılmış ve tarifsiz işkencelere mâruz bırakılmıştır.  O mazlum ve mâsum insanların yaşadığı dramı anlatan “Kerkük Zindanı” türküsü her harfi kan ve gözyaşıyla yazılmış hazin bir ağıttır. Bu hüzünlü Kerkük türküsü her dinleyenin yüreğine dokunur ve insanlığını yitirmemiş olan herkesi can evinden vurur… Her hecesine ve her kelimesine kadar bir yaşanmışlığın hikâyesi olan, çok içli ve hüzünlü nağmelerden oluşan “Kerkük Zindanı”, Cem Karaca’nın o güçlü sesiyle ve enfes bir tavırla okuduğu, Türkmenlerin ıstırabını yüreğinde duyarak söyleyip meşhur ettiği çok dertli bir türküdür. Istırap içinde söylenen bu türküde;

Kerkük’ün zindanına attılar meni

Mazlumlar sürüsüne kattılar meni  

Bir yanım dağladılar ateşle annem

Ne suçum ne günahım yaktılar meni  

 

Türkmen obalarından göçen anneler

Ne yuvaları kalmış, ne de hâneler  

Gök kubbeyi sarsar mazlum feryadım

Elbette bir gün güler bize de seneler.[10]

diyen Türkmenler, acı ve melâl dolu çığlıklarını bu türküyle duyururken, son bölümde yarınlara dâir umutlarını da dile getirmişlerdir. “Gavim gardaşlarımız” her türlü zulme, baskıya ve işkenceye rağmen umut kandillerini söndürmemiş ve şâir Fahrettin Ergüç gibi, “Elbet bir gün güler bize de seneler” diyerek, aynı anda hem bugünler için derin hüzün taşıyan, hem de yarınlara dâir turkuaz bir umut aşılayan bu türküyü haykırmışlardır / haykırmaktadırlar…

14 Temmuz 1959 yılında yapılan bu korkunç katliamda, Irak Türklerinin mâruz kaldığı kelimelere sığmayan vahşet sonrası Türkmenlerin hâlini şiir diliyle anlatan Yetik Ozan da şunları yazmıştır:

Kollarımı meşin kolçak sıkmadı;

Bir zâlim zincirin yarası, kardaş!

Alnımı halayla güneş yakmadı;

Vurulmuş bahtımın karası, kardaş!

Azat dolaştığım dağı, yamacı

Sardı tutsaklığın kanlı kulacı,

Burda düşler tatlı, gerçekler acı;

Acep nice sizin orası, kardaş!

 

Ben ekerim, yâda kalır ekinim,

Buğday başaklanır, boy verir kînim,

Eli doyururken soframla sinim

Yanar boğazımın şurası, kardaş!

 

Şavkı yok güneşin, kuluyken elin;

Yarın sabah günden önce siz gelin,

Sizin iller ile şu bizim ilin

Bir iki türkülük arası, kardaş!

 

Yürekte kaygı bir, ah ayrı ayrı,

Ben öksüz, bacım dul, yavuklum sayrı,

Bıçak da kemiğe dayandı gayrı;

Haydi, öç almanın sırası, kardaş!” [11]

 

Türk şiirinin günümüzdeki yüz akı olan Ali Akbaş da, kalbimizin orta yerinde kanayan bir yara olan Kerkük’ün sâhipsizliğini ve yapılan katliamlar karşısında Ankara’nın sessizliğini “Kerkük Üstüne” başlıklı bir dörtlüğünde şu mısrâlarla dile getirmiştir:

Kerkük bir öbek kar, çöl ortasında

Ah anamız ağlar el ortasında

Sağır mısın sağır mısın Ankara

Öldük güpegündüz yol ortasında[12]

* * *             

Hoyratlar; Türkmeneli’nin yarım kalmış turkuaz sevdâlarını, dertlerini, acılarını, çilelerini anlatan; Irak Türklüğünün diline, kültürüne, topraklarına sâhip çıkma mücâdelesini yansıtan, seslerini sağır dünyaya, ülkemizdeki duyarsız yöneticilere duyurmak için feryâd eden ve mısrâlarında çok anlamlı mecazlar taşıyan, sanat değeri yüksek ve çok içli nağmelerdir. Zâten hoyratlar; cinaslı kafiyeyle ve 7’li hece ölçüsüyle yazılan; mecaz, istiare,  teşbih, telmih, terviye, tenasüp gibi edebî sanatlar bakımından son derece zengin dört mısralık dizelerden oluşan; edebî zevki yüksek ezgileriyle ve yürekten söylenip yüreklere dokunun nağmeleriyle temâyüz eden uzun havalardır.

Kerkük Hoyratları; Türkmenlerin ruh dünyasını, beşerî ve İlâhî aşklarını, mefkûrelerini, Türklük dâvâlarını, vatan sevdâlarını, umutlarını, Türkiye’den beklentilerini, karamsarlıklarını, hayâl kırıklıklarını, çektikleri çileleri ve verdikleri mücâdeleleri terennüm etmektedir. Dinleyenleri yürek yakan bir melâl iklimine götüren, gönül tellerimizi titreten hüzün yüklü hoyratlar hakkında Destan Şâirimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu;

“Sözü hoyrat söylerem

Yâni, feryat söylerem

Dilim Şirin’dir benim

Ferhat! Ferhat!.. söylerem[13]

 

demektedir. Hoyratlarda; yukarıda ifâde ettiğimiz duygu ve düşüncelere ilâve olarak Ay Yıldızlı bayrağın mübârek gölgesinin Türkmeneli’nden çekilmesinin ıstırabına, Irak Türkmenlerinin himâyesiz kalmalarına ve Osmanlı’nın bıraktığı boşluğu Türkiye Cumhuriyeti’nin dolduracağına / doldurması gerektiğine olan inançları da ifâde edilmektedir.  Kerkükhoyratları ve mânilerinde; “yâr”, “dost”, “mertler” kelimeleriyle Türk milletine telmihte bulunulmakta ve bir asıran beri süre gelen anavatandan ayrılığın hüznü, üzüntüsü ve isyânı da dile getirilmektedir. 

Gettiler yurt koydılar

Yarama murt koydılar

Eski yaram istine

Yengiden dert koydılar

 

Bir daş attım kuşlara

Kanadı gümüşlere

Merdler baş aldı getti

Dünya kaldı puşlara

Akşam arada kaldı

Hençer yarada kaldı

Menim sevgili yârim

Bilmirem harda kaldı

Dâd edim

Nahsı derdim dâd edim

Dost bizden üz çevirdi

Men kime feryâd edim

 

Kan bağlar

Her terefte kan bağlar

Kerkük’ü Türkiye’me

Can bağlarsa kan bağlar

 

O yâr gözün

Kim gördü o yâr gözün

Aslan gücünden düşse

Karınca oyar gözün[14]

Dağlar sende bir hal var

Bir elif var, bir dal var.

Yâr bizden küsti getti

Koyma getsin çoh yalvar[15]

 

Kerkük’ün kal’esiyem

Bı bağın balasıyam 

Torpağ’ma göz tikenin 

Başının belasiyem 

 

Kerkük’üm fener Kerkük,

Mum kimin yanar Kerkük

Yağ yandı, fitil bitti

Korharam söner Kerkük

 

Ah Kerkük’e getseydim

Gonca gülün derseydim 

O mubârek torpağı 

Öpüp sonra ölseydim

 

Fakir de,  “Ay Yıldızlı Bayrağın Mahzun Balası Kerkük” isimli şiirinde; fizikî sınırlarımızın dışında kalsa da, hasreti ve muhabbeti kalbimizden hiç eksik olmayan ve bin yıllık kadim bir Türk yurdu olan Kerkük’ün bugünkü ahvâlini, öksüz ve yetim hâlini “hoyrat” diliyle ve şu dizelerle anlatmıştır:  

Iraktan “Eyvâh!” dense

Hüzünlü bir “Âh!” dense

Kerkük düşer yâdıma

Yâd ellerde, nedense.

 

Oy! Bahtı kara Kerkük

Düştü bir yara Kerkük

Hicrânı yüreğimde

Asırlık yara Kerkük.

Ayrıyız kaç senedir

Hasretin hükmü nedir

Sınırlar boynumuzu

Sıkan bir mengenedir.

 

Zalim elinde Kerkük

Hoyrat dilinde Kerkük

Yarım kalmış sevdâdır

Türkmeneli’nde Kerkük.

 

Dinmiyor gönül sızım

Derdimiz büyük bizim

Herkesin hâmisi var

Neden ben sâhipsizim.

 

Her dem ağlayan Kerkük

Yürek dağlayan Kerkük

Üvey evlât değildin

Şimdi ağla, yan Kerkük.

 

Ağıt saklı sözlerim  

Bulut yüklü gözlerim

Men Kerkük’te yıllardır

Al Bayrağı gözlerim.

 

Sadakatli yâr Kerkük

Tâlihsiz diyar Kerkük

Muhabbetin kalbimde

İnanmazsan, yar Kerkük.

 

Mâziyi anan gardaş

Hasretle yanan gardaş

Düşlerine kar yağıp

Sıcakta donan gardaş.

 

Yaralı yaslı Kerkük

Çilesi paslı Kerkük

Sevdâsı tarih boyu

Oğuz’a yaslı Kerkük.

 

Gönül dağında hüsran

Bağdaş kurmada isyan

Ankara duy sesimi

Kerkük dünden perişan.

 

Kalpteki ülkü Kerkük

Dildeki türkü Kerkük

Bağrına taş basar da  

Terk etmez Türk’ü Kerkük. 

 

Umduğun destek kimden

Utanırım kendimden

Gölge vermeyen dağın

Hüznü çıkmaz içimden.

 

Yan, için için Kerkük

Yalnızsın niçin Kerkük

Her an kara yazının

Derdi kim için Kerkük.

 

Hükmederse haksızlar

Göz ağlar, vicdan sızlar

Türk’ü yok etmek ister

Kerkük’te vicdansızlar.

 

Kefen biçilen Kerkük

Kanı içilen Kerkük 

İblis’in tezgâhında

Dörde biçilen Kerkük.

 

Dilsiz, sağır, kör dünya

Mazluma nankör dünya 

Mum kimin yanan Kerkük

Türk’e bakar-kör dünya.

 

Türkmen yatağı Kerkük

Yârân otağı Kerkük

Özüm özüne gurban

Vatan toprağı Kerkük.

 

Baharda geldi hazan

Tekrar kuruldu mîzan

Vakit, karar vaktidir

Bıçak sırtında zaman.

 

Yetim kalan yer Kerkük

‘Yardıma gel!’ der Kerkük

Kerkük ağyâr elinde

Bu dert beni yer Kerkük.

 

Kerkük zulüm çarkında

Kılıç paslanır kında                  

Kerkük târumâr olur 

Korkarım çok yakında.

 

Türkmen kal’ası Kerkük

Türk’ün sılası Kerkük

Ay-Yıldızlı bayrağın

Mahzun balası Kerkük.[16]

(Devam edecek)

 

Dipnotlar:

[1] Şevket Koçsoy, Irak Türkleri ve Irak Türk İlişkileri (1932-1963), 125-126, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1991.

[2] Faruk Sümer, Irak Türkleri’nin Târihine Kısa Bir Bakış, . 9-11; Türk Yurdu Dergisi, Sayı: 5, 1959.

[3] Suphi Saatçi, Başımın Tacı Kerkük, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014.

[4] Yetik Ozan, Bütün Şiirleri, Baht Ocağı, 21-22; Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2009.

[5] Irak Türklerinin bin yıllık serüvenini dile getiren ve en güzel Kerkük hoyratları ve türkülerinden oluşan Mehmet Özbek ve Abdurrahman Kızılay’ın beraber çıkarttıkları albümdeki yürek yakan türkü 

[6] Hakkı Öznur, Ortadoğu’nun Cahşları (2 Cilt),  Panama Yayıncılık, İstanbul, 2019.

[7] Prof. Dr. Suphi Saatçi, Kerkük Katliamı (14 Temmuz), Türk Yurdu Dergisi, Ağustos 2006, Sayı: 228 

[8] Yüksek öğretimini Türkiye’de yapan,  ömrünü dâvasına adayan, ve îdam edilmeden önce “Ağaç budandıkça güverir” diyen Kerkük Türklerinin Türk-İslâm mefkûresine inanan yiğit lideri, gönül adamı  Nejdet Koçak da, “Türk olduğunu her aman beyan ettiği, Türkçe konuştuğu ve Türkmenleri bir araya getirerek Türklük şuçu  işlediği için” (?)  Saddam Hüseyin tarafından 16 Ocak 1980 günü Kerkük’te asılarak şehit edilmiştir.

[9] Yavuz Bülent Bakiler, Yalnızlık, Kerkük Ağıtı –I, 62-63; Türkmen Yayaınları, İstanbul, 1982.

[10] Kerkük Zindanı’nın sözleri Fahrettin Ergüç’e, bestesi Demirçin’e âittir.

[11] Yetik Ozan, Bütün Şiirleri, Haydi, 23-24; Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2009.

[12] Ali Akbaş, Erenler Dîvânında, Kerkük Üstüne, 101

[13] Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Destanlarda Uyanmak, Hikâyet, 28;Cönk Yayınları, İstanbul, 1984.

[14] Önder Saatçi, , Kerkük Hoyrat ve Mânilerinde Millî Duygular, Kardaşlık, Sayı: 56, Ekim-Aralık, 2012.

[15] Dağlar Sende Bir Hal Var, Yöre: Kerkük, Kaynak kişi: Molla Taha, Derleyen: Ata Terzibaşı

[16] Dr. Mehmet Güneş, Hüzünler Gül Kokuyor, Ay Yıldızlı Bayrağın Mahzun Balası Kerkük, 99; Gönüllerde Birlik Vakfı Yayınları, Ankara, 2016.

Yazar
Mehmet GÜNEŞ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen