GÖÇ OLGUSU
Göç kavramı insanların tabii, iktisadi siyasi ve içtimai sebeplerle devamlı olarak yaşadıkları yerden başka bir yere toplu veya ferdi olarak hareket etmeleri ile ortaya çıkan durumu ifade etmektedir.
Türklerin bulunduğu coğrafyalar tarih boyunca göç hareketlerine sahne oluşturmuştur. Türkler Anadolu coğrafyasına Asya’dan dalgalar halinde ve siyasal üstünlüğü ele geçirmeden önceki yüzyıllarda da göçmen olarak gelip yerleşmeye başlamışlardır. Malazgirt’ten çok önce Bizans İmparatorluğu egemenliği altındaki topraklarda Türk boylarının yerleşik olduğu tarihçilerce ortaya konan bir gerçektir.[1] Türklerin Doğu’dan Batı’ya nüfus hareketlenmeleri yüzyıllar boyunca sürüp gitmiştir. Fetihlerle süren bu batı istikametindeki göç hareketi, mahiyeti ve amacı tümüyle değişik olmakla birlikte, altmışlı yıllarda başlayan işgücü göçü ile bu defa Batı Avrupa ülkelerine yönelik olarak devam etmiştir demek yanlış olmayacaktır. En azından istikamette bir değişiklik olmadığı anlaşılmaktadır.[2]
Kavimler Göçü’nden Hicret’e, ABD’nin kuruluşundan günümüzdeki göç hareketlerine kadar tüm tarihsel sürece bakacak olursak göçün, birçok değişim ve dönüşümün önünü açan işlevsel bir olgu olduğunu anlayabiliriz.Kendi içinde iç göç, dış göç, mevsimlik göç, kentten kente göç kırdan kente göç, daimi göç, zorunlu göç, gönüllü göç gibi türlere ayrılar bu kavram devletler açısından düşük yoğunluklu konuları içerisinde yer almıştır.[3] Türkiye özellikle 19.yy sonundan itibaren eski Osmanlı bakiyesi tebânın sığınacağı güvenli bir liman olarak her zaman çevreden göç almıştır.93 harbi sonrası Rusya ve Balkanlar’dan başlayan göç kafileleri bazen Karadeniz üzerinden, bazen karlı dağları yürüyerek aşarak Türkiye’ye ulaşmıştır.Doğu Türkistan’da Çin zulmünden,1979 devriminden sonra İran’dan,Bulgaristan,Arnavutluk,Makedonya,BosnaHersek,Kırım,Ahıska ve daha birçok ecdad yadigarı vatan toprağından milyonlarca soydaşımız yanında,Körfez savaşı sonrası Irak’tan,Suriye içsavaşı sonrası Türkmenelinden ve Kuzey Suriye’den ülkemize yoğun göç olmuştur.2021 yazında Afganistan’daki rejim değişikliği sonrası tekrar doğudan başlayan göç, 2022 yılı Şubat ayında başlayan Ukrayna Rusya savaşı sonrası da yönünü Ukrayna’dan Türkiye’ye çevirmiştir.
TÜRKİYE’DEN ALMANYA’YA İŞGÜCÜ GÖÇÜ
İkinci Dünya Savaşı’ndan büyük zararla çıkan başta Almanya olmak üzere bütün Avrupa ülkeleri ,yaşanan kayıpların tesirini azaltmak ve ekonomik kalkınmayı sağlamak için savaştan sonra büyük çaba sarfetmiş ve savaşta kaybolan işgücü açığını kapatmak için pek çok ülkeyle yaptıkları anlaşmalarla “geçici işçi” alımı yapmışlardır.
Yunanistan, İtalya, İspanya, Yugoslavya ve Türkiye gibi birçok ülkeden işçi talep eden Almanya’nın 1960’lardaki iş gücü ihtiyacı sadece geçici süreliğine düşünülmüştü. Acil olarak ihtiyaç duyulan işgücü nedeniyle göçmenlerin kalıcı yerleşmesi hiç düşünülmemiş ve planlama yapılmamıştı. Diğer ülkelerden gelen misafir işçiler için imzalanan işgücü anlaşmalarından farklı olarak Türkiye ile imzalanan anlaşmada Türk işçilerine çalışma ve oturma müsaadesi iki yıllık şart ile verilmiş ve aile birleşimi imkânı ise sağlanmamıştı.[4]
Türkiye ile Almanya arasında 31 Ekim 1961 tarihinde imzalanan Türk işgücü anlaşması ile Türkiye’den Almanya’ya resmi göç hareketliliği başladı. Bu göç aradan geçen 61 yıl içersinde çeşitlendi, yeni biçimler alarak devam etti ve bugün sayıları milyonları bulan, hatta sayıları küçük bir Avrupa ülkesi kadar olan Türkiye kökenli göçmenlerden müteşekkil büyük bir topluluk meydana geldi. Göçler hem anavatanda, hem de göçülen ülkede önemli sosyal değişikliklere yol açmıştır.Türkler haksız yere yadırganmakta, yaban görülmekte ve ötekileştirmektedir. Alman devleti 30 yıldır Türklerle ilgili dışlayıcı, asimile edici politikalar üretmiş, uyum politikalarını geliştirmekte gecikerek, çözümü zorlaştırmıştır.
1973 petrol krizine kadar görmezden gelinen ve problemlerini herhangi bir çözüm bulunmayan Türk işgücünün, Alman devleti tarafından bir topluma dönüşmesi istenmemiştir.[5]
GÖÇ İKLİMİ
Faruk Şen’e göre, Türkiye’nin ve Türklerin dış dünyada algılanmasının en önemli faktörlerinden biri de son 50 yıllık tarihimizde ortaya çıkan göç olgusudur. 1961’den itibaren büyük sayıda Türk insanın yurt dışına gitmesi ve içinde bulundukları ülkelerdeki yaşam tarzları, Türkiye ve Türklerin algılanmasına büyük ölçüde katkıda bulunmuştur.[6]
Türk devletinin vatandaşlarını Almanya’ya göndermek konusundaki amacı ülkedeki yoğun işsizliğin önünü kesmek, işçilerin gönderecekleri dövizleri değerlendirmek ve geri döndüklerinde edindikleri deneyim ve teknik bilgileri Türk sanayine kazandırmaktı.[7]
Türk işçilerinin Almanya’ya gittiklerinde en çok sıkıntı çektikleri hususların başında yaşadıkları toplumun dilini bilmemeleri geliyordu. Hayatın her alanında karşılarına çıkan bu sorunun çözümü için ne Alman ne de Türk tarafı neredeyse hiçbir şey yapmamıştı. Bu süreçte gerek Türkiye’de ve gerekse Almanya’da çok sayıda aile dramı, bölünmüş aileler problemi ortaya çıktı.
Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu olumsuzluk, şiddet, terör, siyasi çekişmeler ve 1975 yılında yürürlüğe giren çocuk parası düzenlemesi gerekçesiyle Türkiye’deki çocuklara az para ödenmesi ve 12 Eylül 1980 askeri darbesi gibi sebepler, 1974 yılından itibaren Türkiye’den Almanya’ya yoğun bir aile birleşimi göçünü başlattı.[8]
1980’ler Almanya’daki Türk toplumu açısından bir “kendini bulma” dönemi olarak nitelenebilir. Dönenler dönmüş, kalanların çoğu artık ülkede kalıcı olduklarını anlamışlardır. Göçmenlik aynı zamanda bir “soyunma” sürecidir: Eski alışkanlıklar, zayıflık derecelerine göre, insanın bir bir üzerinden atılır. Gelinen yerin en kolay benimsenen yeni alışkanlıklarına yer açarlar. İnsan soyunur ve sonunda artık geriye üzerinden atamadığı, en köklü kültürel özellikleri kalır. Almanya Türklerinde bunlar ataerkil kültür ile ona bağlı dindir, yani İslam’dır.[9]
Türkler dinleri, yaşam tarzları bakımından Almanlardan ve diğer yabancı işçilerden farklıdır, bunun sonucu olarak Almanya’daki Türklerin kültür farklılığından ileri gelen buna ilaveten ailevi, konut, dışlanma, dil, çocukların eğitimi ve suça yönelmeleri, geri dönüş[10] Türkiyeye döndüklerinde “Alamancı” olarak dışlanıp ticari konularda aldatılmaya çalışılmaları gibi sorunları bulunmaktadır.
Türkiye gibi gelişmekte olan birçok ülkeden Avrupa ülkelerine giden işçiler başlangıçta “misafir işçi” konumunda iken sonrasında geçicilik durumları iş arkadaşlığına dönüşmüş ve bulundukları ülkelerde kalıcı hale gelerek en son “göçmen” ya da “yabancı işçi” şeklinde tanımlanmışlardır.
Göçün devam etmesi üzerine Avrupa Ülkeleri göçmen alımına çeşitli sınırlamalar getirmiş, ancak bu sınırlamalar, göçmen işçilerin gelmesini engelleyememiştir. Göçmen işçiler gerek aile birleşimi gerekse farklı yollarla Avrupa’ya göçü devam ettirmişlerdir. Göçmenlerin büyük çoğunluğu ise bu ülkelerden ayrılmak yerine, eşlerini, çocuklarını da yanlarına almışlar; böylece ülkelerine dönme düşüncelerine rağmen, artık aile bağları da olması nedeniyle, bu ülkelerde yerleşik konuma geçmişlerdir ve böylece onlar için bu ülkeler ikinci bir memleket durumuna gelmiştir.Aile birleşimi göçmen isçilerin kalıcılaşmasında dönüm noktasıdır.[11] Göçmen işçi kabul eden ülkelerdeki resmi makamlar ve genel kamuoyu geçici olduğu varsayılan yabancı işçilere geçici olanları yapılması gereken muameleyi yapmıştır.[12]
Hiçbir önhazırlık ve herhangi bir altyapı çalışması yapılmadan her açıdan kendilerine yabancı bir topluma gönderilen binlerce insanın geleceği, dini, sosyal ve kültürel hayatı yıllarca görmezden gelinmiştir. Yabancıların geri dönemeyecekleri kavrandıktan sonra belirlenen politikaların ise müzminleşen problemleri çözmekten aciz oldukları açıktır.[13]
Birkaç yıllığına ve bazı aile ihtiyaçlarını karşılamak üzere Almanya’ya gelen bu insanların sayıları günümüzde 3 milyonu aşmıştır. İlk dönemlerde genel olarak kapalı bir yapıda bulunan Türk işçiler artık Alman sosyal hayatın her alanında yer almaktadırlar. Sosyal konumları değişmiş işçisinden meslek sahiplerine, sanat, kültür, spor, bilim dünyasına ve işverenlere kadar uzanan pek çok alanda faaliyet gösteren bir yapıya dönüşmüşlerdir. Bugün sadece Almanya’da yaşayan Türk işçilerinin nüfusu Almanya’nın üç küçük eyaletinin toplamından daha fazla sayıya ulaşmaktadır. Gurbetçi, yabancı olarak ötelenen Avrupalı Türkler bugün 20 yıla yaklaşan Kanal Avrupa Televizyonu, Öztürk, Türkses, Muhabirce,Birlik gibi köklü basın yayın kuruluşları ile Avrupalı Türk kimliğinin ve kavramının kabullenilmesine,Alman toplumunca ilk başta defacto, bugün ise hukuken ve siyaseten bir toplum olarak varlık bulmasına yardımcı olmuştur.Kendi ortak kimliklerini kültürlerini oluşturmaya başlayan Avrupalı Türkler olgusu artık Avrupa’nın göbeğinde bir gerçek olarak kabul edilmektedir.
Birinci kuşağın çektiği zorlukların, verdiği mücadelenin nesilden nesile aktarılmasıyla Almanyalı Türklerin sözlü ve yazılı edebiyatı ortaya çıkmıştır. Kalbi ve ruhu Türkiye’ye bağlı fedakar Anadolu insanının gurbet ellerde kurduğu Türk İslam Kültür Merkezleri, kalem erbaplarının, sözün ustası olan halk aşıkları ve ozanların milli ve manevi değerlerimizi yaşatma gayretleri yanında, faaliyete geçen “ Göç Müzesi” ile somut kültür varlıkları da bugün üçüncü ve dördüncü neslin kendilerinden önce nasıl bir mücadele verildiğini öğrenmeleri açısından güzel bir örnek olarak önlerinde durmaktadır.
ALMANYA’DA YAŞAYAN TÜRK NÜFUS KUŞAKLARI
Bugün Almanya’da dört nesil Türk vatandaşı bir arada yaşamaktadır Birinci nesil 1960’lı yıllarda kısa süreli ve geçici işçi statüsünde Almanya’ya gidenlerdir.İkinci nesil ise birinci neslin çocuklarından oluşmaktadır. Bunlar ya Türkiye’den gelmişler ya da Almanya’da doğup büyümüşlerdir. İkinci nesil 1970‘lerin sonları ile 1980‘lerin ilk yarısında Almanya’da bulunanlardır. Üçüncü nesil Türkler ise birinci neslin torunları tarafından oluşturulmuştur. Bugün Almanya’da 2000’li yıllarda doğan ve ikinci neslin torunlarından oluşan dördüncü nesil Almanya Türklerinin en genç nüfusunu oluşturmaktadır. Alman devletinin asıl etki altına almaya çalıştığı kuşaklar üçüncü ve dördüncü kuşaklardır. Almanyalı Türkler artık geri dönmeyi düşünmüyor, bu sebeple pek çok şehirde belediyelerin aldığı kararlarla Müslüman mezarlıkları Türkler tarafından ihdas ediliyor ve ömrünün çoğunu yaban ellerde geçiren insanlar ebedi istirahatgâhlarının da yine,ekmeklerini taştan çıkarıp ömürlerini verdikleri o topraklarda olsun istiyorlar.
Almanya’da Türklere ve Müslümanlara karşı uygulanan ayrımcılık farklı kültürlere tahammülsüzlüğün göstergesi durumundadır. Almanya’da Türkler için üretilen yeni bir kültürden söz edilebilir, basit bir örnek olarak bunun somutlaşmış halini dönerde görebiliriz. Dönere mayonez sıkmak Almanya’da üretilen bir tarz olarak karşımıza çıkmaktadır.[14]
1.kuşak misafir işçi sınıfındaki Türk göçmenler gittikleri yıllarda çok fazla zorluk çekmiş, hostel denilen çalıştıkları yerlere ait kötü yerlerde konaklamışlar ve neredeyse Alman kökenli çoğu vatandaşın tercih etmeyeceği işlerde çalıştırılmışlardır. Fakat şu anki 2. ve 3. kuşak sayılabilecek kişilere baktığımızda çoğunluğu Almanya’da doğmuş, büyümüştür ve dâhil oldukları meslek grupları ile gittikleri okullar Alman kökenli insanlarınki ile eş değerdir. İlk nesil, işçi konumunda görülmüş ve bu kişilere işleri bittikten sonra geri gidecekleri gözüyle bakıldığı için ne göçmen grupları ne de Alman devleti onları entegre etme çabasına girmiştir. Bu sebeple kalıcı olacağı belli olan gruplar, nesilleri ilerledikçe daha iyi yaşam şartlarına sahip olmaya başlamışlardır.[15]
Almanya’da üçüncü ve dördüncü nesil gençlerin Almanca bilgileri Türkçe bilgilerinden daha iyi durumdadır.
Birsen Şahin’in 2010 yılında yaptığı araştırmalarda, Almanya’nın kendisi için bir potansiyel olarak gördüğü üçüncü ve sonraki kuşak göçmenler üzerinde yürüttüğü politikalarının entegrasyondan ziyade asimilasyonu hedeflediği düşüncesi temel alınmıştır. Almanya’daki Türk göçmenlerde kuşaklararası farklılıklar görülmeye başlanmıştır. En büyük fark ise birinci ve üçüncü kuşak arasında görülmektedir.[16]
Maziden gelen ötekileştirme neticesinde 1989’da Berlin duvarının yıkılması ve 1990 yılında Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesiyle işsizlik sorunu büyümüş, süregelen yabancı düşmanlığını artarak adli boyutlara ulaştırmıştır.11 Eylül 2001 saldırıları, Batı dünyasının İslam hakkındaki önyargılarının artmasına, İslamofobi ve Türkofobi’nin yükselmesine, böylece yabancı düşmanlığının ve terör hadiselerinin yayılmasına yol açmıştır. Yaşanan bu hadiseler Türk düşmanlığına ve göçmenlerin ırkçı saldırılara maruz kalmasına sebep olmuştur.Batılı toplumlar için Türk göçmenler uzunca bir süre tehdit olarak algılanmıştır.
Yarının Avrupa’sındaki Türk toplumunun çekirdeğini bugünün gençleri teşkil edecektir. Artık Avrupa’da yaşayan Türkleri sadece “misafir” ve “geçici” bir işçi grubu olarak görmek mümkün değildir. Çünkü sayıları 5-6 milyonu aşan bu insanların çoğu Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde hayatlarını sürdürmeye karar vermişlerdir. Bu insanlar aynı zamanda yaşadıkları ülkelerde Türk kültür ve medeniyetinin de temsilcileri durumundadırlar. [17]
ENTEGRASYON – BÜTÜNLEŞME
Hali hazırda Avrupa sosyal hayatında entegrasyon olgusu toplum halinde yaşamak için geliştirilen bir ideal yaşam biçimi olarak ifade edilmektedir. Bu süreç sadece göçmen kuşaklarının değil toplumun tamamının katılımını gerektirmektedir. Göçmenlerin gittikleri ülkenin maddi ve manevi kültürüne katılımı beklenirken göç alan ülkenin ise toplumun yeni üyelerine iktisadi, içtimai, siyasi pek çok alanda katılım imkanları sağlaması gerekmektedir.
İnsanları izole etmez, dışlamaz, ötekileştirmeseniz dışarıdan gelen insanların çoğunluk kültürüne uyum sağlaması hususunda bir aksaklık da ortaya çıkmayacaktır.
Neyazık ki Almanya’nın uyum politikası tamamen bütün içinde erime yani asimilasyon olarak uygulana gelmiştir. İnsanlar içinde yaşadıkları toplumun tüm değerlerini ve kültürel özelliklerini tartışmasız kabul edecekler ve kendilerine özgü herhangi bir kültürel hususiyeti muhafaza etmeyeceklerdir. Aksi halde yaşadıkları toplumda istenmeyen yabancı unsurlar olarak kendilerine müsaade edildiği ölçüde misafir edilecekler sonra da geldikleri yere geri gideceklerdir.[18]
Kabul eden ülke devletleri on yıllar boyunca “uyum” kavramını farklı içeriklerle anlayıp kullanmışlar, bir anlamda manipüle etmişler, ancak “uyum” sağlaması gerektiğini düşündükleri insanların güvenceli bir hukuki statüye kavuşmaları için gerekli önlemleri almaktansa insanların farklılıklarının peşine düşmeyi tercih etmişlerdir. Bu ülkede yabancılar konusu geniş kitleler için sadece bir tehdit unsuru olarak görülmüştür.[19]
Uyum Almanya’nın, Germen ırkına dayalı demografik yapıyı ve kültür saflığını korumak için bulduğu çözümün sihirli adıdır. Entegrasyonun Almancası göçmenlerin geldikleri ülke ile ilgili düşünsel, duyusal, kültürel aidiyetlerini olabildiği kadar unutmaları, ana dillerinde eğitim görmeyip, aralarındaki iletişimin Alman dili üzerinden yapılmasıyla, Almanya’ nın ve Almanlığın uyumlu unsurlarına dönüşmeleri anlamına gelmektedir.[20]
Uyum, iki taraflı bir süreçtir ve çoğunluk toplumu ile kültürel azınlıklar karşılıklı olarak birbirlerine yönelmek zorundadırlar. Uyum, her iki toplumun denge kurma sürecidir ve kendi kültürünü inkâr etmek olarak algılanmamalıdır. Kültürel azınlıkların topluma aidiyet hislerinin gelişmesi ve yerleşmesi için azınlığın toplum yaşamına aktif katılımı ancak uyum yoluyla sağlanabilir.
Avrupa’daki genç Türklere bir yandan kültür değerleri kazandırılırken, diğer taraftan da içinde yaşadıkları toplumdaki mevcut kurallarla çatışmaları önlenmelidir. Böylece gençlerimizin hem kendi özdeğerlerine bağlı kalmaları sağlanmış olacak, hem de toplumun diğer kesimleri ile uyum içinde yaşamaları temin edilmiş olacaktır.[21]
ASİMİLASYON- ERİTME
Genel olarak asimilasyon teorisi, azınlık grupların hakim kültüre ve kimliğe entegre olmasını istemekte ve geldikleri yerdeki kimliklerini yaşatma girişimlerini reddetmektedir . Farklı olanı kabullenmeyi desteklemek, süreç açısından zorlu ve ev sahibi ülke vatandaşları tarafından katı tavırlarla reddedilebilmektedir. Göçmenler üzerindeki bu baskı olumsuz etkiler yaratmaktadır.[22] Asimilasyon, azınlıkların, çoğunluk kültürü içinde eritilmesi ve yok edilmesidir. Asimilasyon yabancılaşmaya götürür, kendi kültürel çevresiyle bağlarının ve aidiyet hislerinin kopmasına ve sonuç olarak kökünün kurumasına yol açar
Almanya’daki Türklerin en önemli sorunu bu ülkeye kaynaşamama olarak gösterilmektedir. Oysaki Türkler, kendi sosyal yapısıyla, değerleriyle, gelenek ve görenekleriyle yerleşmiş bir topluma gelip bu yapı içerisinde uyum sağlayıp yer almaya çalışmaktadırlar. 60 yılı aşkın süredir Almanya’da yaşayan veya orada dünyaya gelen ve artık uyum sağlamış Türklerin arasından siyaset, ekonomi, kültür-sanat ve spor gibi birçok alandaki başarılı Türk dikkate alınmamaktadır. Dünyanın kabusu yaşadığı corona virüs hastalığına karşı da en tesirli aşıyı Almanyalı Türk çift Uğur Şahin ve Özlem Türeci üretmiştir.
Alman Hükümetlerinin, Türklerin hakim kültüre uyum sağlamaları yönünde yürüttükleri entegrasyon politikalarının nihai hedefinin, Türkleri asimile edilmiş insan hâline getirmek olduğu anlaşılmaktadır.
Almanya’da yaşayan Türklerin yaşadığı ötekileştirme ya da dışlanmaya somut örnek vermek gerekirse,örneğin Alman okullarında öğrenim gören bir Türk öğrenci öğretmenlerin verdiği sözlü notlarında dışlanmışlığı açıkça hissetmektedir,sınıf ortalamasının altında kanaat notları kullanılarak Türk öğrenciler genellikle başarısız öğrenci kategorisine itilmektedir.Kamu kurumlarında Türk kökenlilere tolerans gösterilmemekte,en ufak bir açıkta cezai işlem uygulanmaktadır.Hizmet alımında da Türklerin talepleri geciktirilmekte,Türkiye aleyhine faaliyet gösteren kişi ve kurumlar desteklenirken,gönlü ve aklı Türkiye’den yana olan vatandaşlarımız adeta cezalandırılmaktadır.
Bir başka konuda iş başvurularında göze çarpar.Açılan bir iş ilanına yapılan müracatlarda işle ilgili tüm şartları sağlamasına rağmen en son tercih edilecek toplum Türk toplumudur.Türkler genellikle hiç kimsenin çalışmak istemeyeceği ağır ve zor işlere kabul edilmektedirler.
İş başvurularında öncelikli olarak Almanlar,AB ülkeleri ve diğer Hristiyan devlet vatandaşları tercih edilmektedir,Türkler ise işe alımlarda en son tercih edilen millet oldukları için uygun çalışma şartları imkanı bulamayan Türkler bir araya gelerek kendi işlerini kurmaya başlamışlar. Almanya’da ortaya çıkan Türk müteşebbisleri yaşadıkları bu ötekileştirme ve ayrımcılık sebebiyle kendi işlerinin patronu olmaya başlamışlardır.
Benzer bir durum kiralık ev aramasında meydana gelmektedir,ev sahibi Almanlar evlerini Türklere kiralamamakta ya da diğer milletlere kiralayacakları ücretin çok üzerinde kira fiyatları istemektedirler,bu durum da Türklerin dişinden tırnağından biriktirdikleri ile kendi evlerini almalarının yolunu açmış ve kötü komşu insanı ev sahibi yapar atasözümüz Almanya’da yoğun şekilde hayat bulmuştur.
Türkçenin çeşitli yerlerde kullanımının yasaklanmaya başlanması, Türkçe derslerinin zorunlu ve kredili ders grubundan çıkarılması ve kimi yerlerde kaldırılması gibi Türk göçmenlerin Almanya’ya daha çabuk entegre olması amacıyla uygulanan entegrasyon politikaları, çoklu entegrasyondan ziyade asimilasyon politikalarına daha yakın özellikler göstermesi nedeni ile eleştirilmektedir.[23]
Dipnotlar:
[1] Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, Ötüken Neşriyat, Cilt 2, Syf 54
[2] Can Ünver, Almanya’ya Türk İşgücü Göçü, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, 2003, Sayı 45, Syf 181
[3] Canan Çetin, Entegrasyon Kavramı ve Almanya’da Türk Diasporası, Göç Araştırmaları Dergisi, Cilt 7, Sayı 1,Haziran 2021, Syf 78
[4] Latif Çelik, 50.Yılında Göçtürklerin Türkiye Ve Almanya Açısından Önemi, 15 Haziran 2022 Tarihinde http://www.tarihinpesinde.com/dergimiz/sayi7/10.pdf adresinden erişildi
[5] Didem Danış, Göç Araştırma Derneği Dergisi,2021, Syf 11
[6] Faruk Şen,Türkiye’nin Dış Dünyadaki Yansıması, 50.Yılında Göç,Kültür Bakanlığı,Syf 120
[7] Erkan Perşembe, Almanya’da Türk Kimliği, Araştırma Yayınları,2005,Syf 64
[8] İrfan Başkurt, Almanya’da Yaşayan Türk Göçmenlerin Kimlik Problemi, Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesi Dergisi, Yıl 2009,Sayı 12, Syf 81
[9] Dilek Bakioğlu, Almanya Tarihinde Türkler, NTV Tarih Dergisi, Ekim 2011, Syf 57
[10] Timur Demirbaş,Fedaral Almanya Türk İşçi Göçü ve Bunun Yarattığı Sorunlar,Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,1989,Syf 418
[11] Birsen Şahin, Almanya’daki Türk Göçmenlerin Sosyal Entegrasyonunun Kuşaklar Arası Karşılaştırması: Kültürleştirme, Bilig Dergisi, 2010, Sayı 55, Syf 104
[12] Can Ünver, Almanya’da Türk İşgücü Göçü, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi,2003,Sayı 45, Syf 203
[13] İrfan Başkurt, Almanya’da Yaşayan Türk Göçmenlerin Kimlik Problemi, Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesi Dergisi, Yıl 2009, Sayı 12, Syf 93
[14] Ahmet Aslan, Entegrasyon Çok Kültürlülük Ve Katılım, El Farabi Internetional Journal of Social Sciences, 2019, Sayı 3, Sayfa 82
[15] Canan Çetin, Entegrasyon Kavramı ve Almanya’daki Türk Diasporası, Göç Araştırmaları Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, Syf 98
[16] Kakışım Demirağ, Almanya’daki Türklerin Göç ve Entegrasyon Süreci, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, syf 128
[17] Talip Küçükcan, Diaspora Türkleri, Çizgi Kitabevi, 2021, Sayfa 63
[18] Çalışma Ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Fikri Şahin’in 3 Kasım 2001 Tarihinde Tunus’ta Akdeniz Göç Konferansında Yaptığı Konuşmadan Alıntı
[19] Kaan Ünver, Almanya’da Türk İşgücü Göçü, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, 2003, Sayı 45, Syf 203
[20] Hüseyin Özbek, Entegrasyonun Politik Modelinden Sportif Modeline, 15.06.2022’de
https://millidusunce.com/entegrasyonun-poltk-modelnden-sportf-modelne/erişilmiştir.
[21] Talip Küçükcan, Diaspora Türkleri, Çizgi Kitabevi, 2021,Syf 65
[22] Entegrasyon Kavramı ve Almanya’da Türk Diasporası, Göç Arş Dergisi, Cilt 7 Sayı:1, Haziran 2021, Syf 78
[23] Birsen Şahin, Almanya’daki Türk Göçmenlerin Sosyal Entegrasyonunun Kuşaklar Arası Karşılaştırması: Kültürleştirme, Bilig Dergisi, 2010, Sayı 55, Syf 105