Geçtiğimiz hafta İnsan Hakları Haftasıydı. Bir program vesilesiyle araştırma yaparken konu ile alakalı videolar ve ders kayıtları izledim. Üniversite öğrencilerine verilen bir ders dikkatimi çekti. Bahsini edeceğim derste, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin felsefesi üzerinde duruluyor. Bildirgenin neden hayata geçirilemediği tartışılıyor.[1] Bu başarısızlık, insan hakları fikrinin kendinden mi, bildirgedeki maddelerin uygulanamaz olmasından mı, yoksa uygulamadaki eksiklik ya da hatalardan mı kaynaklandığı sorgulanıyor.
Dersten aklımda kalan şu sözleri aktarmak isterim: “Günümüzde insan hakları, yasalarla belirleniyor, belgelerde ve sözleşmelerde yer alıyor, hiç olmadığı kadar çok konuşuluyor ve savunuluyor. Sivil toplum örgütlerinin aktif çalışmaları var. Toplum bilincini artırmak için sayısız seminerler düzenleniyor, konferanslar veriliyor, pek çok yayın organında açıklamalar yapılıyor. Devlet düzeyinde ciddi çalışmalar var. Pek çok bakanlıkta bürolar açıldı, mecliste İnsan Hakları Komisyonu oluşturuldu. Dünya geneline oranla Türkiye, üniversitelerde en çok insan hakları dersleri verilen ülke durumunda. Peki, bu kadar çok savunduğumuz İnsan Hakları Bildirisinin maddelerini neden hayata geçiremiyoruz? Neden insanca bir arada yaşayamıyor, savaşlara ‘dur’ diyemiyor, insanların geldiği hazin durumun önüne geçemiyoruz? Bu soruların cevaplarına dersi veren hoca “İnsan Hakları Bildirgesinin uygulanması gerektiği fikrinde bir yanlışlık olduğunu düşünmediğini, maddelerinde de uygulanamaz bir durumun bulunmadığı belirtildikten sonra, sorunun kaynağında yine insanın bulunduğu kanaatini şu şekilde belirtiyor. “İnsanı, insan olarak görmüyorsak, gençlerimize, çocuklarımıza bu bakışı kazandıramıyorsak hiç bir hukuksal önlem, insan hakları ihlalini önlemez. Kişinin herkesi sevmesi gerekmez ama saygı duyabilir. Bu çok zor gözükse de barış içinde huzurla yaşaya bilmek için başka çaremiz yok.”
Başka bir videoda İnsan Hakları ve Felsefesi Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin müdürü ve bu merkezin bünyesinde kurulan UNESCO kürsüsünün sahibi, Prof. Dr. İoanna Kuçuradi aynı soruyu özetle “İnsanın etik değerleri olmalı, genç yaşlardan itibaren kendine hâkim olmayı öğrenmeli. Hiç kimse işkenceye maruz kalmak istemiyorsa hiç kimse işkence yapmamalı.” şeklinde cevaplıyor. [2]
Görüşler, açıklamalar, tavsiyeler, tartışmalar daha neler var neler. Her şey dönüp dolaşıp “insan” denen muammaya dayanıyor. Bütün soruların cevabı, bütün sorunların anahtarı olan insana. Meleklerden yüce, şeytandan aşağı. Bazen, bütün dünyanın yarasına merhem olmaya kâdir. Bazen, evreni yok etmeye azmetmiş acımasız bir kâtil. Kimisi vatan, millet, bayrak, din, namus uğruna canını hiçe sayan aslan. Bazısı vatanını satmanın, cebini doldurmanın, çalıp çırpmanın yolunu arayan sırtlan. Çeşit çeşit insan…Peki nedir insan?
İnsanın mayasını topraktan karmış Rabb’im. Kurumuş çamura kendi özünden cân denen, ruh denen özü, cevheri lütfetmiş. Akıl vererek üstün kılmış. İrade vererek kudret bahşetmiş. Varlıkların isimlerini sayma, varlıklara isim verme, keşfetme, icat etme kabiliyetiyle donatmış. Dışının güzelliği ile hayranlık uyandıran, iç âleminin yüceliği ile hayrete düşüren, meleklerin dahi önünde saygıyla eğildiği eşrefi mahlûk olan insanı yaratmış. Şeyh Gâlip’in “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” yani “Ey insanevladı! Kendine saygıyla/hürmetle yaklaş; çünkü sen kâinatta yaratılmışların özü/göz bebeği olan insansın.” diye tarif ettiği insanı…
Böylesine hürmete lâyık yaratılan insan nasıl oluyor birbirine saygı gösteremiyor? Bir avuç toprak olacağını bile bile neden üstünlük yarışına giriyor? Beyazın, siyahın, kızılın Sâni-i Mutlak’ın boyası olduğunu unutarak deri denen ambalajın renginden dolayı kin güdüyor?
Şimdi yaratılış serüvenini yeniden okumak gerek. Azâzil, “ben yaratılmışların en bilginiyim” dedi “şeytan” oldu. Çok güvendiği ilmi, çamurdan yaratılmış olan adamdan daha üstün olduğunu bildirdi ve üstünlük iddiasıyla “zelîl” oldu. Ben Adem’den “güçlüyüm” dedi “mârid” oldu. “Müddet ver kullarının bana nasıl uyduklarını sana göstereyim” dedi “garûr” oldu. [3] Şeytanı aldatan “güç, bilgi, üstünlük” iddiası bizi de aldattı. Kıskançlık, hırs ve kin ateşi şeytanla beraber bizi de yaktı. Bugün bu ateş bütün dünyayı sardı. Yaktı kavurdu, yıktı savurdu. Ve insan aynı soruyu dönüp dolaşıp yine sordu. İnsan insan derler idi insan nedir bildin mi ki?
İnsan, insan derler idi
İnsan nedir şimdi bildim
Can can deyu söylerlerdi
Ben can nedir şimdi bildim.
Kendisinde buldu bulan
Bulmadı taşrada kalan
Canların kalbinde olan
İnanç nedir şimdi bildim
Muhiddin eder Hak kadir
Görünür her şeyde hazır
Ayan nedir, pinhan nedir
Nişan nedir, şimdi bildim.[4]
İnsan nedir bilmek gerek. İnançları farklı olsa bile Yaratan bir demek gerek. Sevmek gerek tüm canları. Hayvanları, bitkileri ve dahi cümle eşyâyı. Yeniden hatırlamalı o kadîm insanlık mesajını “Ey insanlar! “Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana Arap olmayanında Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur.”
Dipnotlar
[1] https://www.google.com/search?q=harun+tepe+insan+haklar%C4%B1+felsefesi&rlz=1C1GCEA_enTR1000TR1000&sxsrf=ALiCzsZWDtsRhURbtdPAjaEYabjlRvk8rg:1670434920112&source=lnms&tbm=vid&sa=X&ved=2ahUKEwji-6GAh-j7AhXIbPEDHcknBR4Q_AUoA3oECAMQBQ&biw=1536&bih=746&dpr=1.25#fpstate=ive&vld=cid:3296c3a0,vid:djaCbBDvssU, 05.12.2022, 20.50.
[2] https://www.google.com/search?q=ku%C3%A7uradi+insan+haklar%C4%B1+felsefesi&rlz=1C1GCEA_enTR1000TR1000&sxsrf=ALiCzsYgo_ne2wvOBJMerIhdnL2v_T8SQA:1670612640830&source=lnms&tbm=vid&sa=X&ved=2ahUKEwi93o2Ine37AhUkQfEDHXd4CIEQ_AUoA3oECAIQBQ&biw=1536&bih=746&dpr=1.25#fpstate=ive&vld=cid:8c466b4e,vid:AB-TCN8jb4w, 04.12.2022, 19.40.
[3] Bkz. İlyas Çelebi, “Şeytan”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2010, C. 39, s. 99.
[4] Muhyiddin Abdal, ( 16. yy )