İnsan davranışları her çağda merak edilmiş ve ilgi alanı olmuştur. Bu alanda sayısız araştırmalar yapılmış, deneyler uygulanmış. Değişik görüşler ortaya koyulmuş. Bu çabaların temelinde insan davranışlarını anlamak, düzeltmek, öngörmek ve hatta yönlendirip yönetmek var diyebiliriz.
Günümüzde de bu alana ilişkin çalışmalar hız kesmeden devam ediyor. İnsanların çalışma azmini ve gayretini artırmak, üretken olmasını sağlamak, yaşam enerjisini yüksek tutmak için pek çok hizmet alanı oluşturuluyor. Yaşam koçluğu, motivasyon merkezleri, psikolojik danışmanlıklar ve daha niceleri. Eğitim alanında ise en çok üzerinde durulan davranış konularının başında “motivasyon” ve bu kavramla yakın anlamda kullanılan “güdü” geliyor. Öğrencilerin istendik davranışlar sergilemesi, bunu sürdürebilmesinde motivasyon ve güdülenmenin önemli bir yeri var.
Güdülenme kavramı üzerinde düşünüyorum. Yeni ile geleneksel arasında bağ kurmanın gerekli olduğuna inanarak düşünüyorum. Kalkıp köyüme varsam diyorum. Çalışkanlığıyla nam salmış “eski toprak” bir dayıya: “Dayıcım bu yaşta hâlâ çalışıyorsun mâşallah. Merak ettim dayı, seni ne güdülüyor?” diye sorsam, büyük ihtimal temizinden bir azar işitir, dayı ağzını bozmazsa şükrederim. Çünkü köy yerinde güdülen tek şey hayvanlardır. Güdülenme deyince köylü dayının aklına otomatik olarak “hayvan” kelimesinin gelmesi olağandır. Fakat aynı soruyu dayıma, “güdü” yerine; “gayret, çaba, azim, şevk” kelimelerini kullanarak sorsam. “Seni çalışmaya teşvik eden şey nedir? desem, hatta âmiyâne bir tâbirle “nasıl gaza geliyorsun” bile desem iltifat ettiğimi anlar ve bana teşekkür eder herhalde.
Buna benzer bir soruyla üniversite yıllarımda karşılaşmıştım aslında. Konumuz, Öğrenmede Güdülenme’ydi. Hocam Kasım Kocaman, güdülenme üzerinde durduktan sonra “içsel güdülenme ve dışsal güdülenme olmak üzere iki çeşit güdülenme vardır” diyerek bunları açıkladı ve bütün sınıfa tek tek sordu: “Siz içsel mi, yoksa dışsal mı güdülenirsiniz?” Bu soruya cevap düşünürken, fıkıh âlimlerimiz, hadis âlimlerimiz, matematikçi ve felsefecilerimiz aklıma gelmişti. Hepsinin hayatını şöyle bir düşündüm. Nasıl bir gayretle, istekle, hangi güdülenme ile hareket etmişler? Seksen-doksan yaşına gelseler bile yılmadan yorulmadan ilim öğrenmeye, öğretmeye çalışmışlar, ciltlerce eser yazmışlar, mezhep kurmuşlar. Bir hadis-i şerifi doğru kaynaktan öğrenebilmek için deve sırtında aylarca yolculuk yapmışlar hem de bizim emekli olup yan gelip yatmayı planladığımız yaşlarda. Peki, o mübarek zâtlar içsel mi, dışsal mı güdülenmiş?
İnsanın içsel güdülenmesi, kendi planını yapması, içinden gelerek, severek çalışması planına uyması demek. Böyle güdülenmiş olamayacaklarını düşünüyorum, çünkü herkesin yaşadığı bir şeydir, gün gelir insanın hiçbir şey yapmak içinden gelmez, üzerine bir durgunluk ve bıkkınlık hâli gelebilir. Bu durum günler, aylar, sürdüğü gibi yıllar yılı da devam edebilir. Dışsal güdülenmiş olabilirler mi? Yani dışarıdan birilerinin teşvik etmesinden, çevresel faktörlerden etkilenmiş olabilirler mi? Bu da hiç olası gelmedi bana, çünkü dışsal güdülenenler hep bir takviye ve teşvik beklerler. Etraflarında böyle insanlar yoksa onlardaki çalışma isteği de kesik ve eksik olur. Olsa bile yavaş ilerler. Oysa bahsini ettiğim âlimlerin hayatı yollarda, çöllerde, at ve deve sırtında geçmiş. Üstelik çoğu, ne ödül, ne ikramiye, ne de prim beklentisine girmiş. O halde onları gayrete getiren, çalışmaya teşvik eden başka bir güç olmalı. Başka bir güdüleyici ile hareket etmiş olmalılar. Öyle ki bu güç, canları tenlerinde olduğu müddetçe onları güdüleyip durmuş.
Bu güdülenme ne içten, ne dıştan güdülenmedir. Bu güdülenme “HAKK”tan güdülenmedir. Bütün güdüleyicileri kapsayan fakat onların üstünde bir güdülenmedir bu. İnsan Hakk’tan güdülenince, ne yorgunluk, ne yılgınlık, ne de bıkkınlık olur. Çünkü Hakk olan Hayy olandır aynı zamanda. Her an diri ve her an diriltmededir. Her an yeni bir enerji verir insana. O Bâki ve Ebed’dir. O’ndan gelen gayret son nefesi teslim edene kadar devam eder. Suyun altındaki değirmenin, suyun akışına karşı koyamayıp dönmesi, parçalanıncaya kadar un öğütmeye devam etmesi gibi. Tıpkı kelebeğin, ışığın etrafında dönüp durması, yanıp kül olması gibi. Hak’tan güdülenmek O’na adanmaktır. O’na âşıklık derecesinde bağlanmaktır. Çünkü muhabbet ağacının meyvesi “şevktir”. Gayreti harekete geçiren de şevktir. Eserler bırakma arzusu, hizmet duygusu şevkten doğar. Hakk’ın rızası için halka hizmet ettirir. Vatan için, millet için, ilim ve irfan için dertlendirir. Dertli gönülleri de böyle güzel söylendirir:
“Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol”
Sevil DAĞCI