Toplumun ‘muhafazakâr’ dediğimiz kesiminin merkezinde Matüridilik eriyorken daha çok şehirli, eğitimli kesimlerinde tutunmaya çalışıyor. Buna karşılık “Hanefilikte neden böyle bir erime yok?” diye sorulabilir. Bunun en önemli nedeni; Hanefiliğin Müslümanların ibadetlerinde sıklıkla anılması, tekrar edilmesi ve pratik olarak karşılığının bulunması ile ilgilidir. Özellikle muhafazakâr insanlar; namaz kılmak, oruç tutmak ve kurban kesmek gibi uygulamaları şöyle ya da böyle Hanefiliğe ve Şâfiîliğe dayandırma ihtiyacı duyuyorlar. Buna karşılık, itikadi mezhep olarak Matüridiliği gündelik pratiklerde çok fazla kullanma ihtiyacı duymuyorlar. Matüridilik, daha çok entelektüel ve tefekkür dünyamızı ilgilendiren tartışmalarda karşımıza çıkıyor.
*****
Prof.Dr. Hilmi DEMİR
Anadolu’da Müslümanların büyük çoğunluğunun itikat ve inançta Matüridi Mezhebine bağlı olduğu uzun yıllardır varsayılır. Matüridilik, 10. yüzyılda Mâverâünnehir bölgesinin önemli bir şehri olan Semerkant’ta doğmuştur ve İmam Matüridi hazretlerinin adıyla anılan Ehl-i Sünnet’in bir koludur. Ebu Hanife hazretlerinin fikirlerine dolayısıyla da onun aracılığıyla sahabenin müçtehitlerinden kabul edilen Abdullah bin Mes’ud, Hazreti Ömer ve Hazreti Ali gibi sahabelerin yoluna bağlanır. Çünkü re’y ve ictihâdlarıyla, Kûfe ekolünün öncüsü olan İbn Mes’ûd hazretleridir ve Ebu Hanife ilmî tahsilini Kûfe ekolünden almıştır.
İmam Matüridi, temelde Ebu Hanife’nin fikirlerini takip etmiş ve onun fikirlerini Kelami bir sisteme aktarmıştır. Bu nedenle Hanefi olmak, uzunca bir süre aynı zamanda Matüridi olmayı da içermiştir. Türkistan coğrafyasından Balkanlara kadar Türklerin geçtiği her yere aynı zamanda Ebu Hanife ve İmam Matüridi’nin fikirleri de taşınmıştır. Bir başka yazıda daha detaylı olarak ele almayı düşünerek, hatta bilinenin aksine Yavuz Sultan Selim’den sonra özellikle de 16. yılla birlikte Osmanlıda, Eş’ariliğe karşı Matüridiliğin daha öne çıktığını söyleyebilirim.
Özellikle 17. ve 18. yüzyılda Eş’arilerle, Matüridiler arasındaki farkları ele alan eserler ve insan hürriyetini konu edinen “irade-i cüziyye” risaleleri açık bir Matüridi savunusuna dönüşmüştür. Cumhuriyet biçimine geçerken devlet aklının ve ulemanın, Hanefi-Matüridi mirasını cumhuriyete aktarmaya özel önem gösterdiğini biliyoruz. Öyle ki, gerek Cumhuriyetin ilk tefsiri gerekse kıymetli bir Hadis Külliyatı olan Sahîh-i Buhârî’nin bir özeti ve tercümesi olan, Tecrîd-i Sarîh Tercümesinde Hanefi-Matüridiliğin çok açık etkisi göze çarpar. Tecrîd-i Sarîh Şerhinde Merhum Kamil Miras, İmam Matüridi hazretlerine yer vermeyi gerekli görür. Cumhuriyet döneminin büyük Fıkıh ve Hukuk âlimi, mebus ve adliye vekili Seyyid Bey’in eserlerinde de çok açık Matüridilik vurgusu öne çıkar. Kendisi, İstanbul Darü’l-Fünunda fıkıh hocalığı yapmıştır.
İlk İlahiyat Fakültesi kabul edilen Darü’l-Fünun İlahiyat Fakültesinin yine ilk Hocalarından Şerafettin Yaltkaya “Türk Kelamcıları” adıyla yazdığı 1932 yılında neşredilen eserinde Matüridi üzerine durmuştur. Bir diğer önemli Hocalarından Yusuf Ziya Yörükan da “İslam Akaid Sisteminde Gelişmeler ve İmam-ı Azam Ebu Hanife” adlı eseri kelam sisteminin Hanefi eksenli okumanın ilk şaheseridir. İlim yayma cemiyetinin ilk eseri ve ilk başkanının tercüme ettiği eserin, Ebu Hanife’nin akaid risalesi olan Fıkhü’l-Ekber olması da bu açıdan oldukça önemlidir. Eserin girişinde ilk defa Türkçeye kazandırıldığını söyleyen Seniyüddin Başak, eserin İlim Yayma Cemiyetine bağışlandığını, alanların İmam ve Hatip mektebine bağış yapmış olacağını söyler. Eser, İmam Hatip öğrencilerinin okuması için özel olarak tercüme edilmiştir. Ayrıca, Anadolu’da Nakşi cemaat ve tarikatlar da hem Ebu Hanife’nin hem de İmam Matüridi’nin mezhebine özel önem vermeyi sürdürmüştür.
Dolayısıyla Matüridilik, Cumhuriyetle birlikte de Anadolu’da yurtlanmaya devam etmiştir…
Peki, mevcut durum nedir? Bugün sahip olduğumuz imkânlarla Matüridiliğin toplumdaki karşılığını ve etkisini çok kolay ölçebiliyoruz. Bugün için Türkiye’de toplumun ne kadarı itikatta Matüridi mezhebine aidiyet duyuyor? Doğrusunu söylemek gerekirse; Türkiye’nin dinî sosyolojisi ve dinî renkleri konusunda maalesef çok az çalışma yapılmıştır. Diyanet’in yaptığı en kapsamlı araştırmalardan biri olan, 2014 yılında yapılan “Dini Hayat Araştırması”nda bile merak edilip “Türkiye’de itikadi mezhepler biliniyor mu?” diye sorulmamıştır. TEPAV (Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı) olarak 2016 yılında yaptığımız kapsamlı çalışmada belki de ilk defa Matüridilik konusunda geniş çaplı Türkiye temsiline sahip bir araştırma yapıldı. Bu çalışma, 2020 Şubat ayında ikinci defa tekrar edildi. Böylece en azından toplumda son dört yılda nasıl bir değişimin olduğunu görme imkânına kavuştuk.
Bu araştırmalara göre, Türk toplumun 2016 yılında %72’si Hanefi iken 2020’de %72,4’ü kendisini Hanefi olarak tanımlamıştır. Buna karşılık Şâfiî olarak tanımlayanlar 2016’da %12,5 iken 2020’de %14,1 olmuştur.
Bir defa yapılan ve tekrar edilmeyen geniş kapsamlı, 2014 yılında yapılan “Dinî Hayat” araştırmasında da toplumun %77,5’i yani dörtte üçünden fazlası Hanefi, %11,1’i Şafiî olarak tespit edilmişti. Dolayısıyla iki araştırmadaki oranlar birbirine oldukça yakın sonuçlar vermektedir. Fakat Diyanet’in araştırmasında olmayıp TEPAV araştırmasında olan ise itikadi mezheplerdir. Matüridiliğe gelince 2016 yılında toplumun 17,4’ü itikadi mezhep olarak kendisini Matüridi görüyorken, 2020’de ilginç bir biçimde bu oran %8,7’ye düşmüştür. Türkiye genelinde 7280 kişi ile yapılan bu araştırmanın kendi içinde oldukça düşük bir hata payı olduğunu düşünürsek, düşüşün hiç de azımsanamayacak kadar yüksek olduğunu söyleyebilirim.
Bu araştırmada dikkat çekici nokta, Matüridilik erirken Selefiliğin gittikçe toplumda kendisine yer bulması ve yükselmesidir. 2016’da kendisini Selefi olarak tanımlayan %1,2 iken bu oran 2020’de % 3,6’ya çıkmıştır. Son birkaç yılda televizyonlar başta olmak üzere Matüridilik konusu hiç olmadığı kadar popüler bir mesele hâline gelmiştir. Hatta öyle ki, 15 Temmuz sonrası devlet aklının Matüridiliği merkeze taşıma gibi bir görev üstlendiğinden bile bahsediliyordu. Görüldüğü gibi; aslında son zamanlarda hem yayın hem sempozyum olarak Matüridilik konusunda akademik camianın çokça üzerinde durmasına rağmen, toplumda karşılık bulması konusunda ciddi bir sorunla karşı karşıyayız.
Peki, gerçekten “ne oluyor” da Matüridilik toplumda tutunmakta zorluk çekiyor? Aslında bu sorunun cevabı; biraz kendisine Matüridi diyenlerin kim oldukları, profillerine ilişkin özelliklerin neler olduğuyla da ilgilidir. Bunlara yakından baktığımızda ise daha eğitimli ve genç kesim olduklarını görüyoruz. Bu da aslında televizyon programlarının ve akademik çalışmaların etkili olduğunu gösteriyor. Peki, zayıf olan halka kimlerden oluşuyor? Dikkat çekici olan da burası ki, zayıf olan halka daha çok yaygın din eğitimi alan yani Kur’ân kursu, Diyanet, Cami, Dinî Vakıflarla karşılaşan ve dinî bilgilerini buradan alan kesimler oluşturmaktadır.
Toplumun ‘muhafazakâr’ dediğimiz kesiminin merkezinde Matüridilik eriyorken daha çok şehirli, eğitimli kesimlerinde tutunmaya çalışıyor. Buna karşılık “Hanefilikte neden böyle bir erime yok?” diye sorulabilir. Bunun en önemli nedeni; Hanefiliğin Müslümanların ibadetlerinde sıklıkla anılması, tekrar edilmesi ve pratik olarak karşılığının bulunması ile ilgilidir. Özellikle muhafazakâr insanlar; namaz kılmak, oruç tutmak ve kurban kesmek gibi uygulamaları şöyle ya da böyle Hanefiliğe ve Şâfiîliğe dayandırma ihtiyacı duyuyorlar. Buna karşılık, itikadi mezhep olarak Matüridiliği gündelik pratiklerde çok fazla kullanma ihtiyacı duymuyorlar. Matüridilik, daha çok entelektüel ve tefekkür dünyamızı ilgilendiren tartışmalarda karşımıza çıkıyor.
Gündelik hayata Matüridiliğin girebilmesi için, onun yaygın din eğitiminde ve mütedeyyin ve muhafazakâr insanların dinî alanla temas ettiği noktalarda karşısına çıkmasıyla mümkün olur. Bu ifadede demek istediğim; vatandaşlar camide, hutbede, Kur’ân kursunda, imam hatipte, ortaokul ve lise eğitiminde veya gündelik televizyonlarda yayınlanan dinî programlarda, popüler vaazlarda Matüridi mezhebini duymaları lazım. Matüridiliğin erimesindeki en temel sorun popüler, yaygın ve örgün din eğitiminde üzerinde durulmaması hatta tam tersine din öğretiminde mezhepler üstü bir modelle Matüridiliğe aidiyet duyulmasının teşvik edilmeyip yerilmesidir. Matüridilik anlatılırken, İmam Matüridi hazretlerinden bir mezhep imamı değil de Aristo gibi bir filozoftan bahsediliyor gibi bahsedilmesi bir mesele olarak önümüzde duruyor. Bu durumda; Matüridilikten bahsedilmiş olmuyor ve insanlar da kendilerini Matüridi olarak görmeleri ve mezhep olarak buna inanmaları gerektiğini düşünmüyorlar. “Amelde Hanefi, itikatta Matüridiyiz ya da amelde İmamımız Ebu Hanife, İtikatta İmamımız İmam Matüridi’dir” şeklinde yüzyıllarca öğretilen formülasyonu topluma öğretmedikçe ve bunu yaygınlaştırmadıkça bu oranların yükselmesini beklemek beyhudedir. Topluma bir taraftan “itikatta mezhebe gerek yoktur” şeklinde öğretip diğer yandan da bir filozof gibi İmam Matüridi anlatmanın hiçbir anlamı ve karşılığı bulunmamaktadır.
Bu bağlamda belki şu sorulabilir: “Matüridiliğin erimesi Türkiye için dini politik bir tehdit midir?” Bu soru nasıl bir Türkiye hayal ettiğinizle ilgilidir. Anadolu’nun çocukları Semerkant, Buhara, Bağdat, Kahire, Şam, İstanbul, İşkodra, Saraybosna ile bağ kursun, köksüz ve tarihsiz olmasın istiyorsanız: Evet, bir tehdittir. Bu toprakların gençleri; akıl ile vahyi ve bilim ile dini karşı karşıya getirmesin, iman, amel ve ihsan dairesinde bir inanç dünyası inşa etsin, tekfirciliğe kapılmasın diyorsanız: Evet, bir tehdittir. Gençler bir yandan FETÖ gibi ezoterik bâtınî yapılara bir taraftan DEAŞ gibi terör örgütlerine bir taraftan da Peygambersiz din anlayışlarına kapılmasın istiyorsanız: Evet, bir tehdittir.
“Hayır, bizim böyle bir derdimiz yok” derseniz. Elbette; Matüridiliğin erimesi bir tehdit değildir. Hatta bu durumdan mutlu bile olabilirsiniz. Peki, siz hangi “Türkiye’yi” hayal ediyorsunuz?