Yağmur’la dede torun dağlarda kar seyredelim, kar topu oynayalım diye köye doğru yola çıktık.
Ne güzel türkülerimiz var bizim.
“Kar yağar bardan bardan,
Yollar kapandı kardan.”
Eskiden bizim köyün şehir ile irtibatı yağan kar yüzünden aylarca kesilirmiş.
Bir zamanlar köydeki ihtiyaçları karşılamak için bir kaç arkadaş şehre doğru yola çıkmışlar. Yayan tabi, o zamanlar araba falan yok. Dönüşte tipiye yakalanmışlar. Yakınlarındaki köyü dahi görememişler ve orada vefat etmişler. Hani Kasım sayarlar ya, o kasımın doksan dokuzunda olmuş bu hadise. Vefat edenlerin adlarının hepsi Mehmet’miş. O yüzden Kasım’ın doksan dokuzunu “Mehmetler Günü” diye anar annem.
Şimdi o kadar kar yok zaten.
Yollar kapalı değildi. Şehirde kar yoktu ama dağların başların beyazlar bürümüştü;
“Dağlar siz ne dağlarsız,
Kardan kemer bağlarsız.”
Yağmur mutlu.
“Kara basma iz olur” diyor türküde ama gel de basma. Hele ilk basan sen olursan ne kadar güzel. Kar kar üstüne yağıyordu.
“Şu karşıki karlı dağlar,
Başı dumanlı dumanlı” idi. “Bu dağın karı gitmez” deseler de “Gün vurur, erirdi zamanı gelince.
Soğuk da vardı ama pek fark edilecek gibi değildi.
Soğuk deyince insanın aklına Erzurum geliyor.
“Erzurum’luyu cehenneme atmışlar, “hah şöyle, dalım ısınsın” demiş. Biraz sonra dövmeye başlayınca serzenişte bulunmuş “İşte böyle yapıyorsunuz da o yüzden kimse buraya gelmek istemiyor.”
Erzurum deyince Naim Hoca’yı anmadan olmaz.
Bir gün talebelerine caminin bahçesinde ders veriyor. Elinde ağızlığı var, rahat bir şekilde oturuyor. O sıralar da Erzurum’a Diyanet İşleri Başkanı Ömer Nasuhi Bilmen gelmiş.
Naim Hoca ders verirken bir zat gelip kenarı oturuyor. Köylülerden biri zannediyor Naim Hoca. Ders anlatırken kibarca müdahale ediyor o zat” Efendim şöyle söylense daha iyi olmaz mı?” diye. Umursamıyor Naim Hoca. Az sonra ikinci ikaz gelince adını soruyor. “Ömer Nasuhi” diyor. “Bilmen’i de var mı?” “Evet”
Kalkıyor sonra, ellerini uzatıyor ve şöyle söylüyor;
“Buyurun cenaze namazına.”
Cemal Kurnaz Bey’in kitabında okumuştum;
İstanbul’da Fuzuli Sempozyumu düzenlemişler. İlim adamları katılmış Türkiye’nin dört bir yanından. Erzurumlu Naim Hoca’yı da davet etmişler.
Naim Hoca Fuzuli’den gazeller okumuş. Neredeyse Fuzuli Divanı’nı baştan sona ezberden okuyacak. Herkes şaşkın, hayran.
Sonra Nesimi’den okumaya başlamış;
“Ben melâmet hırkasını kendim giydim eynime.”
Son beyte gelmiş;
“Nesimi’ye sordular ki yârin ile hoş musan?”
Bu mısrayı okuduktan sonra beklemiş, gözlerini salonda gezdirmiş ve şöyle demiş;
“Sene ne ulan i. oğlu i.”
Azerbaycan Türküsü diyor ki;
“Bu dağın karı menem,
Gün vurur erimezem,
El bilir alem bilir,
Men senden vaz geçmezem.”
Bu da bir Kerkük Türküsü;
“Dağlar başı olur kar,
Benzim sarı hulkum dar,
Her gelen benzim sorar,
Bilmez kalbimde ne var.”
“Ne var?” diye sormasınlar efendim. Naim Hoca’lar her yerde olabilir, Ömer Nasuhi Bilmen’ler de.