Târih boyunca doğal âfetlere mâruz kalmış olan toplumlar doğal olarak çeşitli korunma mekanizmaları geliştirmişlerdir. 2014 yılında yürürlüğe giren Türkiye Âfet Plânı, günümüze en yakın âfetten korunma plânı olarak karşımıza çıkar. 6 Şubat 2023 târihinde yaşadığımız 7.8 büyüklüğündeki depremin sonuçlarını yansıtması açısından, 30 Haziran 2020 târihinde yayımlanmış olan bilimsel makaleye yeniden bakmak gerekir. Resilience Dergisi’nde yayımlanmış olan ve Hatay Mustafa Kemâl Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Ali Utku Şahin tarafından kaleme alınan bilimsel makale, bugün bizlere çarpıcı sonuçlar sunmaktadır.
“Âfet Yönetimi ve Plânlaması Perspektifinden Türkiye Âfet Müdâhale Plânın’ın Değerlendirilmesi” başlıklı yazıda sunulan bilimsel gerçekler, 6 Şubat 2023 târihinde yaşamış olduğumuz Kahramanmaraş merkezli ve on ilimizi yıkıma uğratan depreme ilişkin çarpıcı sonuçları göstermektedir.
Literatürde pek çok tanımına ulaşabileceğimiz “âfet”i; belirli bir coğrafyada toplumun şiddetli biçimde kayba uğradığı ve toplumsal kaynakların kullanılamadığı, toplumun yaşantısını ciddî biçimde sekteye uğratan olaylar olarak ifâde edebiliriz. Pek çok tanıma baktığımızda ortaya çıkan sonuç bizlere; “Âfet bir olayın kendisi değil, doğurduğu sonuçlardır” gerçeğini gösterir. Bu sonuçların asgarî düzeyde kontrol altında tutulabilmesi için âfet plânlaması; ihmal edilmemesi, ertelenmemesi, bilimsel yönünün anlaşılması gereken önemli bir noktadır.
Doğal âfeti yaşamadan önce yapılacak olan âfet plânlaması hayâtîdir. Bu anlamda âfet yönetimi:
- Âfet öncesi
- Âfet sırası
- Âfet sonrası
yapılması gerekenleri kapsar.
Âfetlere önceden hazırlıklı olmak, âfetlerin elîm sonuçlarını azaltmak demektir. Adı geçen makâlede Hatay ilimiz için 2020 Haziran’ında verilen rapora göre, 7.5 büyüklüğünde bir deprem Hatay ilimizde mevcut bulunan 57.891 binanın 57.475’inde hasâra sebeb olacaktır. 52.133 binânın yıkılacağı, 30.000 kişinin hayâtını kaybedeceği önceden görülmüştür. Yaşadığımız elîm depremin yıkıcı gücü, yıkılan ev sayısı ve insan kaybımızın benzerliği dikkate alınması gereken bir noktadır.
Âfet plânlamasına tekrar dönüp baktığımızda, daha birinci maddeyi, yâni “Âfet öncesi plânlama” es geçilirse, yok sayılırsa, âfet sırasında ve sonrasında aslâ hazırlıklı olunmayacağı anlaşılmaz mı? Nitekim bugün yaşadığımız deprem felâketindeki yıkımın ve can kaybının büyüklüğü bize ihmâl edilmiş verilerin doğruluğunu gösterir.
Âfet öncesi bilimsel veriler neredeyse âfet sonrası kayıpları bire bir veriyorsa, yönetimdeki kişiler sorumluluklarını yerine getirmemişlerdir. Bunca insan kaybına sebebiyet vermeleri, ne insalık önünde, ne kanunlarca kabul edilebilir bir durum değildir! Bu durum marazî bir durumdur, hastalıklı ve tehlikeli bir durumdur!
Olabilecek yıkım tehlikesi görmezden gelinmiş, bir de üstüne üstlük “îmâr barışı” adı altında tüm kaçak ve çürük yapılara “olur raporu” verilmiştir. “Îmâr barışı”; riskli bölgedeki yapıların yeniden düzenlenmesi mânâsına gelirken, aslında olanlar; imara aykırı olarak yapılmış, kusûrlu, deprem ânında ölümlere yol açacak olan binalara verilen yapı kayıt belgeleri, bu yapıların yasallık kazanmasını ve kayıt altına alınmasını sağlanmıştır. 2019 yılında îmâr barışı adı altında iki haftada bir milyondan fazla vatandaşımız başvurarak uygunsuz yapılarını kayıt altına almışlardır. Bu da yetmezmiş gibi, teşvik pirimi olarak iki oda bir göz derme çatma evlerin reklâm filmleri çekilmiştir.
Bugünkü elîm sonuç; bilimsel raporda verilen 30 bin can kaybının çok üstüne çıkacak olan, giderek artan rakamlar, yürek yanıkları…
Hâl böyle iken ülkeyi yönetmeye tâlip olanların, âfet bölgelerinde dolaşıp; “takdir-i ilâhi, kader” gibi cümleler sarfetmeleri abesle iştigâldir. Toplumu yönetme sorumluluğunu üstlenmiş kimseler, vazîfelerini aksatamazlar, erteleyemezler, insan hayatıyla oynayamazlar! Aksi durum marazî ve hastalıklı bir toplum meydana getirir. İnsan hayâtını hiçe sayarak çürük binalara sağlam raporu vermek, bir hastalık durumudur; vicdanların, ahlâkın kaybolduğu bir durumdur. Bu hastalığın tedâvisini Mustafa Kemâl Atatürk bize bir asır önce söylemiş, yol göstermişti oysa:
“Gerçek kurtuluş toplumdaki marazı (hastalığı) tespit edip tedâvi etmekle elde edilir ve marazın tedâvisi ancak ilmî ve fennî bir tarzda yapılacak olursa şifâ bulur.” Atatürk, 27 Ekim 1922
Bugün toplumumuzun marazî hastalığını teşhîs edersek, çok açık ve net olarak yaşanılan bir “ahlâkî çöküş”ü görürüz… Çürüğe sağlam demek hangi ahlâk anlayışında vardır?
Biz bugün depreme ânında müdâhale edemedik, deprem sonucunu da yönetemiyoruz, çünkü deprem öncesi uyarıları, hazırlık aşamasını, bilimsel verileri yok saydık… Bu kader değil, ihmâldir, ahlâkî noksanlıktır… Bilim adamlarının uyarılarını yok sayarak bildiğini okumakdır, en nihâyetinde cinâyettir…
Bugün Türkiye’nin âfet yönetimine dâir ulusal bir stratejiye ve bu stratejiyi destekleyecek yasal bir altyapıya, tez elden ihtiyâcı vardır.
Elverir ki, memleketi idâre etmeye tâlip olmuş seçilmişler tez zamanda akl-ı selîm sâhibi olsunlar ve yalnızca bilimi rehber edinsinler!
Ayşe Samiha
14 Şubat 2023
Singapur