Yenileşme çabalarına karşı gelişen kanlı bir isyan sonunda tahtını kaybeden III.Selim, yeniden tahta çıkma ihtimalinin belirdiği bir anda, amcazadesi olan yeni padişah 4.Mustafa’nın emriyle 28 Temmuz 1808’de feci bir şekilde öldürüldü.
III.Selim’in “Mekke ve Medine’nin Hizmetkârı” unvanını kaybettiğini söyleyen ulemanın ve halkın gerekçelerinden biri de onun “Saray’a insan resimleri asması” idi.
O cinayetin üzerinden 110 yıl geçmiş, 1.Dünya Savaşı henüz bitmişti. İstanbul’da bir camide vaaz veren bir Hoca, camiyi çınlatıyordu:” “Savaşta niçin yenildik ey cemaat! Çünkü masum çocuklarımızın eline resimli kitaplar verdik!”
Bir felaketle onun sebepleri arasında doğru bir ilişki kurabilmek için koca bir yüz yılın yetmediği gerçeği, yaşadığımız her trajedinin çekirdeğidir.
Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in deprem bölgesini gezerken muhatap olduğu sorular onu da bizi de üzdü: ” Neden ben? Neden biz?” ” Ailemden 22 ferdi, annemi babamı, üç çocuğumu kaybettim. Rabbim birini bana bırakamaz mıydı?” Enkazın başında, “Ne günah işledik biz?” diye diye hıçkıran insanları gördük hepimiz.
Tasarımı böyledir yerkürenin. A.Ercan’ın Turgutlu’da halka dediği gibi, Gediz ırmağını, verimli Gediz ovasını, ormanları, içilebilir suları depremler verdi Turgutlu’ya. ” Ama ilçeniz, verimli Gediz ovasında, tarım arazileri üstünde yayılmış, büyümüş.”
Deprem bizim değil, yerkürenin kaderi. Bizim kaderimiz, yerkürenin kaderini karşılama biçimimizde, o kadere gösterecegimiz uyumda, o uyumu sağlayacak ahlak, bilgi ve liyakatte saklı.
III.Mustafa (S.1757-1774), Prusya Kralı Büyük Frederik’ten “İyi bir müneccim” istediğinde, Kral, “Bizde müneccim yok. En iyi müneccim bilimdir.” demişti.
21.yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzereyken hâlâ birbirimize akıl, bilim ve eğitimin; düşünmenin, eleştirebilmenin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışmamız ne hazin bir durum.
Prof. Görmez diyor ki:” Allah tabiatı insana emanet etti. İnsan, tabiatın maliki ve sahibi gibi hareket ediyor. Allah’ı gökten azap yağdıran bir Allah olarak tasvir etmek doğru değildir.”
Şimdi bir sel felaketi yaşıyoruz. Hangi derelerin taşacağı, hangi dere yataklarında facia yaşanacağı çok önceden raporlarda gösterilmiş. Ama biz sanık sandalyesine yine kimi oturttuk acaba? Selden depremden daha büyük bir facia bu. İçerden yıkıyor bizi.
Dinimizi anlamakta bir yanlışımız bir doğrumuz var. Bu anlamanın yanlış tarafı yüzünden bir türlü ayağa kalkamıyoruz. Bu anlamanın doğru tarafı da bizi her zaman tamamen yok olmaktan kurtarıyor. Ve sonuçta sürünerek yaşıyoruz.