Bu projeyi geliştirenler ve Türkiye’ye karşı kullananlar hem insan gücünü “şakird” adıyla ülkemizden, hem de yetiştirme bedelini “himmet” adıyla Anadolu halkından toplamışlardı. Proje bu son denemesinde başarısız oldu ancak ordu, emniyet, adalet sistemi ve bürokraside büyük zafiyetler oluşmasına yol açtı. Türkiye’ye yönelik son saldırılar bu zafiyetleri değerlendirmeye yönelik olmakla birlikte, TSK son olarak Cerablus’a girerek her şeye rağmen güçlü olduğunu bir kez daha gösterdi.
*****100 yıl önce şekillenmiş Ortadoğu haritasını yeniden çizmeye çalışmak yıllardır üzerinde çalışılan bir proje ama araçlar hep değişiyor: El-Kaide, Arap Baharı’nı araçsallaştırmak, IŞİD, FETÖ, vs.
Anglo-Amerikan gelenek yani ABD ve İngiltere’nin stratejistleri, 20. yüzyıl başlarında büyük oranda İngiltere tarafından çizilen Ortadoğu haritasını, aynı yüzyılın sonlarında tekrar şekillendirmeye karar vermişlerdi bile.
ABD’de Neo-Con’ların “âkil adamı” olan Bernard Lewis’in Ortadoğu’daki ülkeleri etnik ve mezhebi farklara göre bölmeyi amaçlayan bu planla ilgili haritası 1970’lerden itibaren piyasaya sürülmeye başlandı. Lewis, II. Dünya savaşı esnasında İngiliz Gizli Servisi ve Dışişleri Bakanlığı’nda da görev yapmış ve uzun yıllar Londra Üniversitesi’nde Ortadoğu ve İslam alanında bir otorite olarak dersler vermiş, talebeler yetiştirmişti.
1991’de Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi bu çabaların ivme kazanmasına yol açtı. Lewis 1992 yılında Foreign Affairs’de yayımlanan “Rethinking the Middle East” (Ortadoğu’yu yeniden düşünmek) başlıklı makalesinde Ortadoğu’da bir “Lübnanlaşma” süreci öngörürken bu konuda Anglo-Amerikan temenni ve planlarından bahsediyordu. Bu plana göre Ortadoğu’daki ülkeler etnik ve mezhebi hatlara göre yeniden şekillendirilecekti.
Özellikle ABD için demokrasi bölgede kendi politikalarına karşı çıkan devletler için bir sopa niteliğinde. Zira hiç de demokratik olmayan ve insan hakları karneleri çok zayıf müttefikleriyle hiçbir problemi yok.
*****
Lewis’in, 1957’de ilk defa kullandığı “Medeniyetler Çatışması” ifadesini Samuel Huntington 1980’lerin sonunda kavramlaştırdı. Ancak Lewis, daha ziyade İslam Medeniyeti içinde bir çatışmayı öngörüyordu aslında. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin yanı sıra 1960-1970’li yıllarda, özellikle İsrail saldırganlığı karşısında zirvesine ulaşan ve Arap dünyasının bütünlüğünü savunan Arap milliyetçiliğinin (Nasırizm, Baasçılık vs.) 1990’lı yıllardan itibaren ölümü ve bunun neticesinde bölgede radikal akımların güçlenmesi de bu tezlerin uygulanmasını kolaylaştırdı.
ABD’nin Irak’ı işgalinin ateşli savunucularından olan Lewis, Irak’a ve diğer İslam ülkelerine yapılan müdahalelerin amacının “demokrasi getirmek” olmadığını “dışarıdan getirilen fazla dozda demokrasi ve özgürlüğün bu ülkeleri öldürebileceğini” itiraf ediyordu. ABD ve Avrupa Ortadoğu mevzubahis olduğunda insan hakları ve demokrasi gibi kavramları aşırı parlattılar. Ancak demokrasiye verdikleri destek maalesef tatbikata hiçbir zaman yansımadı.
Özellikle ABD için demokrasi bölgede kendi politikalarına karşı çıkan devletler için bir sopa niteliğinde. Zira hiç de demokratik olmayan ve insan hakları karneleri çok zayıf müttefikleriyle hiçbir problemi yok. 1950’li yıllardan beri bölgede demokrasiye geçmeye çalışan Türkiye, Mısır ve İran gibi ülkelerdeki askeri darbeler, ABD’nin en azından onayı ve zımni desteğiyle mümkündü. ABD’nin Türkiye’deki son darbe teşebbüsü karşısındaki tutumu da bunu destekler mahiyette.
ABD Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice’ın 2006’da dillendirdiği “Yeni Ortadoğu” kavramı da bu düşüncenin bir devamıydı aslında. İşin ilginç tarafı, Ortadoğu’nun Lübnanlaşması manasına gelen bu konsept “ismiyle müsemma” bir şekilde Lübnan’dan başlayıp, Suriye, Irak, Arap Körfezi ve İran’dan Pakistan ile Afganistan’a kadar uzanacaktı. Tabii ki Ortadoğu haritasının yeniden çizilebilmesi için de öncelikle bölgede şiddet, terörizm ve savaşlara, kendi deyimleriyle bir “yapıcı kaos veya yaratıcı yıkım’a ihtiyaç vardı.
2006 yılında ABD ordusundan Yarbay Ralph Peters B. Lewis’in haritasının daha gelişmiş biçimi olan yeni bir Ortadoğu haritası yayımlandı. Türkiye’de de büyük yankı uyandıran bu harita ABD askeri kurmay okullarında ve NATO’da kullanımdaydı. 21. Yüzyılın Sykes-Picot’su olmaya özenen Peters yeni çizdiği sınırlarla Ortadoğu’daki problemleri bir çırpıda çözeceğine inanıyordu. Böylece başta Kürtler ve Şiiler olmak üzere bölgedeki azınlıkları mutlu edecek sınırlar çizilmiş olacaktı.
Bu alandaki son harita ise New York Times’ın 28 Eylül 2013 tarihli nüshasının ekinde ABD Barış Enstitüsü ve Wilson Center araştırmacılarından Robin Wright tarafından yayımlandı. Makalenin başlığı “Yeniden çizilmiş bir Ortadoğu haritasını hayal etmek” idi, harita ise “5 Ortadoğu ülkesi nasıl 14’e bölünür?” başlığını taşıyordu.
Nitekim uydurma nedenlerle Irak’ı işgal eden ABD ve müttefikleri, fiilen ülkeyi, kuzeyinde Kürt, güneyinde Şii ve merkezde Sünni bölgesi olmak üzere üçe böldü. Hepimizin Arap dünyasına demokrasi getireceğine inandığımız Arap Baharı süreci ise yine bu güçler tarafından demokrasi ve insan haklarından ziyade “yaratıcı kaos” senaryosunu gerçekleştirmek için araçsallaştırıldı. Şu anda Suriye de Irak gibi etnik ve mezhebi olarak üçe hatta dörde bölünmüş durumda.
‘Yaratıcı Kaos’ senaryosuna uygun bir biçimde haritayı değiştirmek isteyenler, Irak’ta el-Kaide ve sonradan IŞİD’i, Suriye’de aynı şekilde IŞİD’i manivela olarak kullandılar.
Türkiye ve değişen güç dengeleri
Türkiye’ye gelince, 2000’li yıllarda Türkiye, artık Bernard Lewis’in 1960’larda yazdığıEmergence of Modern Turkey adlı kitabında övdüğü her hâlükârda Batı yanlısı Türkiye değildi. Artık güçlenmişti ve bağımsız olarak bölgede “oyun kurmayı” amaçlıyordu. Türkiye’nin güçlenmesi ve bölgede hakim olmaya başlaması Henry Kissinger’den beri süregelen “balance of power” (güç dengesi) politikasına tamamen aykırıydı. Lewis’e göre bölgedeki müttefikler problem çıkardığında onları yüzüstü bırakmakta hiçbir beis yoktu. Şayet çıkarlar yoksa bu tür kaotik durumlara müdahaleye gerek de yoktu.
ABD, Suriye iç savaşının başından beri Türkiye’ye ülkeye müdahale etmesi için baskı yaparken TSK’nın komuta kademesinin en az yüzde ellisinin FETÖ’cü olduğunu biliyordu muhtemelen. “Yaratıcı Kaos” senaryosuna uygun bir biçimde haritayı değiştirmek isteyenler, Irak’ta El-Kaide ve sonradan IŞİD’i, Suriye’de aynı şekilde IŞİD’i manivela olarak kullandılar. Herkesin nefret ettiği ama kimsenin ortadan kaldırmak istemediği bu tür örgütler hem yabancı müdahaleler için iyi bir mazeret hem de Sünni, Şii, Yezidi, Kürt, Arap, Türkmen gibi etnik ve mezhebi fay hatlarını kırmak için iyi bir araçtı.
“Yaratıcı Kaos” senaryosunun yazarları Irak ve Suriye’den sonra üçüncü perdeyi Türkiye’de oynamak istediler. Ancak Türkiye’nin, PKK’ya, ordusundaki FETÖ’cü yapılanmaya rağmen şehir çatışmalarında galip gelmesi ve IŞİD’in Türkiye’de geniş bir taban bulamaması karşısında zorunlu bir değişikliğe gidildi. 1960’lı yıllardan beri devşirilip yetiştirilen ve Soğuk Savaş yıllarında Rusya’nın güneyinde kendilerine bağımlı “Yeşil Kuşak” için geliştirilen FETÖ projesi devreye sokuldu.
1990’lı yıllarda özellikle Orta Asya Cumhuriyetleri’nde ve daha sonra onlarca Afrika ülkesinde etkin olan örgütün merkezi ülkesi Türkiye’de tasfiye edilmesi tehlikesi karşısında son çare olarak darbe teşebbüsünde bulunarak ya kazanmayı ya da intihar etmeyi tercih etti. Böylece elli yıldır bir kanaviçe gibi işlenen örgüt yapılanması en azından Türkiye için tedavülden kalkmış oldu.
Bu projeyi geliştirenler ve Türkiye’ye karşı kullananlar hem insan gücünü “şakird” adıyla ülkemizden, hem de yetiştirme bedelini “himmet” adıyla Anadolu halkından toplamışlardı. Proje bu son denemesinde başarısız oldu ancak ordu, emniyet, adalet sistemi ve bürokraside büyük zafiyetler oluşmasına yol açtı. Türkiye’ye yönelik son saldırılar bu zafiyetleri değerlendirmeye yönelik olmakla birlikte, TSK son olarak Cerablus’a girerek her şeye rağmen güçlü olduğunu bir kez daha gösterdi.
Bu noktada kendimize sormamız gereken soru şu: Ortadoğu’nun sınırlarını neden bölge halkları olarak biz değil de hep başkaları çiziyor?
—————————————————————–
Doç. Dr. Cengiz TOMAR, Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü (ODE) ve Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. 1992’de Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdi. Yüksek lisans ve doktorasını aynı okul ve bölümde tamamladı. Ürdün ve Edinburgh Üniversitelerinde İslam ve Ortadoğu Tarihi ile Arapça eğitimi aldı. 2003-2005 yıllarında Şam Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2011-2014 yıllarında Marmara Üniversitesi ODE Müdür Yardımcısı ve Siyasi Tarih ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapan Tomar’ın, Arap coğrafyasının tarihi ve kültürüne dair akademik makaleleri bulunuyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. http://www.aljazeera.com.tr/gorus/yaratici-kaos-ve-yeni-ortadogu